Cumhuriyetin 100. yılı bir türlü kutlanamıyor. Bunun hem sembolik hem de önemli bir derinliği var. Cumhuriyete “reklam arası” diyen anlayış iktidarda… Her fırsatta yüz yıldır gelen rejimi aşındırmaya uğraşarak bugünlere kadar gelindi. Ancak bu durum iktidar gücünün verdiği bir imkândan yararlanarak kutlamaları en alt seviyelere çekme oyunundan ibaret bir durum değildir. Toplumun hemen hemen yarısının bu kutlamalarla zaten arası iyi değildir.
Cumhuriyetin onlar açısından kutlanacak bir yanı yoktur.
Peki kutlamak isteyenler açısından anlamı nedir? Biraz kurcalanırsa en öne çıkan siyasi değer olarak laiklik kalır. Yüzüncü yılında hala demokrasiden uzak bir cumhuriyet… Hukuk, adalet gibi değerler iyice yozlaşıp neredeyse yol edilmiş… Milli lafı o kadar çok tekrar ediliyor ki, sanki iktidar bu konuda öncekilerde farklı bir adım atabilmiştir. Oysa ekonominin hem dününe hem de bugününe bakıldığında bir alın yazısı gibi hep benzer sıkıntılar yaşanıyor. Ülke kendini ayakta tutabilmek için uluslararası piyasalarda tırım tırım para arıyor. Demirel’in 70’li yılların sonunda söylediği hafızalarda hep canlı olarak yaşıyor. “70 sente muhtacız” demişti. Ve yetmiş senti alabilmek için ülke 12 Eylül askeri darbesini yaşamak zorundaydı.
Şimdi de ülke “yetmiş sente muhtaç” durumdadır. Bedel yeni bir 12 Eylül darbesiyle mi ödenecek? Buna artık gerek yok, ülke yıllardır zaten benzer bir rejimle yönetiliyor. Ülkenin tek partili yılları haklı olarak çokça eleştirilmiştir. Oralardan “tek adam rejimine” gelindi.
Sermaye birikiminin ülkenin vatandaşı olan Rum, Ermeni azınlıkların varlıklarına el konmasıyla yapıldığı biliniyor. Bu yetmiyor, İzmir İktisat Kongresi’nin yol çizmesiyle kurulan bankalar da sermaye birikiminin bir diğer önemli manivelası olmuştur. Her köy, muhtarları aracılığıyla bankalardan hisse almak zorundaydı. Memurların maaşlarından da bankalara zorunlu kesintiler yapılıyordu. Devlet eliyle ve zoruyla bir avuç milyoner yaratıldı. Mustafa Kemal bile sormamış mıydı, “kaç tane zenginimiz var?” diye! Bu ülkede sermaye birikimi hep devlet desteği ve eliyle yapıldı. Bugün farklı mıdır? Elbette farklı yanları vardır; ancak son yirmi yıldır tefeci bezirganlıktan “Anadolu kaplanları”na terfi eden sermaye de farklı yoldan gitmiyor.
Finans kapitalin ilk ve ikinci kuşağı devlet eliyle beslenmiştir. Ancak hem sistemin tıkanması nedeniyle hem de neoliberalizmin açtığı yeni yollardan yürüyen İslami sermaye kendi yerini bulmak için önemli sıkıntılar yaşamış olsa da, AKP iktidarı sonrası yol yine eski yoldur. Bu ülkenin yoksul maliyesinden milyarlar İslami sermayeye, “müstakil iş adamları”na beslenip büyüsün diye bin yoldan akıtılıyor. Yüz yılda ekonomi yüksek teknikli üretim seviyesini yakalayamadığı gibi ranttan soyguna ve hatta narko ticaretine kadar tüm çürüme işaretlerini ortaya koymuştur.
Siyasal olarak cumhuriyetin demokrasi ile “taçlandırılması” kısa zaman aralıkları hariç hiçbir zaman gerçek olmamıştır. Tek parti döneminden çok partili yıllara geçilse de bu demokrasiye doğru bir gidiş değil, adeta tek parti uygulamalarının parti ismi değişerek devam etmesi biçiminde yürümüştür. 1960’lar sonrası yirmi yirmibeş yıl işçi sınıfı hareketinin yükselişi ve ardında Kürt Özgürlük Hareketi’nin siyasal alanda yerini alması demokrasi doğrultusunda önemli adımların atılmasına yol açmıştır. Ancak devlet ve egemen sınıflar özgürlüğe doğru bir gelişmeden sürekli korkmuş, her fırsatta gidişin yolunu kesmişlerdir.
Kemalizm yılları “komünizm tehdidi” karşısında devletin bekasını korumak için askeri darbe ve operasyonlarla geçti. 90’lı yıllar ve siyasal İslam’ın iktidar döneminde Kürt Özgürlük Hareketi’nin mücadelesi üzerinden devletin bekası yine gündemin en ön sırasında yer aldı.
Çok sınırlı da olsa demokratikleşme doğrultusundaki gelişmeler hep devletin bekası gerekçesiyle sindirilmiştir. Ancak Kürt Özgürlük Hareketi bu kısır çemberi kırmanın yolunu açmış görünüyor.
Ne Kemalizm ne de siyasal İslam’ın demokrasi ile bir bağı vardır. Cumhuriyetin yüzüncü yılında bu gerçeklik kendini en çıplak biçimde ortaya koyuyor. Sorunlar, siyasal muhatapları dikkate alınarak değil, ya eskiden olduğu gibi genel kurmay binalarında ya da Saraylarda inkar edilerek yok edilmeye çalışıldı.
Kutlanamayan cumhuriyetin arka planında onun çürümüş olması gerçekliği yatıyor. Ekonomik ve siyasi alanlarda ve hemen bütün kurumlarıyla çürüme yaygındır. Egemenler sorunları farklı yollardan olsa da, çözmek yerine gömme yolunu seçtikleri için ve cumhuriyet bu patlayıcı madde yığını haline gelmiş sorunlar üzerinde dururken onun kutlanması veya kutlanmaması bir anlama sahip değildir.
Mücadele bu çürüyen sisteme karşı yükselirse, ancak bu yoldan geleceği yakalama şansı vardır.