Mutlaka daha öncesi vardır ama en kolay hatırlanabilecek olanı Gezi’deki tavırdı herhalde: “Kürtler biraz el atsaydı, AKP devrilecekti! ”Oysa Gezi, iktidar değiştirmeyi falan düşünmüyordu. İktidarı sadece uyarmayı amaçlıyordu. Ana gövdesi ise orta sınıftı zaten. Bırakın sosyalisti, sosyal demokrat bir iktidar peşinde falan değillerdi. Kürtlerin el atmasını isteyenler (oysa onlar oradaydı) önümüze geçin de, yaralanacak -öldürülecek ve hapse girecek kişiler sizden olsun diyorlardı galiba. Nitekim öldürülen gençlerin neredeyse hepsinin Alevi olması tesadüf olmasa gerek…
Gezi’deki toplumsal patlamadan ‘yararlanan’ yine de Kürtler oldu. Aslında buradan birileri ‘parsa’ çıkarmaya çalıştı. Gezi Partisi diye bir şey kuruldu örneğin. Ancak tabela partisi bile olamadı, kapandı gitti. CHP, Gezi’den aldığı feyzle, kendini yenileyebilir, ‘genç’leştirilebilirdi, olmadı. Hatta yanlış anladı. Oraya gelen beyaz yakalı orta sınıfın sağcı olduğunu düşünerek, seçimlere sağcı adaylarla girip, sağcı partiyi alt etmeye çalıştı. Ama Kürtler, Türkiye’de Türklerle ortak bir partide mücadele etme anlayışını geliştirdiler ve HDP, 6 milyon oy alabilen bir parti haline yükseldi. Soldaki bu parti, en az iktidar kadar CHP’yi de korkuttu.
İnce hesapları ve ayarlamaları gerektiren bağımsız aday yerine parti olarak girilen seçimde yüzde 10 barajı parçalandı ve meclise 80 milletvekili gönderildi. Meclis açıldığında parlamentoya sonuncu parti olarak girebilen Devlet Bahçeli’nin HDP grubuna bakışını kimse unutmamıştır herhalde. Ancak o günden itibaren HDP’ye yönelik saldırılar -devlet terörü de dahil olmak üzere-başlatıldı. MHP, bu konuda iktidardan bile fazla istekliydi. Son zamanda ise bunu iktidara dayatan bir unsur haline geldi. CHP’nin bu durum karşısındaki tavrı, “doğru değil ama yan cebime koy” şeklindeydi. Esasen HDP’yi meclisten atmayı amaçlayan dokunulmazlıkların kaldırılmasında, “Anayasa’ya aykırı ama destekliyoruz” tavrı, sonunda kendisini de vuracak şekilde, tarihe bir utanç sayfası olarak kazındı.
En sıradan üyesinden, partinin en üst düzeyindeki yöneticilerine kadar operasyona tabi tutulan, cezaevine atılan, sürgüne gitmek zorunda bırakılan, hatta öldürülen bir parti söz konusu. Dahası bu süreç, (öncesi de var ama) parti 80 milletvekiliyle meclise girdiğinde şahlandı ve hızından kaybetmeden halen sürüyor. Neredeyse gözaltına alınmayan HDP’li kalmadı. Hatta öyle ki, başka insan bulamadıklarından ikinci, üçüncü kez gözaltına alınanlar var. Elbette gözaltına alınanların bir kısmı tutuklanıyor ve mahkemesi bitenler, hiçbir ciddi delil üretilememiş olsa bile uzun yıllara varan hapis cezalarına çarptırılıyorlar. Buna bırakın karşı çıkmayı, birazcık şaşıran CHP’li de yok maalesef.
Önce Özgür Gündem’in Nöbetçi Yayın Yönetmeleri ve sonra da Barış Akademisyenlerine karşı açılan soruşturmaların davaya dönüştürülmesinin amacı, “Bu kişiler, halen HDP’ye yakın duruyor” diyerek, onlara göz dağı vermekti. Ancak iktidarı bu yönelim de kesmedi. Önce Cumhuriyet, sonra Sözcü gazetesine yönelik operasyonlar icat edildi. Şimdi de 70-80 yaşlarındaki tiyatrocuları bile gözaltına alıp, toplumun her kesimini korkutmak istiyorlar. Oysa onları, başka devlete yönelik savaş çağrılarıyla “hazır ol”a geçirmek çok kolay.
Valla kusura bakmayın! Kalmadı. Bitti. Tunne! Artık sizin yerinize, sıra size gelinceye kadar gözaltına alınacak HDP’li kalmadı. (Aslında onlara yönelik operasyonlar halen devam ediyor ama iktidar için yeterli gelmiyor galiba) Artık sıra size geldi. Aslında sadece CHP’liler, ulusalcılar değil, sıra AKP’lilere de geliyor. Abdullah Gül’ün basın danışmanı Ahmet Sever’e dava açılması, bunun ilk işaret fişeği. Yani FETÖ’nün AKP içindeki siyasi ayağı da hedefte. Çünkü iktidar, biraz daha iktidarda kalabilmeyi beka sorunu olarak görüyor ve seçmenini bir arada tutabilmek için daha fazla düşmana ihtiyaç duyuyor.