Binlerce Kürt Alevinin katledildiği Koçgirî Katliamı 103. yılında
Rohat Emekçi
Koçgirî İsyanı Türk ulus devletinin kendini ‘Türklük’ üzerine inşa etmeye çalışmasının ilk adımıdır. 6 Mart 1921 tarihinde başlayan isyan Türk ulus-devletinin kurucu kadroları tarafından kanlı bir şekilde bastırılmış, binlerce insan katledilmiş, binlercesi de göç yollarına sürülmüştü. Sonrasında ise 1925’te Şêx Sait İsyanı’nda, Ağrı’da, Zilan’da, Sason’da, 1937-38’de Dersim’de, daha sonrasında Maraş’a, Sivas Madımak’a kadar uzanan kanlı ‘toplum mühendisliği’ olarak devam etmişti.
6 Mart 1921 de yaşanan Koçgirî isyanının siyasal boyutunu etkilerini araştırmacı-yazar Gültekin Uçar gazetemiz Yeni Yaşam’a anlattı.
- Sn. Gültekin Uçar her yılın Mart ayı geldiğinde Kürtler ve Aleviler konusunda duyarlılığı olan çevrelerde Koçgirî anması gündeme geliyor. Bu duyarlılık son on yıldır daha da yoğunlaştı. Bu nedenle Koçgirî neresidir, Koçgirîliler kimdir soruları da daha sık sorulmaya başlandı. Bu konuda okuyucularımızı bilgilendirmek için neler söyleyebilirsiniz?
Koçgirî neresidir ve Koçgirilîleri kimdir sorularına birçok farklı cevap verilmektedir. Bu cevaplarda birbiriyle uyumlu olduğu kadar çelişkili yanlar da bulunmaktadır. Koçgirîli aşiretler hakkında birçok sözlü anlatım ve yazılı kaynakta, bugün yaşadıkları Kuruçay, Refahiye, İmranlı, Zara, Divriği, Kangal, Hafik bölgesine Dersim’den geldiklerine dair anlatımlar bulunmadır. Osmanlı arşiv belgelerindeki bilgilere göre bu anlatımlar doğru olmakla birlikte eksiktir.
Sözkonusu anlatım ve kaynaklarda yanlış olan aktarım ise Koçgirîlilerin bu bölgeye Horasan’dan büyük bir göçle geldikleri ve Türk oldukları biçimindeki anlatımdır. Ancak bugüne kadar bu görüşü destekleyecek bir belge ya da tarihi bilgi ortaya konabilmiş değildir.
- Yakın tarihe gelirsek, Koçgirîlilerin Cumhuriyet’in kuruluş döneminde kırımla sonuçlanan bir askeri harekata maruz kalmalarının nedenleri nelerdir? Koçgirîli aşiretleri dönemin diğer siyasal aktörü haline getiren farklılık nedir? Koçgirîliler ne istiyordu? Bu istekler karşılanamaz mıydı? Özetle Koçgirîliler Kızılbaş oldukları için mi, yoksa Kürt oldukları için mi kırıma uğradılar?
Bu sorunun tarihsel ve siyasal arka planını bir söyleşide aktarmak çok zor. Ancak bu konuda daha detaylı bilgi edinmek isteyenler için tarihçi Namık Kemal Dinç’le birlikte hazırladığımız, Dipnot Yayınları’ndan çıkan ‘Cumhuriyet ve Kürtler’ adlı kitapta “Cumhuriyet’in Alemet-i Farikası: Koçgiri” başlıklı makaleye bakmalarını öneririm. Burada 1919-1922 arasındaki dönemin özelliklerine dikkat çekmeye çalıştık. Kısaca özetlemeye çalışırsam; bu dönemi İmparatorluğun parçalandığı, yıkıldığı, yeni bir cumhuriyetin kurulduğu, geçmişten radikal bir kopuş dönemi olarak değerlendirmek yanıltıcı ve abartılı yorumlara neden olmaktadır. Şunu hatırlamalıyız: Erzurum Kongresi’nde, Sivas Kongresi’nde, Amasya protokollerinde, 23 Nisan 1920’de Meclis’in açılış konuşmasında temel hedef Hilafet’in ve Saltanat’ın esaretten kurtarılmasıdır. Ordu aynı ordudur. Meclis İstanbul meclisinin katılmasıyla oluşmuştur. Hareketin yürütücüsü olan güçler İttihat Terakki Partisi’nin önemli ve üst düzeydeki yöneticileridir. Dolayısıyla eski devletten farklı bir Cumhuriyet kurulacağına dair verilerden söz etmek için erkendir. Ancak devlet aynı olsa da siyasal rejimin yeniden yapılanması da kaçınılmaz görünmektedir.
İşte Koçgirîlilerin sürece dahil olması bu dönemde söz konusu olacaktır. Koçgirîliler siyasal rejimin yeniden kurulması sürecine kendi kimlik ve inançlarıyla, kendi kendini yönetme (özerklik) talebiyle katılmak istemektedir.
Bu talepleri ileri süren ve bunda kararlılık gösteren tek siyasal özne de Koçgirîlilerdir. Koçgirî’nin alamet-i farikası da bu benzersiz tutumlarıdır. Kuruluş dönemine damgasını vuran bu tutum ve taleplerini rejimin yeniden yapılanmasında muhatap oldukları M. Kemal ve Meclis’e de açık bir şekilde iletmektedir. Üstelik bu taleplerini kurtuluş sonrasına bırakmak da istememektedirler. Çünkü “İttihatçı artığı” olarak gördükleri M. Kemal önderliğindeki harekete de güvenmemektedirler.
Koçgirî halkının siyasal önderi Alişer Efendi ve Dersim’in onuru Seyit Rıza ile Dersim ve Koçgirîli aşiret liderlerinin imzasıyla Paris Barış Konferansı’na gönderdikleri 3 ve 7 Mart tarihli mektuplar bu güvensizliğin nedenlerini açıklamakta ve kendi taleplerinin yeni rejimin tekçi veya çoğulcu karakterini belirleyeceğinin de bilincinde olduklarını göstermektedir.
Koçgirîli aşiretlerin siyasi lideri durumundaki Alişer Efendi 3 Mart 1920 tarihinde Kürt Teali Cemiyeti Başkanlığı’na gönderdiği mektupta “Her İslam toplumunun kendi kaderini kendi belirleyerek yaşamak hakkına sahip olduğunu, bütün İslam toplumlarının dış siyasete karşı doğal olarak yekdiğerlerine yardımcı olmak ve destek vermesi gerektiğini” yazar. Ancak herkesin kendi yöre ve çoğunluğunu idare etme hakkı dünyaca kabul edilmiş iken, İttihat artıklarının Koçgirî ve Dersim’e müdahale ettiklerini, bu budalaca hareketlerinin kendilerine zararlı, İslamiyet’e de ihanet olduğunu yazan Alişer Efendi, İttihatçıların “Sanki Kürdistan topraklarını Turan denilen Türkistan’dan arkalayıp getirmiş gibi davrandıklarını” belirtir.
Alişer Efendi’nin Kürt ulusal bilinci konusunda yazdıkları da siyasal bilincinin ve kendi tarihsel kimliği konusundaki farkındalığın derinliğini göstermektedir. Mealen şöyle der: Kürdistan’ın ortası olan Harput Dersim’den başlayarak Sivas’la Kızılırmak kaynağı olan Zara ve Koçgirîli kazası esasen Harput vilayetine bağlı iken, pek yakın zamanda Sivas’a dahil edilmiş ise de hududu ve toprağı ve ulusal geleneklerimizle Kürdistan’a bağlı bulunuyoruz. Dersim zaten sancağımızdır. Koçgirîli aşireti bugün Dersim’de on sekiz kabilenin hemen hepsi seyyidlerden Ebul Esed Şeyh Seyid Hesen Hazretleri’nin evlatlarıdır. Hele Kızılırmak’ın güney havzasını teşkil eyleyenler kamilen Kürd’dür ve ezici çoğunluğu teşkil ediyorlar. Ancak İttihatçıların bu topraklara istila, saldırı ve tahakküm sevdaları devam ediyor.
“Bugün üçyüz bini aşan eli silahlı Tanrı yiğidi dışardan gelecek ihtiras sahiplerine nasıl hakkını teslim etmek ister. Allah-u Teâlâ’nın izniyle teslim etmez ve edemez.’ Hak hakdır. Kürdistan Kürdistan’dır. (Kürdistan] Irken dinen bir bütündür ve ayrılamaz. Hakk’dan meşru bir hakka kimse el uzadamaz. Herkesin hakkına haksızlıkla el uzatan zalimdir. …”
Aynı görüş ve talepler, Alişeri’in yanısıra Seyit Rıza ve bir dizi Dersimli aşiret liderinin imzaladığı 7 Mart 1920 tarihli bir mektupla yine Kürdistan Teali Cemiyeti vasıtasıyla Paris Barış Konferansı’nda Kürtleri temsil eden Şerif Paşa’ya gönderilir. Bu mektubun son bölümünde de talepleri mealen; doğal sınırı bulunan Erzincan’ın kuzeyindeki dağlarla Kızılırmak kaynağı ve güney havzasını teşkil eyleyen Zara, Koçgirî ve diğer bölümleriyle ezeli vatanımızın Kürdistan olarak tanınması konusunun kayıt ve tesbitle karar altına alınması biçiminde dile getirilmektedir.
- Bu isteklerin kabul edilmesi mümkün müydü? Böylesi bir beklenti gerçekçi miydi? Bu istekler bir kırıma neden olmadı mı?
Koçgirîliler macera ya da kahramanlık peşinde değildir. Aynı dönemde uluslararası siyasette her milletin çoğunluk olduğu yerlerde kendi kendilerini yönetmeleri gerektiğini belirten Wilson Prensipleri, 1917 Ekim devrimiyle kabul edilen ulusların kendi kaderlerini tayin hakkı ilkesi, Damat Ferit hükümetiyle imzalanmış Kürdistan özerklik anlaşması, Amasya protokolleriyle kabul edilmiş Kürtlerin kendi varlık ve kültürlerini geliştirebileceklerine dair kararlar ve en önemlisi BMM’de tartışılan ve kabul edilen illere özerklik tanıyan 1921 anayasası siyasal ortamı belirleyen ilke ve belgelerdir. Koçgirîlilerin istediği 1921 Anayasasına uygundur. Meclis’te de Hasan Hayri Bey bu ilkelerin bir an önce kabul edilip uygulanmaya sokularak Dersim’deki askeri güçlerin batı cephesine kaydırılması için çaba göstermektedir. Ancak bu çabalar sonuç vermez ve zaten kuruluş hazırlıkları devam eden Merkez Ordusu Koçgirî’nin üzerine sürülür, katliam başlatılır.
- Koçgirililerin taleplerinin 1921 Anayasasına uygun olduğunu söylediniz. O halde neden kabul edilmedi? Amaç Alevi Kürtlerin imhası mıydı? Dönemin resmi kayıtlarında neler yazıyor?
Bu soruyu cevaplamak için birkaç bilgiyi bir araya getirmeliyiz. Birincisi M. Kemal hareketinin aslında İttihat Terakki kadrolarının hareketi olduğunu, ikinci olarak İttihatçıların Ermeni soykırımı ile somutlanan politikalarının Türk ve İslam bir devlet politikası olduğunu, üçüncü olarak Koçgirililerin Türk olmadıkları gibi İslam olarak kabul edilmediklerini, dördüncü olarak Koçgirî katliamını yöneten Sakallı Nurettin’in “bunların sadece adı İslam”, sorunu çözmek için “Ovacık üzerine de yürümeliyiz” sözlerini hatırlamalıyız. Nitekim daha sonra girişilen Dersim soykırımı da bu konudaki niyetlerini ortaya koymuştur. Dolayısıyla yapılanlar M. Kemal hareketinin Kürt ve Alevileri sisteme ya da kuruluşa dahil etmek gibi bir niyetleri olmadığını göstermektedir. M. Kemal hareketinin bu konudaki tutumu BMM’de yer alan 72 Kürt milletvekilini 1923’te tasfiye etmesi, kendisiyle kader birliği eden Sünni Kürt liderleri idama göndermesiyle de daha belirgin hale gelmiştir. Yani amaç farklı olanları kuruluşa ve sisteme katmak değil, tek millet ve tek din temelli bir ulus devlet inşaa etmektir.
- Koçgirililerin talepleri kabul edilseydi ne olurdu? Koçgiri’de yaşananların bugüne etkisi bakımından nasıl değerlendirirsiniz?
Ne kadar spekülatif olsa da bu soruya şöyle cevap vermek istiyorum: M. Kemal Koçgirililerin taleplerini ve gerçekleşmesi halinde doğuracağı sonuçları dönemin Sünni Kürtlerinden de Kızılbaş Kürt aşiretlerden de, dönemin sosyalist akımlarından da daha iyi anlamıştı. Yani bu talepler kabul edildiğinde kurulacak siyasal rejimin tek millet ve tek din esasına göre kurumlaştırılması mümkün olamayacaktı. Oysa Koçgirililerin İttihatçı artığı olarak değerlendirdikleri M. Kemal liderliğindeki hareketin hedefi tek millete ve tek inanca dayalı bir ulus devlet inşa etmekti. Engel olarak da Ermenilerden sonra Hıristiyan Rumlar, Türk ve Müslüman olmayan Kızılbaş Kürtler, sonra da Türk olmayan Sünni Kürtler kalmıştı ve onların da temizlenmesi gerekiyordu. Nitekim Koçgiri’den sonra bu hedefler de adım adım gerçekleştirildi.
Katliam ve soykırım gerçekleştirildi de ne oldu? Türkler özgür ve mutlu olabildiler mi? Ülke laik ve demokratik olabildi mi? Kürt ve Alevi sorunu mu çözüldü? Bağımsız bir devlet kuruldu da bizim haberimiz mi olmadı? İnsanlar yoksulluk ve felaketten kurtulabildi mi? Halkların kardeşliği ve barış egemen mi oldu?
Elbetteki hayır.
Benzer soruları tersten de sorabiliriz: Koçgirililerin talepleri kabul edilseydi; halkların varlığı ve inançları anayasal güvence altına alınsaydı ırkçılık ve milliyetçilik bu kadar egemen olur muydu? Ana dilde eğitim talebi sorun olur muydu? Bölgeler arası gelir uçurumu bu kadar belirgin olur muydu? Diyanet gibi bir kuruma ihtiyacımız olur muydu? Din dersleri Kızılbaş Kürt özerk bölgelerde zorunlu olabilir miydi? Bu kadar merkezi ve savaşçı bir devlet politikası, emperyal bir dış politika mümkün olur muydu? Merkezin yerellere bu kadar açık müdahalesi mümkün olur muydu? Kayyım rejimi kurulabilir miydi?
Sonuç olarak diyebiliriz ki kuruluş döneminin “Alamet-i Farikası” Koçgirililerin tutum ve taleplerindeki siyasal derinlikti. Keşke anlaşılabilse ve gerçekleşebilseydi.