19 Aralık 2019 tarihinde ailelerine haber verilmeden Bitlis Garzan Mezarlığı’ndan 282 cenaze çıkarılır. Cenazeler DNA testi yaptırmak için İstanbul Adli Tıp Kurumu’na götürülür. İlerleyen süreçte 21 cenazenin DNA testi eşleşmesi sonucu ailelerine teslim edilir. Geriye kalan 261 cenaze ise İstanbul’da Kilyos Mezarlığı’na üst üste plastik kutular içinde kaldırım altına gömülür. Naaşlar veya daha doğrusu kemiklerin konulduğu plastik kutular 1’den 18’e kadar numaralanmış 18 mezara üst üste, yan yana gömülür. Örneğin 6 numaralı mezara 24 cenaze gömülmüştür.
Mezarların üstü beton bloklarla kaplanmış ve bloklar da toprakla örtülmüş. Kaldırım üstüne “mezarlar var” diye bir işaret konulmadığından yürüyen insanlar mezarlara basarak gitmektedirler.
Ölüye basma, üzerinde yürüme ne anlama geliyor? Her insan vicdanına danışarak buna bir cevap bulmalı. Birileri yakınınızın mezarı üzerinde basarak yürürse neler hissedersiniz, tepkiniz nasıl olur? ‘Yani ne olmuş, ölüdür, basarak üzerinde yürünür, yürürüm’ diyorsanız size söylenecek söz yoktur. ‘İnsani vasıflarınızı kaybetmişsiniz’ denir, geçilir. Çünkü o hal sözün bittiği yerdir. Artık size ucube mi denir, başka bir tanımlama mı yapılır, çok da önemi kalmaz! İnsan iki ayak üzerinde yürüyen, konuşan diye tarif edilmez. Bundan çok öte anlamlar içeren bir varlıktır, hakikattir insan.
Yine yakın zamanda yaşanan başka bir örnek. İki yıl gecikmeli, koli içinde Agit İpek’in cenazesi PTT kargosu yoluyla Dersim’den Diyarbakır’daki anne Halise Aksoy’a teslim edilir. Siz bir anne, bir yakını olsanız neler hissedersiniz, yıkılmaz mısınız?
Anne Halise Aksoy tepkisini, “Eğer Kürtler kendini tanısaydı onlar bunu başımıza getirmezdi” diyerek dışa vuruyor. Anne Halise tepkisinde haklı değil mi? Kutsalım dediği “oğlumun naaşını neden böyle rencide ediyorsunuz” diye yakınmıyor. “Onlar” dediklerinden bir beklentisi yok ve medet ummuyor. “Kürt’e kendin ol ve bil, bunları yaşamayalım” diye çağrıda bulunuyor. “Onlar” dediği kesimi yaşanmışlıklardan iyi tanıyor ve cenazelere neden böyle davrandıklarını biliyor.
Cenazelere dönük yaşananlar verilen iki örnekle de sınırlı değildir. Yakın dönemde en belirgin olarak bilinenler: Şeyh Said ve Seyit Rızaların mezarlarıdır. Nereye ve nasıl gömüldükleri hala bilinmiyor.
Yine hem yakın geçmişten hem de tarihten çok sayıda örnek verilebilir. Yani kendini bilmez birkaç kişinin tasarrufu değildir, yapılanlar. Tarihsel olarak zihniyetin kötücül oluşumudur. Kötülüğün örgütlenmiş halidir. Kürt’e “cenazene bile tahammül edemem, onu rencide eder ve anlamsızlaştırırım” deniyor. Kürt’ü mekânsız ve zamansız bırakma, hiçleştirme istemidir. Mekânsız ve zaman yitimine uğratılmış Kürt bir hiçtir ve yoktur!
Mezar nedir, neden bütün dinlerde, inançlarda ve felsefelerde kutsanmıştır? En tehlikeli düşman da olsa cenazesine saygı duyulur. Her inançtan insan kendi cenazesini gelenek ve ahlak kurallarına göre defneder. Müdahale edilemez, cenaze geçtiğinde ayağa kalkılır ve saygı gösterilir. Düşman da olsa bu böyledir. Ancak Kürt’ün cenazesine asgari saygının dahi gösterilmemesi ne anlama geliyor? Kürt’ü asimile etmek için hissizleştirmekten başka ne olabilir? Bu yüzyıllık bir öyküdür. Öykünün iki yönü vardır. Biri varlığını sürdürme kararlığında ki Kürt, diğeri de onu yok etmede ısrar eden ulus-devlet.
Mezar toplum olmanın bellek ve hafızanın en somut rafine halidir. Çünkü toplumsallaşma veya insanlaşma gömü etrafında, yani mezar bilincinin oluşumuyla başlıyor. Eldeki verilere göre ilk mezarlar günümüzden altmış beş bin yıl önce Yukarı Mezopotamya’da gerçekleşiyor. Toprağa yerleşim mezarlara yakın yerlerde oluşmaya başlıyor. Dolayısıyla cenaze ve mezarların kutsallığının tarihi çok eskidir. Eski oluşu bilincin derinliğini gösterir.
Mezar kutsiyeti toplum kutsiyetinin özüdür. Ahlak da özünü cenaze ve mezardan alıyor. O açıdan cenaze mezara konularak hafıza ve belleğin sürekliliği sağlanıyor. Mezarların sık sık ziyaret edilmesi, çiçek konulması, temiz tutulması gibi pratikler tarihsel hafızanın tazelenmesiyle ilgilidir. Kürt mezarlarını yok etme pratikleri bellek yitimi ve hafıza kaybını gerçekleştirme, yok etme istemidir. Kürt’ün mezarına tahammülsüzlük, onu varlık olmaktan çıkarma ve kendi içinde eritmeyi gerçekleştirme amaçlıdır. Bir devlet politikasıdır.
Şimdiye kadar ki bu politika manevi olarak Kürt’ü zorlamış ve güç durumda bırakmış. Ancak Kürt ölüsünü yüreğine gömmüş ve orada yaşatarak direnmiştir. Dolayısıyla devletin belleksiz ve hafızasız bırakma politikası sonuç vermemiştir. Bundan sonra da vermez.
Halise Aksoy ananın sözüyle noktalayalım: “Biz artık kendimizi tanırsak, birbirimize el verirsek her şeyi yapabiliriz. O ne yapsa da kaybedecek bir şeyimiz yok, hele davanın içinde olanın hiçbir şeyi yok. Eğer ölümse onurlu bir ölüm olsun!”