14 Aralık 2015 yılında sokağa çıkma yasağı sırasında Cizîr’de kaldıkları bodrum katta yaşamını yitirenlerden biri Heznê İnan.
Geçtiğimiz günlerde ona ait yanmış ve parçalanmış kıyafetler 8 yıl sonra 3 zarf içine koyularak ailesine teslim edildi.
Heznê İnan, 2015 yılında ilan edilen sokağa çıkma yasağı sırasında katledilen ve cansız bedeni 7 gün boyunca sokak ortasında bekletilen, yakınları tarafından alınmasına dahi izin verilmeyen Taybet İnan’ın kızı.
Heznê İnan’ın parçalanmış elbiselerini görünce zihnimde dizginleyemediğim bir biçimde şu dizeler büyük bir öfke ile dönenip durdu:
“Ölmeyi kabul ediyoruz, cenazelerimizin parçalanmasını da ölü bedenlerimizin anne ve babalarımızın son duasından, taşı dikilmiş bir parça mezar toprağından mahrum edilmesini kabul ediyoruz. (…) Kabul ediyoruz, vahşeti bile! Ama asla, yenilmeyi, asla onursuz bir biçimde boyun eğmeyi, asla isimsiz ve dilsiz kalmayı, asla Güneş’ten ayrı yaşamayı kabul etmiyoruz! Artık siz de bunu anlayın!”
Çöktürme Planı’nın rutinleşen edimlerinden biri olan yaşamını yitirenlerin bedenlerine hakaret ve yakınlarını sürekli diken üstünde tutma politikası sürüyor. Kargo, kutu, kap derken bu defa da zarf bir işkence aletine dönüştü.
Anlayacağınız sadece Kürt’ün yaşayanına değil ölüsüne dönük de sistematik bir savaş var. Öldürmekle yetinilmiyor, cenaze kaçırılıyor, yıkanmasına ve kitlesel gömülmesine izin verilmiyor, gömülenlerin mezarı kazılıp ölü oradan çıkarılıyor ve başka yerlere gömülüyor. Mezarlar tahrip ediliyor.
Ölü düşmanı bu politika kendisine karşı mücadele eden hemen hemen herkese karşı uygulanıyor. “Mezarınızda dahi size rahat yok” demenin en somut adıdır Çöktürme Planı.
Bu edimlere karşı kimileri hukuktan, ahlaktan, insanlıktan bahsedebilir ama hukukun olmadığı bir yerde hukuki tartışmalar, ahlakın olmadığı bir yerde ahlaki vurgulamalar ne kadar sonuç almaktan uzaksa, yaşamını yitirenlere karşı sergilenen insanlık dışı uygulamaların temel bir devlet politikası haline geldiği bir yerde de insanlıktan bahsetmek o kadar anlamsız.
Tek çare zalime ve zulme karşı direnmektir. Kürt’e direnmekten, mücadele etmekten başka da çare yok.
Çare yok çünkü insanlıktan nasiplenmemişler tarafından sadistçe, psikopatça sistematik bir biçimde dur durak bilmeden bir halkın en kutsal değerlerine saldırılıyor.
Yaşayanlardan değil, ölülerden korkuluyor. Kürt’ün giydiği elbiseden korkuluyor. Tıpkı mezarlarından, ağaçlarından, cıvıldayan kuşlarından, şarkılarından korkulduğu gibi…
Ne yazık ki barbarlığıyla övünen bir gerçeklik var halkımızın karşısında. Hatırlatmak isterim ki düşünülmeden atılmış ve Kürt halkında travma yaratan, kabuk bağlamaz yaralara neden olan her adımın bedeli daha sonra uzun uzun atılan o adımın yarattığı tahribatları düşünmek olacaktır.
Kürt’e bunu reva görenlerin yüzleri hiç kızarmayacak, gururlanacaklar belki ama unutulmamalı ki bu barbarlık dün yenildi, bugün de yarın da yenilecek. Kaçar yolu yok.
Kürtler nasıl ki kendi geriliklerini, ihaneti, işbirlikçiliğini yenmeyi başardıysa, şüphesiz ki, her türden gerici, yobaz, bağnaz ve barbar zihniyeti de yenecek. İşte o gün Kürt’ün ölüsüne saldıranlar başlarını ellerinin arasına alarak ahlanıp vahlanacak.
En büyük erdemleri Kürt analarının cesetlerini bir hafta boyunca sokak ortasında bırakmak olanlar kaybetmeye mahkumdurlar. Postaya verdikleri Heznê İnan’ın parçalanmış elbiselerini ailesine göndererek bir halkın kutsal değerlerine el uzatanlar kaybetmeye mahkumdurlar.
Soruyorum size, bir halkın kutsallarına dönük her türlü ahlaksızca saldırıyı geliştirip bu insanlık dışı uygulamalarla övünen başka bir zihniyet var mıdır sizce?
Kim ölülerine karşı yapılan bu tür sadistçe hakaretlere rıza gösterir?
Kim kendi evlatlarının cenazelerine yapılan işkenceye sessiz kalır ve görmezden gelir?
Kendisine yurtseverim diyen kim mezarlıkların tahrip edilmesini korkuyla karşılar?
Kurdistan’da, Türkiye’de insan olmanın, demokratik olmanın ilk koşulu ölülerine karşı geliştirilen saldırılara karşı birlik olup mücadele etmektir.