ABD Başkanı Donald Trump’ın ABD askerlerinin Suriye’den çekileceği ve DAİŞ ile mücadele misyonunun Türk devletine bırakılacağı söyleminden sonra tüm dikkatler Trump’ın Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, DAİŞ’le Mücadele Koordinatörü James Jeffrey ve ABD Genelkurmay Başkanı Joseph Dunford’un Türkiye’ye 8 Ocak günü yapacağı ziyarete kilitlenmişti. Özellikle AKP bu ziyaretten ABD askerlerinin Kuzey Suriye’den nasıl geri çekileceği ve Kuzey Suriye’deki misyonun Türkiye’ye nasıl devredileceğinin planlanmasını bekliyordu. Ancak görüşme sonrası görünen o ki, görüşme gergin geçti. Aslında toplantının gergin geçeceği birkaç gün öncesinden de belliydi. Bolton’un yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo’nun da 8 Ocak’taki görüşmeden birkaç gün önce dile getirdikleri “(Kuzey Suriye’de) Türklerin Kürtleri katletmesine izin vermeyeceğiz” sözleri Türkiye tarihinde, uluslararası düzeyde söylenen en ağır sözlerdi. ABD yetkilileri söyledikleri sözlerin Türk devlet geleneğinde ve zihniyetinde ne kadar ağır bir etki yarattığının farkında değillerdi. Bundan dolayı da aslında 8 Ocak günü Ankara’ya gelirken, bir ara formül bulacaklarını ve Türk devleti ile Kuzey Suriye yönetimini uzlaştırabileceklerini ve Türk devletini Kuzey Suriye’deki Kürtlere saldırmamaya ikna edebileceklerini sanarak gelmişlerdi. Ancak bekledikleri olmadı, Bolton neredeyse Ankara’dan kaçarak ayrıldı.
Ancak ABD’nin de tutumunda ne kadar samimi olduğu, belli değil. Siyasette, özellikle de devletler arası ilişkilerde güven olgusuna çok fazla yer yoktur. Siyaset karşılıklı çıkarlara göre belirlenir. ABD’nin de Kuzey Suriye yönetimine ve Kürtlere yaklaşımının çıkar temelli olduğu kesin. Fakat ABD’nin tutumunda dikkat edilmesi gereken, bazı ABD yetkililerinin ‘Kürtler önemli bir askeri müttefik, siyasi müttefik değil’ sözlerinde gizli. Çünkü bu sözler ‘DAİŞ ile mücadelede Kürtlerin askeri gücünden yararlandık, ama bu ilişkiyi siyasal bir boyuta taşımayacağız, Kürtlere siyasi bir statü tanımayacağız’ anlamına geliyor. Kürtler açısından tam da bu dönemde sorgulanması gereken; ABD’nin Kürtlerin ve Kuzey Suriye halklarının siyasi iradesini ne kadar kabul edip etmeyeceğidir.
Tabi ABD yetkililerinin ‘Kürtler iyi asker’ sözleri AKP hükümetini de umutlandırıyor. Bundan kaynaklı olarak da Kuzey Suriye’yi işgal planından hala vazgeçmiyor. Ancak ‘PKK-PYD-YPG terörüne karşı mücadele’ söylemine bir de ‘Kürt kardeşlerimiz’ söylemini ekledi. Gerçi bu söylem Türk devlet geleneğinde uzun zamandır yer ediniyor, ama her dillendirildiğinde arkasından bir katliamın geldiği de ayrı bir gerçek.
Bölgede 1990’lı yıllarda ‘Kürtler ayrı, PKK ayrı’ denildi, arkasından 4 bine yakın köy boşaltıldı, on binlerce kişi faili meçhullere kurban verildi, milyonlarca kişi göç etmek zorunda bırakıldı. 2000 sonrası ‘Kürt kardeşlerimiz’ denildi, siyasi partilerinin seçimlere girmesi engellendi, seçil- mişleri tutuklandı, belediyelerine kayyum atandı.
Türk devleti Afrin öncesinde de yine ‘kardeşlikten’ dem vurdu. Ancak Afrin’in işgalinden sonra görüldü ki, ortada kardeşlik namına bir tek şey dahi kalmamış. Kardeş hiç kardeşi öldürür mü? Malını mülkünü talan eder mi? Evinden, barkından edip sürgüne gönderir mi? Ama Afrin’de bunların hepsi yaşandı. Yüzlerce sivil katledildi. Mallarına mülklerine el konuldu. Zeytinleri talan edilip, taaa İspanya’ya kadar götürülüp satıldı. Tarihi eserleri, anıları, mezarları harap edildi. Bir traktör için köylüler öldürüldü. Yüz binlerce insanın evini-barkını terk etmesi yetmezmiş gibi evinden ayrılmak istemeyen binlerce kişi planlı ve sistematik bir şekilde kaçırılıp, işkenceye tabi tutuldu. Bu şekilde evinden, köyünden ayrılmak istemeyenler de göçe zorlandı. Peki kardeş kardeşin malını mülkünü talan edip satar mı? Afrinlilerin tabakları, kaşıkları dahi İdlib’de, Cerablus’ta pazarlarda satıldı. Toprakları, nereden geldikleri dahi belli olmayan ÖSO elemanlarına peşkeş çekildi. Evlerine yandaşları olan Araplar, Türkistanlılar yerleştirildi. Köylerin, kentlerin demografisi değiştirildi. Peki kardeş kardeşe bunu yapar mı?
Hani kardeş denir ya… Kardeş demek aynı atadan, aynı soydan gelmek demektir. Aynı anıları, aynı kederleri, aynı kutsallıkları paylaşmak demektir. Hiç kardeş kardeşin mezarlarına, ibadet yerlerine saldırır mı? İnsanların annelerini, babalarını, çocuklarını gömdüğü mezarlıkları buldozerlerle yerle yeksan eder mi? Cemevlerini yıkar mı?
Kardeş demek, aynı dili konuşmak, aynı duyguyu paylaşmak demektir. Hiç kardeş kardeşin dilini keser mi? Okulunu, eğitimini engeller mi? Hiç kardeşine ‘anadilinde değil, başkalarının dilinde eğitim gör’ der mi? Ama Türk devleti Afrin’de okullarda Kürtçe’yi yasakladı, Arapça ve Türkçe’yi resmi eğitim dili yaptı.
AKP hükümeti ABD’li yetkililerin ‘Türklerin Kürtleri katletmesini engelleyeceğiz’ sözlerine köpürüyor ama ne yazık ki, Türk devletinin Afrin’de ‘kardeşlik’ adı altında yaptığı tam bir katliamdır. BM’nin soykırım tanımında da ‘bir etnik ya da inanç gurubunun tamamının ya da bir kesiminin fiziki imhasının yanı sıra kültürünün yaşatılmasının yasaklanması, zorunlu göçe tabi tutulması’ da soykırım olarak tanımlanmaktadır. Afrin’de bunu yapan devletin Kuzey Suriye’de yapmayacağını söylemek, ya da başkalarını buna inandırmaya çalışmak kendini kandırmaktan başka bir şey değildir.