Dikkatli okuyucularım son birkaç yazımı sosyalizm konusundaki tartışmalara ayırdığımı fark etmişlerdir. Böyle bir konuyu gazete yazısı sınırları içinde kalarak tartışmak zor. Ama yine de birkaç düşüncemi paylaşmak istiyorum.
Son günlerde özellikle Kürt kimliğinin devlet tarafından baskılanması karşısında ortaya çıkan mücadele ile işçi sınıfının yürüttüğü sınıf mücadelesinin “ayrı” mücadeleler olduğu şeklinde bir görüş çeşitli biçimlerde serdediliyor. Kimileri, Kürtlerin mücadelesini “ulusal”, kendi yürüttükleri mücadeleyi ise “sınıfsal” olarak niteleyerek bir tür yukarıdan bir bakışla “asıl” devrimciliğin kendi yaptıkları olduğunu söylemeye çalışıyorlar.
Ben de son yazılarımda, çeşitli nedenlerle bu yaklaşımın doğru olmadığını, ezilen bir halkın mücadelesi ile işçi sınıfının mücadelesinin birlikte yürümesi gereken mücadeleler olduğunu söylemeye çalışıyorum. Çünkü bir halkın ezilmesi dediğimiz olgunun aslında o halkın o ulus devlet içinde “dışlanması” nedeniyle ortaya çıktığını söylemeye çalışıyorum. Buna ek olarak ve bu nedenle “dışlama” ile “sömürü” arasında içsel bir bağ olduğunu öne sürüyorum. Eğer bu önerim doğruysa o zaman “ulusal” olarak adlandırılan “kimlik” mücadelesi ile “sınıf” mücadelesinin bir ve aynı tür mücadeleler olduğunu ileri sürmüş oluyorum.
Yazının sınırları içinde kalarak bu iddiamı temellendirmem mümkün mü?
Bunun yapabilmek için Marx’ın “yedek işgücü ordusu” kavramından yararlanabilirim. Bildiğiniz gibi yedek işgücü ordusu, Marx’ın, kapitalist birikim sürecinin vazgeçilmez unsurlarından biri olarak gördüğü bir kavramdır. Vazgeçilmezdir çünkü bu olgu kapitalist sistemin sömürü mekanizmasının en önemli unsurudur. İşi olup da çalışanlara her an yerlerine başka bir işçinin alınabileceğinin, yani onları her an “dışlayabileceklerinin” mesajını vererek, düşük ücrete razı olmaları sağlanır. Aslında bu aynı zamanda “sömürünün” de artması anlamına gelir. Çünkü böylelikle, fiyatlar aynı kalsa bile ücret maliyetlerinin düşmesiyle piyasalarda kâr marjlarının (ve de sömürünün) artması sağlanmış olur.
Yedek işgücü ordusu kavramı, aslında kapitalistin “dışlama” gücünün “sömürü”yle içsel ve ilişkisel bir bağı olduğunu kanıtlar. Bir başka deyişle, kapitalistler işçileri “dışlayarak” her zaman ücretler üzerinde bir hakimiyet kurarlar ve bu da aslında “sömürü”nün artması anlamına gelir.
Peki bu “Yedek işgücü ordusu” kavramı içinde kimler vardır? Tabii ki bu kavram içinde kadınlar ve çocuklar var. Özellikle feminist yazarlar kadınların yedek işgücü ordusu içinde oldukça öncelikli olduğuna dair önemli çalışmalar yapmış durumdalar. Ama benim gördüğüm kadarıyla bu kavram “kimlik” kavramı çerçevesinde değerlendirilebilmiş değil.
Bir an için bir ülkenin “yedek işgücü ordusu”nun, o ülkenin bir sosyal kimliğine mensup olanların üretimden “dışlanarak” oluşturulmuş olduğunu düşünelim. Buradan, yedek işgücü ordusunun artışıyla ülkedeki sömürü düzeyi artmayacak mıdır? Artacaktır! Bu durumda bu kimliğe mensup olanların işgücünden “dışlanması” ile “sömürü” artıyorsa, o zaman o kimliğin yürüttüğü kimlik mücadelesi de aynı zamanda sömürüye karşı da verilmiş bir mücadele sayılmaz mı?
Konuyu Kürt sorunu çerçevesinde ele alırsak şunları söylemek mümkün. Bu ülkeyi yönetenler şu ya da bu nedenle Kürtleri hem siyasi olandan ve hem de ekonomik olandan “dışlayarak” ülkedeki sömürü düzeyini yüksek tutabiliyorlar. Bunu kesin olarak kanıtlayabilecek olmasa da bölgesel işsizlik oranları bunu söylüyor.
2021 yılında ortalama işsizlik oranı Türkiye’de yüzde 11 civarındayken, Kürtlerin yoğun yaşadığı illerde, örneğin Batman, Şırnak, Siirt ve Mardin’de ortalama yüzde 29.8; Van, Muş, Bitlis ve Hakkari’de yüzde 20.4; Urfa ve Diyarbakır’da yüzde 15 olması normal midir? Bu bölgelerin çalışabilecek nüfusunun önemli ölçüde ekonomiden “dışlanarak” “işsiz” hale getirilmiş olmasıyla, ülkedeki sömürünün yüksek olması arasında bir bağ olduğu söylenemez mi? Dolayısıyla Kürtlerin mücadelesi ile işçi sınıfı mücadelesi arasında da yakın bir bağın olduğu?
Bu soruya benim cevabım “evet”tir! Başka cevapları da duymak isterim.