Veysi Altay
Türkiye Cumhuriyeti kurulmadan önce başlayan, insanları kayıp etme, mezarsız bırakma, zorla defnetme, taziye yerlerine müdahale etme, ailelerin cenazeye katılımını engelleme, öldürülen insanları sokakta teşhir etme, mezarları tahrip etme ve ölülere şiddet uygulama gibi politikalar, son dönemlerde daha da görünür olmaya başladı.
1925’te Şeyh Said ve 46 arkadaşı Diyarbakır’da idam edilmelerinin ardından bir de mezarsız bırakılarak cezalandırıldılar. Dersim soykırımında Seyid Rıza, oğlu ve arkadaşlarının 1938’de Elazığ’da asılmalarının ardından cesetlerine ne olduğu bilinmiyor.
Şırnak’a bağlı Silopi ilçesinde, 19 Aralık 2015’te sokağa çıkma yasağı sırasında evinin önünde kolluk kuvvetleri tarafından vurularak öldürülen Taybet İnan, cenazeyi alması için kimseye izin verilmediğinden 7 gün boyunca sokakta kaldı. 57 yaşındaki Taybet İnan’ın cenazesinin defin işlemine, eşi ve dokuz çocuğu, “sokağa çıkma yasağı var” gerekçesiyle katılamadılar.
Şırnak’ta sokağa çıkma yasaklarının olduğu dönemde, Lokman Birlik’in infaz edildikten sonra cenazesi bir panzerin arkasına bağlanarak saatlerce teşhir edilmek için sokaklarda sürüklendi. Bu da infazcılara yetmemiş olacak ki, bir de video çekip kendi sosyal medyalarında bir Kürd gencini katletmenin gururu ile reklam yapmaya çalıştılar.
2017 yılında HDP’nin hala tutuklu olan milletvekillerinden Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un Ankara’nın Gölbaşında İncek mezarlığına defnedilen cenazesi saldırıya uğradı. Saldırgan grubun, polis eşliğinde “buradan çıkamazsınız, buraya terörist cenazesi gömdürtmeyiz. Burası Ermeni mezarlığı değil, Alevilere, Kürdlere ölüm” sloganlarıyla mezardan geri çıkarılan Hatun Tuğluk’un cenazesi Dersim’e götürülüp gömüldü.
11.12.2017 tarihinde Bitlis Cumhuriyet Başsavcılığı, Garzan’da 1992’den 2017 yılına kadar çeşitli tarihlerde defnedilen 282 kişiye ait mezarlığı kepçelerle yıkıp, cenazeleri adeta ailelerden kaçırarak, “kimlik tespiti maksadıyla DNA testi yapılmak üzere İstanbul Adli Tıp Kurumuna sevk etti” ve o tarihten bugüne 18 cenaze hariç diğer cenazeler hala ailelere teslim edilmiş değil! Ailelere teslim edilmeyen cenazeler, İstanbul Kilyos mezarlığında 15-20 metrelik bir alanda, kimsesizler mezarlığına kutular şeklinde, üst üste istiflenerek bırakılmış durumda.
10 Ağustos 2015 tarihinde Muş Varto’da Kader Kevser Eltürk’ün (Ekin Van) bir çatışmada yaşamını yitirmişti. Devletin kolluk kuvveti olan birçok erkeğin, bir Kürd kadını olan Ekin Van’ı kendince küçük düşürmek için çıplak bedenini Varto’nun orta yerinde “sergileyip” hatıra fotoğrafı çektirmişlerdi.
En son karşılaştığımız fotoğraf ise Diyarbakır’dan geldi. Elinde bir koli yüzünde hüzün bize bakan, aslında vicdansızlığımızı yüzümüze vuran bir kare. Dersim’de Xelasor tepesinde 2017 yılında yaşanan çatışmada hayatını kaybeden HPG’li Agit İpek’in Diyarbakır’da yaşayan annesi Halise Aksoy’a devlet posta yolu ile, koli içerisinde Agit’ini teslim etti. Halise Aksoy, Agit’ini kendi istediği gibi gömemedi bile. Çünkü devletin buna izni yoktu.
İktidar ve egemen olmanın dili hiçbir etik tanımıyor!
AKP Grup Başkanvekili Cahit Özkan bu fotoğraf karesini “usule uygun” ve “birkaç kemik parçası” diye adlandırdı. Belki klasik olacak ama Sophokles’ın metninde bahsettiği Antigone meselesi bu durumu iyi özetliyor: Antigone, savaş alanında yaşamını yitiren kardeşini gömmek istemektedir ama dayısı Kral Kreon buna karşı gelerek gömülmeyeceğini, yasanın böyle emrettiğini ifade eder. Antigone bu yanlışa ortak olmaz ve yas hakkını savunur, kardeşini gizli gömer. Bunun cezası da mezara diri diri gömülmesi olur. Antigone, kardeşi İsmene’ye, “Kreon kardeşimizi gömmeyerek bizi ve kardeşimizi aşağılamaya çalıştı” der. Evet tam bir aşağılamaya çalışma meselesidir bu. Devlete artık öldürmek yetmiyor. Öldürdükten sonra da peşine düşüp yas hakkını, gömülme hakkını, bir mezarının olması hakkını da annelerden ve ailelerden almaya çalışıyor.
1980’de devlet Berfo ananın oğlunu gözaltına alıp kaybetti. Berfo Ana oğlunu 33 yıl boyunca hiç durmadan aradı! İlerlemiş yaşına rağmen kayıp ailelerinin tüm mücadelelerine katıldı. Ama, bu insanüstü mücadelesi ne yazık ki sonuçsuz kaldı. “Tek dileğim ölmeden oğlumun mezarını görebilmek” demişti. Oğlunu bulmadan ölmeme sözünü tutamadı ve 105 yaşında gözleri açık yaşamını yitirdi.
Hediye Coşkun’un oğlu Abdurrahman Coşkun 1995 yılında, Mardin’in Dargeçit ilçesinde, Cumhuriyetin kuruluş günü olan 29 Ekim gecesi 6 kişi (dördü çocuk) ile birlikte devletin kolluk kuvvetleri tarafından gözaltına alındı. Kaybedildiler. Hediye anne 20 yıl hiç kesintisiz oğlunu aradı. En son kemiklerini bir kuyuda buldu. Oğlunun kemikleri küçücük bir torba içerisinde Hediye anneye teslim edildi. Tek dileği öldüğünde oğlunun yanına gömülmekti. Fakat, Hediye anne öldüğünde Nusaybin’de sokağa çıkma yasağı gerekçesiyle oğlunun yanına gömülmesine izin verilmedi.
Diyarbakır’dan Mardin’e, Şırnak’tan Hakkari ve İstanbul’a uzanan topraklarda, dere yataklarında, köprü altlarında, su kuyularında, her biri faili devlet cinayete kurban gitmiş, kaybedilmiş, işkence edilmiş, kurşuna dizilmiş, yakılmış cesetler ve onları arayan ailelerinden bahsedebiliriz. Bu coğrafyada olay o kadar vahim ki, posta yoluyla oğlunun kemiklerine ulaşabilmiş Halise Aksoy’u şanslı gören anneler bile var. Bu bizim utancımız. Biz kendimizden utandık, eminim toprak da Agit’ten utanmıştır. Bu ülkeyi, yönetenler de bu utançtan “usule uygun” gerekçesiyle gurur duymuşlardır. Bu coğrafyada devlet hep usule uygun herkesi arafta bırakmaya istikrarlı bir şekilde devam etti. Kaybedilen insanlar halen Araf’ta. Sadece kayıp ve ölüler değil Araf’ta kalan. Geride kalanlar da hayat ile ölüm arasında asılı duruyor. Cenazeler bulunamadığı için “bir gün çıkıp gelecek” umudu acıya dönüşürken, geride kalanlar için yas bir türlü bitmiyor. Ne ölüler tam ölebiliyor ne de yaşayanlar hayata kaldıkları yerden devam edebiliyor. Hayat ile ölüm arasında acımasızca sıkışıp kalıyorlar. Halise Aksoy, Agit’ine kavuştuğuna mı sevinsin? Yoksa Agit’in bir kolide kendisine gönderilmesine mi üzülsün?
Aslında bu politikaların özeti diyebileceğimiz kilit söylemi yakın bir zamanda İçişleri Bakanı, Kulp’ta 5 kişinin ölümü ile sonuçlanan patlama sonrası söyledi. İçişleri Bakanı, Kulp Kaymakamı’nı arayıp “olayı gerçekleştirenleri yakalayıp lime lime edin” diye talimat verdiğini gururlanarak basına açıkladı. Eskiden para militer güçlerin kaybetme, katletme, köy yakma vs.. gibi vukuatlarını devlet ben bilmem politikası ile geçiştiriyordu. Anlaşılan artık o politika değişti. Devlette devamlılık esastır ile birlikte “lime lime etme” politikası devrede. Türkiye’de maalesef zulmün sınırsızlığını yaşıyoruz. Bakalım bundan sonra daha neler göreceğiz.