Aslında bu ‘sıra bize mi gelecek’ mevzusuna devam etmeyecektim ama CHP Genel Başkan Yardımcılarından Yunus Emre’nin açıklamalarını okuyunca, bir kez daha dönüp yazma gereğini duydum. Genç kuşaktan bir CHP yöneticisi olan Emre, Kılıçdaroğlu’nun ‘sokağa çıkmayız’ açıklamasını savunmaya çalışırken, asıl problemi ortaya koyuyor çünkü. Özetle söylediği şu: “Sert tepkiler vermek AKP ve MHP’nin siyasi tuzağına düşmek olur ve uzun vadede muhalefetin yürüttüğü stratejiyi baltalar.”
İki anahtar kavram var aslında burada ve bu iki kavram sorunun özünü oluşturuyor zaten: Muhalefet ve strateji…
Muhalefet kim? Kimlerden oluşuyor?
Sayması basit: CHP, İP, SP ve HDP’nin merkezinde durduğu demokrasi ve özgürlük güçleri… Yani ‘Muhalefetin yürüttüğü strateji’ derken bunların tümünün kararlaştırdığı bir durumdan söz ediyor olmanız lazım. Durum böyle mi? Böyle bir ‘birlikte kararlaştırma’ niyeti var mı?
‘Strateji’ nedir peki?
Özeti şu: ‘Sert tepkiler vermeden’, ‘milli’ cepheden de pek ayrılmadan, sağdan sağdan yürüyerek gitmek, bunun için de Kürtlerle aynı fotoğraf karesi içinde görünmemeye çalışmak.
Dönüyoruz yine başa. Ta 1970’lerin başından beri CHP’de gelenektir. Süleyman Genç vardı o zamanlar, İzmir milletvekili. Bir de ‘Manisalı çocuklar’ davasını patlatan Sabri Ergül… Sonra, 80’li yıllarda ise, ‘E Tipi Milletvekilleri’ diye alay edilen Cüneyt Canver ve Fikri Sağlar vardı. Sağ olsunlar, tutsaklara verdikleri destekle birçok cezaevindeki eziyetin sona ermesine katkı yapmışlardı.
Şimdiki zamanlarda da kadro malum: Tanrıkulu, Şeker, Yarkadaş ve sayısı bir elin parmağını geçmeyen birkaç kişi daha…
Şüphesiz bu insanlar uzay boşluğundan filan gelmiyorlardı, gelmiyorlar. CHP’ye oy veren yurttaşların bir bileşimi var ve bu onlar bu bileşim içinden, bir tür aşağıdan dayatma olarak geldiler, geliyorlar. Ama öte yandan, aynı kişiler, CHP yönetimlerinin, genel başkanlarının bir ‘stratejik’ tercihi olarak da geldiler, geliyorlar. Sayılarının artmamasına ve yönetimi zorlamamalarına özen gösteriliyor ama olmaları da isteniyor, çünkü bu kişiler, varlıkları ve yaptıklarıyla yönetimlerin elini rahatlatıyor, partinin ‘sol’ görünümünün ‘çizilmesini’ önlüyor. Komplo teorisi değil bu, söz konusu kişilerin iyi niyetlerinden bağımsız, objektif bir durumdan söz ediyorum.
Bugün de bunu yaşıyoruz. Bir avuç insan, cumartesi eylemlerinden anma eylemlerine ve kayyum meselesine kadar çaba gösteriyorlar ama öte yanda CHP yönetimi, kendi ‘stratejisini’ yürütmeye devam ediyor. Üstelik bunu, ‘iktidar sertlik istiyor, aman tuzağa düşmeyelim’ gibi bir argüman üzerine kuruyor. CHP’den molotof atmasını isteyen mi var? Hayır! Molotof atan mı var? Hayır! İnsanlar, kendi parti binalarının önünde oturmak istiyorlar ve bu kadarı bile yerde sürüklenmelerine neden oluyor. Peki, (en asgarisini düşünerek söylüyorum) CHP, kendi mezhebince tutup İstanbul’da mesela bir ‘Milli iradeye saygı’ mitingi yapsa, bu ‘sert tepki’ mi olur? CHP’ye oy veren yurttaşlar buna tepki gösterir mi? Hayır! Tersine (bunu ancak yukarıdan değil de aşağıdan bakarsanız görürsünüz) bu yurttaşların büyük bir çoğunluğunun gözünde kayyum rezaletinin zerre kadar meşruiyeti yok. Köprülerin altından sular aktıkça Emre’nin ‘muhalefet’ piramidinin tabanında da ciddi değişmeler oldu ve bugün bu insanların çoğu, kayyum sorununu 6 Mayıs YSK darbesiyle özdeşleştirerek düşünüyor. Sorun ne o zaman?
Sorun yok. Daha doğrusu, sorun, AKP ile CHP yönetiminin HDP’ye bakışının aynı olmasından kaynaklanıyor. ‘Uzun vadeli muhalefet’ gibi süslü lafların arkasına saklanan gerçek budur.
Kürtler ne yapsın bu arada? Ne tavsiye buyuruyorsunuz? 5 yıl beklesinler mi, yeniden seçip yeniden kaptırmak için? Beklemezlerse peki? Tepeleri atıp topyekûn sokağa inerlerse? Siyasi tuzak! Siyasi tuzak!
Komik gibi görünüyor ama hiç değil. Çokbilmiş havalarla ‘strateji’ lafları ederken, siz o siyasi tuzağın bir parçası olursunuz; bu kadar basit.
Bu arada, Somoza’nın son dönemlerinde Nikaragua’nın en büyük sanayicilerinin bile evlerinin arka pencerelerinden atlayıp canlarını zor kurtardıklarını da tarih yazmıştır. Bu iş öyle basit değil. ‘Sıra’ meselesi karışık iştir yani. Zamanlamayı senin keyfin değil, onların keyfi belirler çoğunlukla.
İnönü yıllar önce söylemişti, ‘eşkıyanın bu gece ne yapacağı belli olmaz’ diye…