Türkiye’de Kürtlerin sosyolojik yapısı ve bunun siyasete yansıması önemle üzerinde durulması gereken bir konudur. Ne var ki, bu alanda bilimsel çalışmaların sayısı oldukça sınırlıdır. Oysa toplumun kendi resmini görebilmesi, eğilimlerini, ekonomik, toplumsal, siyasal, dinsel pozisyonunu kavraması, ileriye yönelik planlamaları için de ayna tutar.
Kürtlerdeki farklı yapı ve katmanlar farkındalıkları ölçüsünde birbirleriyle ilişkilerini de yeniden şekillendirebilirler. Aynı şekilde devlet ile ilişkileri de belli bir düzene girebilir. Siyasi, dinsel, mezhepsel, sınıfsal, ekonomik, bölgesel taleplerini daha somut bir çerçevede, toplumsal realiteye göre dile getirebilirler. Bu aynı şekilde devletin de elini rahatlatır. Kimlerin kendileriyle muhatap olduğunu, taleplerinin tutarlılığı ve kabulünün veya reddinin açacağı sonuçları görme ve buna göre politika üretme konusunda yardımcı olacaktır.
Kürtlerin böylesi bir mevzuyu ele almaları için ekonomik, teknik sorunları olduğu gibi politik baskıların yarattığı savunma refleksi ve reaksiyoner pozisyon bu çalışmalardan alıkoymaktadır. Buna karşılık donanımı olmasına rağmen devlet gerçekle yüzleşmekten kaçınmaktan olsa gerek detaylı çalışmaların içine girmiyor. Birçok başlıkta ve kapsamda bir sürü çalışma var elbet. Yerel kuruluşlardan, üniversitelere ve kamu kuruluşlarına değin bazı çalışmalar mevcut. Ama hepsi kendi özgül planlamaları doğrultusunda hareket ediyor. İşin en kötüsü ise bazı çalışmalara MİT, sözde ajanslar ve düşünce kuruluşları ki hepsi de büyük ölçüde yine MİT ile bağlantılı olarak çalışma yürütüyorlar. Bunların çalışmalarının iki hedefi var. Birincisi propaganda amaçlı olanı, ikincisi ise önceden planladıkları bir aksiyona zemin arama ihtiyacından kaynaklanmaktadır. Bundan dolayıdır ki devlet Kürt sorununa kapsamlı olarak hakim değil, hakim olmadığı gibi çözüm yaratma gücünü de askeri, istihbarati yani güvenlik araçlarının dışında bir mekanizma ile yönetebilme kabiliyetini geliştirebilmiş değildir.
Devlet elindeki verileri, ilişkilerini, sivil veya resmi organizasyon ve kuruluşlarını Kürtleri kontrol etme, pasifize etme ve fırsat buldukça da eliminize etme yolunda değerlendirmektedir. Klasik asimilasyonla yetinmiyor. İrade olabilme alanlarının tümünü engellemek için şiddet mekanizmalarının tümünü kullanmaktan kaçınmıyor. Cezai yaptırım, keyfi tutuklamalar, kazai öldürmeler, faili meçhullerden kaçınmıyor. Hatta küçümseme, argo kültürünün nesnesi yapma, cehaletle özdeşleştirme dahi şiddettir ve arsızca kullanılmaktadır. Daha da beteri toplumu birbirine düşürmedir. Fesat yaratma, kamplaştırma, yabancılaştırma, düşmanlaştırma ve yapabilirse birbirine kırdırma.
Şu an için PKK ve PDK’yi birbiriyle çatıştırma gayretinde olan devlet PKK’ye karşı gerçekleştirdiği operasyonlardan sonuç almadığını da başka bir biçimiyle itiraf etmiş ve bu yönteme mahkum olmuştur. Ancak bu öyle kolay gibi gelmiyor. Dünyada ve Kürtlerde birçok denge değişti diyebiliriz. Ancak Kürtlerdeki yapısal, toplumsal farklılıklar da göz ardı edilemez. Bunun devleti böl-yönet ya da bölünmüşlüğü çatıştır-zayıf düşür-muhtaç et moduna sokuyor.
Türkiye egemenliğinde Kürtler 2 ana gövde 4 sosyal grup ve 10’larca siyasal hareketten oluşuyor diyebiliriz. Bu aslında bir toplum için normaldir. Dünyanın her parçasında farklı toplumsal, siyasal yapı ve organizasyonlar var. Fakat Kürtler özgür olmadıkları için ve de egemen devlet Kürtleri hazmetmediği için bu farklılıkları çatışmaya dönüştürmektedir.
Güncel şartlar itibariyle PKK-HDP benzer karakterde demokratik Kürt kitle tabanından beslenirken, AKP-HüdaPar-radikal İslami hareketler de muhafazakar Kürt kitlesinin tabanından beslenebilmektedir. Bunlara korucuları da bir kategori olarak katmak gerek. Yanı sıra hala CHP ve Türkiye sol hareketi içinde yer alan Alevi ve emekçi kesimlerin hatırı sayılır bir nüfusa sahip olduklarını görmeli. Siyasal konjonktüre göre bunlar HDP’ye, demokratik Kürt hareketine yönelebilmekte ya da uzaklaşabilmektedirler.
Başka cephede ise PDK veya bağlı partiler, yani kendini Kürt milliyetçiliği üzerinden tanımlayan ama muhafazakar karakterleri, tarikat, mezhepsel özellikleri itibariyle AKP, korucular, radikal İslami olmayan Kürt kesimleriyle ortak zeminde buluşabiliyorlar. Bu yüzden seçimlerde, ekonomik ve bürokratik ilişkilerde ve PDK-TC veya HüdaPar-AKP ilişkisi üzerinden sistemle ortak hareket edebilmekte, pozisyonlar elde edebilmektedirler. Ancak bu ilişkiler de çıkarsal ve konjonktüreldir. Karşı cepheyi zayıf tutmanın bir gereği olarak bu kesimi kollama eğilimi vardır. Karşı cephe zayıfladığı ya da eliminize olduğu an bunlar da kolaylık kapı dışına bırakılmakta, bertaraf edilmektedirler.
Artık hem devlet hem de Kürtler açısından rutin olanın dışına çıkılması bir zorunluluktur. Mevcut yapısal durum hiç kimse açısından bir çözüm, güç alanı oluşturamamıştır. Devlet bu böl-yönet mekanizmasından bir sonuç alamadığı gibi hiçbirini de sistemine tamamiyle katamamıştır. Asimile edilen, eliminize edildiği düşünülenler bile sınıfsal, sosyal farklı bir pozisyonda yine devlete muhalif zeminde yer almaktadır. Ama Kürtler bu yapısal farklılıkları kendi içlerinde hala hazmedebilmiş kabullenebilmiş değil. Daha ziyade hasım, rakip ve elenmesi gereken bir güç olarak görmüştür farklılıkları.
Bundan dolayı kendi dışındaki güçlerle işbirliği yaparak, onları bir nevi kullanarak, ki bu devlet de olabilmiştir, gücünü konsolide etme ve hasmı saydığı Kürdü yok etmeyi amaçlamıştır. Oysa bir siyasal partiyi, bir örgütü yok etmek mümkün olabilir ama onun beslendiği sosyal taban, düşünsel eğilim, davranışsal kalıplar başka bir biçimde, zamanda ve zeminde yine ortaya çıkar. Aslında Kürtler ve devlet ve içlerindeki farklı eğilimlerin, yapıların bu çatışmacı karakterden vazgeçmesiyle Anadolu’dan Mezopotamya’ya Zagroslara barış getirmesinin zamanı çoktan geldi de geçiyor.