PYD Eşbaşkanı Xerîb Hiso ile Abdullah Öcalan’ın mesajının Rojava’daki yankısını ve Türkiye’nin saldırılarını konuştuk:
‘1. Dünya Savaşı nasıl ki haritada sınırları çizdiyse 3. Dünya Savaşı’nın sonucunda da büyük ihtimalle yeni bir harita oluşacak. Bu yeni haritada elbette ki Kürtlerin de rolü olacak. Kürtler bu yüzyılda kurucu özne olmayı başardı. Bugün Kürtler büyük bir stratejik role sahip’
Mahsum Sağlam
Ortadoğu’da 3. Dünya Savaşı ve yeniden dizayn tartışmaları sürerken bölgeyi saran savaş birçok ülkeyi tedirgin etmeye başladı. Türkiye bir yandan Kürt sorununda PKK Lideri Abdullah Öcalan’a çağrılarda bulunurken diğer yandan Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılarını sürdürmeye devam ediyor. Bölgeden gelen sivil insanların katledilmesi ve yaşam alanlarının bombalanması haberleri, Türkiye’nin Kürt sorununa yaklaşımında niyetini de sorgulatıyor. PYD Eşbaşkanı Xerîb Hiso ile saldırıları ve arka planını konuştuk.
- Ortadoğu’da yeniden dizayn tartışmaları sürüyor. Bu süreci ve 3. Dünya Savaşı’nı nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şuan bölgede sürdürülen savaş 3. Dünya Savaşı olarak adlandırılıyor. Ve henüz bu savaşın ortalarındayız. Savaşın karakteri daha da kızışarak, öyle görünüyor. Bu savaşı 1. Dünya Savaşı’nın bir devamı gibi okumak gerek. 1. Dünya Savaşı’nda başarılmamış olanı başarmaya çalışacaklar. Elbette ki bunun bölgeye çok yönlü etkileri olacak. 1. Dünya Savaşı nasıl ki bölgeye etki ettiyse ve haritada sınırlar çizildiyse 3. Dünya Savaşı’nın sonucunda da büyük bir ihtimalle yeni bir harita oluşacaktır. Bu konuda çok tartışmalar gelişiyor. Bu yeni haritada elbette ki Kürtlerin de rolü olacak. Kürtler eskisi gibi değil bölgede bir etkileri var artık. 100 yıl önceki Kürt değil. Kürtler bu yüzyılda kurucu özne olmayı, kendisi olmayı başardı, yeniden inşa etme ruhunu yakaladı ve ispatladı. Bugün Kürtler büyük bir stratejik role sahip. Kürtler arasında çok büyük gelişmeler de yaşandı. Egemen devletler bu yüzyılda zayıfladı ve daha da zayıflamaya devam ediyor. Bu gelişmeler Şam, Bağdat, Tahran ve Ankara’yı da etkiliyor. Bunun için 3. Dünya Savaşı’nda ya yeni değişimler yapacaksın, demokratik değişimler ve iç diyaloglar kuracaksın sorunları çözeceksin, Kürt halkının iradesini tanıyıp hukuki, siyasi, kültürel haklarını her konuda kabul edeceksin ya da bu adımlar atılmasa 3 . Dünya Savaşı’nın bu ülkelere olumsuz etkileri olacaktır. Bu hem bu ülkeleri hem de Kürtleri etkileyecektir. Bu ülkeler eskisi gibi Kürtleri katliamdan geçireceğiz, Kürtleri yok edeceğiz, onların hiçbir hakkını tanımayacağız, Kürtlerin kazanımlarını ellerinden alacağız derlerse dünya ve bölgenin içinden geçtiği bu süreçte bir gelişme kaydedemeyeceklerdir. Bu olumsuz düşünce onlara kaybettirecektir. Bu da yeni bir parçalanmayı yaşatacaktır. Şuan Suriye’nin durumuna bakalım; çok kötü ve sıkışmış bir durumda, bütün yönleriyle zayıflamış; Irak hakeza karmaşa söz konusu, İran bir kriz içerisinde, bunlar kavimsel devletlerdir. Bu zihniyetle kendilerini ayakta tutmuşlar. Kendi halklarının haklarını inkar ettikleri için bu kötü durumları yaşıyorlar. Türkiye de demokratik bir gelecek için ciddi adımlar atmalı. Yüzyıllık savaş ve çatışmalarla Kürtlerin iradesini kıramadılar, ortadan kaldıramadılar. Tersine Kürt sorunu büyüdü, evrensel bir sorun haline geldi. Kürt sorununun çözülmemesi Türkiye’yi büyük bir baskı altına sokmuştur. Bu süreçte herkes geleceğinin hesabını yapmalı. Bu hesap da güç, savaş ve iktidar olma üzerine olmamalı. Bu hesap birliktelik, diyalog, barışçı yöntemler üzerine olmalı. Demokratik bir sistem temelinde, tüm halkların hakları da içinde olmalı. Bu sürece olumlu cevap olmak gerekir. Eğer cevap olumlu olmazsa bu kriz daha da derinleşecek. Ölüm, göç, açlık, zayıflık olacak. İnsanlık değerlerini korumak için bunu kendi içimizde çözmemiz lazım. Dışarıya gerek de yoktur. Ancak bölgedeki devletler bu sorunun çözümüne yanaşmıyorlar. Toplumla konuşmayı gerekli görmüyorlar. Maalesef Kürt halkını da dinlemiyorlar. Bu yüzden bir inançsızlık var ve garantör devletlere ihtiyaç duyuluyor. Garantör devletler de barış ve çözüm için ihtiyaçlara cevap verebilirler. Bu süreç elbette Kürtleri de, Türkleri de, Arapları da, Farsları da etkiliyor. Ama etki sadece korkudur. Herkes bölgenin yaşadığı süreçten sadece korku duyuyor. Niye korkuyor? Çünkü çözüm yok, diyalog yok. Bu korkuyu toplumun yüreğinden atacak güç yok. Herkes savaşı, insan hakları ihlallerini düşünüyor. İşgali düşünüyor. Bu da olumsuz sonuçlar getiriyor. Biz de istiyoruz ki özgürlük, barış, demokrasi için yeni adımlar atılsın. Bunlar gelecek için gereklidir. Halkların geleceğini bunlar belirleyecek. Tersi de geleceği büyük ve ağır bir tehlikeye sokacaktır.
- Devlet Bahçeli’nin sözlerini nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce neden şimdi böyle bir çağrı yapma ihtiyacı duydu?
Toplum ve halk önemli bir süreçten geçiyor. Türkiye de bu önemli süreci okuyor, tartışıyor. Ama maalesef çözüm yolunu bilmiyorlar. Kendilerini üstün görüyorlar. AKP-MHP iktidardır. Kendilerini hem Türkiye’de hem de bölgede iktidar ve bir güç olarak görüyorlar. Ancak iktidarları ve güçleri çözüme kapalıdır. Krize açıktır. Savaşa, işgale, tehditlere açıktır maalesef. Çünkü barış zemini yapmamış, inşa etmemiş. İç ve uluslararası diyalog zeminini inşa etmemiş. Onun için de Bahçeli’nin açıklaması karşında herkes şok oldu. Bu hem olumlu hem olumsuz bir şok. MHP gibi faşist bir partinin lideri ve Kürtlerden nefret eden bir kişinin bu şekilde yaklaşması karşısında birçok kişi tuzak ve bir plan olduğunu söyledi. Çünkü Türkiye barış sürecini geliştirmeyi ve üzerinde durmayı istemedi şimdiye kadar.
AKP’nin içinde terör konusunda bir ısrar var. Halklara karşı düşmanlık eden MHP’de de var. Barış ve diyalog için bunlarda bir ısrar yok. Bahçeli, Erdoğan, Özel harekete geçti ama sonuç ne oldu! Rojava’ya saldırdılar. Peki yeni bir adımdan bahseden biri niye saldırıyor? Kuzey Doğu Suriye’de insanlarımızı öldürerek kuzeyde (Türkiye) barışı mı inşa edecek? Çözüm mü olacak? Hayır! Tıkanmışlık yaşıyorlar, içsel tıkanmışlığın sonucudur bu da. Son açıklamalarına bakılırsa “biz yaptık ama zemin yoktu” diyecekler, başka yöntemlere başvuracaklar.
Ekonomik, kültürel, sosyal, tarihi ve varlığımıza yönelik soykırımı halkımız üzerinde farz kılıp yürütüyorlar. Bu yolla çözümün önünü kapatıyorlar. Eğer söylediklerinde ciddilerse muhatap Rêber Apo’dur. Eğer Rêber Apo’nun ve arkadaşlarının fiziki özgürlüğü sağlanırsa o zaman demek ki niyetleri ciddidir. O zaman biz de bu ciddiyetle destek veririz. Eğer bunda ciddiyet yoksa biz de ona göre tedbirli olmalıyız. Diğer yandan bu bizim işimiz değil, biz sadece çözüm istiyoruz. Uzaktan izliyoruz ama bir sakatlık var. Yine de bu konuşmalar yetersiz de olsa benim kanaatimce Türkiye’de yeni bir sayfa açılacak. Türkiye’de demokrat siyasetçiler, yurtseverler, Kürt ya da Türk olsun, bunu gündem yapmalı. Bir baskı oluşturmalı. Diğer yandan Rêber Apo 26 yıldır zindandadır ve büyük bir direniş gösteriyor. Halk kendi iradesini ve Rêber Apo’nun direnişini birleştirdi. Kürdistan’da ve dünyada bir hamle başlatıldı Rêber Apo’nun özgürlüğü ve Kürt sorunu için. Bir diğeri savunma noktasında da büyük bir direniş var. Bunların yarattığı etki çok büyüktür, dünyadaki etkisi büyüktür. Dünyada da destek gördü. Önderlik için asıl mücadele eden halkın gücü ve iradesidir. Bunlara karşı tahammülsüzlük var. O yüzden kendileri böyle konuşmak zorunda kaldı.
- Abdullah Öcalan’ın mesajını Rojava halkı nasıl karşıladı?
Rêber Apo’nun mesajı büyük bir etki yarattı. Parti olarak biz, halkımız ve Kürtlerin dostları, Rêber Apo’nun dostları arasında büyük bir mutluluk yarattı. Bir anlam yüklediler bu görüşmeye. Birkaç cümle de olsa Rêber Apo’nun konuşması her insanın yüreğini mutlu etti. Diğer yandan çözüm için, savaşın durması için siyasal ve hukuksal bir mücadele için kendisi hazırsa ama tecrit devam ediyor. Bu mesaj kendi başına bile tüm toplum için bir güç oldu. İradeli bir güç, mücadelede ısrar için bir güç, direnişi yükseltme gücü. Yeni bir süreç olarak bu okundu ve toplum içinde öyle yorumlandı. Diğer yandan Rêber Apo’nun herkese selam göndermişti. Bu selam herkes tarafından yürek sıcaklığı ile karşılandı. Beklenti odur ki mesajın içeriği geniş bir şekilde açıklansın. Doğrusu herkes Rêber Apo’nun özgürlüğü için merak içerisinde. Onun için direniş güçlenmeli. Bu tecrit kırılmalı. Artık zamanı geldi. Zindan kapısının ardındaki yaşam, tecrit altındaki bir yaşam çözümün önünün kapanması, barışın tıkanması anlamına gelir. Demokratik ve ulusal diyaloğun yol ve yöntemlerinin önünün kapatılmasıdır. Çözüm ve barışın anahtarını Rêber Apo tekrardan dile getirdi. “Buna gücüm var, çözüm için büyük bir mücadele yürüyebilirim, hem pratik hem teorik gücüm var” dedi. Eğer tecrit kırılırsa barışın, çözümün ve anlaşmanın yol ve yöntemi de açılır. Rêber Apo’nun muhataplığı büyük bir inanç ve umut veriyor. Halkımız Rêber Apo’nun dışındaki muhataplığı kabul etmez. Mesajı tarihi bir mesaj. Türkiye halkları için de iyi bir mesajdır. Türkiye toplumu da bunu iyi görüp değerlendirmeli.
- Kuzey ve Doğu Suriye’ye dönük saldırılar yoğunlaştı. Sivil ölümleri basına yansıdı. Rojava neden Türkiye’nin hedefinde?
Rojava’ya yönelik saldırılar devam ediyor. Tüm güçleriyle, insansız keşif uçaklarıyla insanlarımızı öldürüp katlettiler, yaraladılar. Sivil alanlar, yollar bombalandı. Peki neden? Bu Kürtlerin iradesine karşı savaşta ısrar etme zihniyetinden kaynaklanıyor. 50-60 insanımız sakat bırakıldı. Peki bu savaş suçu değil mi?
Biz çözüm karşıtı değiliz ki! Peki niye üstümüze böyle geliyor? Demek ki kin ile yaklaşıyor. Biz her ülkeyi, bölgeyi gözlemliyoruz. Bu bizim hakkımızdır. Halkların iradesi, demokrasi ve çözüm için demokratik bir sistem çerçevesinde direniyoruz, yol alıyoruz. Tüm Suriye halkı da bizimle beraber bu mücadele içerisindedir. Toplumsal bir sözleşmemiz var. Peki Türkiye neyden korkuyor? Türkiye Kuzey Suriye’de huzur olmasını, göçmenlerin, Lübnan’dan, Avrupa’dan kimsenin özerk bölgeye gelmesini istemiyor. Niye? Çünkü bize layık görmüyor. Millet Şam’a gitmiyor. Türkiye’nin işgal ettiği yerlere, çetelerin olduğu yere gitmek istemiyor. Herkes bizim bölgemize geliyor çünkü güvenlidir. İstikrar var. Türkiye bunu bozmak istiyor. Peki niye yönlerini Şam’a ya da diğer çevrelere dönmüyorlar? Çünkü bizim statümüz gelişiyor. Bu istikrarı bozmak için hunharca üstümüze geliyorlar. Halkı dağıtmak, işsiz bırakmak, yaşamsız bırakmak, var olan yaşamı dağıtmak, insanları, çocukları korkutmak istiyorlar. Çocuklar okula gidemiyor. İşçiler işlerine gidemiyor. Hat şoförleri arabalarını kullanamıyorlar. Niye, çünkü saldırı var. Bu yöntemle Türkiye ne elde edecek? İnsanları öldürerek mi bu sorunu çözecek? Sivilleri, kadınları, çocukları öldürerek mi bu savaşta başarılı oldum diyecek? Bu başarı değildir. Bu Türkiye devletinin başarısızlığı ve zayıflığıdır. Çetelerine baktığı kadar kendi milletine bakmıyor. Bu kendi iç sorunudur, dışarı çıkarmasın. Ortadoğu ve dünyada vasfını kaybediyor Türkiye.
- Suriye rejimi ile ilişkileriniz ne durumda? Erdoğan, Esad ile görüşmek isteğini dile getiriyor. Rojava’yı bu süreçte ne bekliyor bahseder misiniz?
Hassas süreçteyiz. Bir süredir AKP’nin Suriye rejimiyle yan yana gelmek için bir çabası var. Bu sürece kadar gerçekleşmemiştir, çünkü o zemin yoktur. Şam hükümetinin AKP’ye güveni yoktur. Ülkelerini işgal etmişler. Erdoğan Esad’ın dostuydu ama Erdoğan Esad’a sırtını döndü ve Esad’a karşı çalıştı. Baas rejimi sert bir rejimdir, çabuk çabuk bir şeyleri kabul etmez. Kriz başladığı zaman Erdoğan yanlış hesaplar yaptı. Düşüncesi 3 ayda Suriye yıkılacak ve her şey misak-ı milli çerçevesinde Türkiye’ye kalacak! Buna göre yaklaştılar. Ancak hesaplar tutmadı. 13 yıldır Türkiye çetelere, İhvan’a yardım ediyor. Bunda da başarılı olmadı. Bu yüzden pişman oldu ve şimdi de Esad ile yan yana gelmek istiyor. Buna karşı Baas rejiminin tutumu onlara göre daha güçlü. Esad tutumunu ortaya koydu ve işgalin son bulmasını istiyor. Şimdi işgal son bulsa gerçekler de ortaya çıkacak. O yüzden Putin’den rica ediyor, Mısır’a, Bağdat’a gidiyor. Kirli planlarını onların aklına koymak istiyor. Esad’a yaklaşmadaki amaçları Kürtlerin haklarını yok etmek. Bunun içinde biz bu yaklaşımı iyi görmüyoruz, tehlikelidir. Sadece bizim için değil, Suriye hatta Türkiye halkı içinde tehlikelidir. Çünkü savaş istiyor. İran, Hamas, Hizbullah ve onların ardılları buradadır ve bir savaş içerisindedir. Uzaktan uzağa İran’a, Hizbullah’a ve Hamas’a karşı yürütülen savaştan istifade etmek istiyor. Sonuçta da Suriye’yi savaşa çekip “Ben seni koruyacam!” demek istiyor. Demokratik özgür Suriye’nin geleceği için diyalog zeminini baltalıyor.
(Çeviri için Rojdan Erez’e teşekkürler.)