Geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın (belki aslında “devletin” demek daha doğru), bir milletvekilinin, partisine katılımı dolayısıyla söyledikleri, Kürtlere bakışını özetler nitelikteydi. “Çocuk çok önemli. Bak PKK’nın 5 tane 10 tane 15 tane var”. Yani Erdoğan, Kürtler, Türklerden daha hızlı çoğalıyor, onun için Türk kadınları daha fazla çocuk doğurmalı demiş oluyor. Bundan daha ırkçı bir söylem olur mu? Erdoğan ertesi gün bu sözlerini düzeltmeye çalışmışsa da güneş balçıkla sıvanmaz misali Kürtlerle ilgili ırkçı bakışı ortalığa dökülmüş oldu.
“Çözüm süreci”ni başlatmış, “Milliyetçilikleri ayaklarımın altına aldım” diyen bir noktadan, “Baldıran zehri içerim” diyen bir noktadan Erdoğan’ın gelmiş olduğu yer gerçekten ibret verici! Geçenlerde Diyarbakır ziyaretinde ise benzer şeyleri tekrarladı: “Biz çözüm sürecini niye başlattık? Yeter ki artık anneler ağlamasın dedik, yeter ki akan kan dursun dedik, yeter ki milletimiz her kökenden, her inançtan, her meşrepten insanıyla kardeş olsun dedik. Bu bölgenin insanları demokrasiden, ekonomik büyümeden nasibini alsın diye baldıran zehiri de olsa, bu meydanda söyledim, içeriz dedik”.
Evet! Artık eveleyip gevelemeyi bırakalım. Bu ülkeyi yöneten akıl, Kürtleri kendisine düşman (ya da rakip, nasıl derseniz) bir halk olarak görüyor. Onun için onları asimile etmenin, olmuyorlarsa da zapta rapta alıp yönetmenin yollarını arıyor. Bu düşüncelerin nerelere kadar gideceğini de tam olarak bilmiyoruz.
Rahmetli, bu ülkenin gelmiş geçmiş en cefakar sosyalisti Dr. Hikmet Kıvılcımlı, 30’lu yıllarda Kürtlerin bir sömürge halk olduğunu yazmıştı. O zamandan bu zamana çok yıllar geçti. Ama Erdoğan’ın sözleri gösteriyor ki bu ülkedeki devlet aklı Kürtleri hep böyle gördü, hep “öteki” olarak görmeye devam etti ve hala da ediyor.
Bu konunun üzerine çok şeyler yazmak lazım. Ben bu yazıda özellikle sol cenahtaki arkadaşlarla, HDP’yi hala “sol” görmekte zorlanan arkadaşlarla birkaç düşüncemi paylaşmak istiyorum.
Özellikle günümüzde toplumların “ağ” şeklinde örgütlenmiş olduğu gerçeğinden giderek söylersek “ötekileştirme”, ulus-devlet ağının içinde bazı grupları dışarıda tutma davranışıdır. Ulus-devlet ağını kontrol eden güçlülerin, ağa dahil olmanın kurallarını kendilerinin koyduklarını hatırlarsak, “ötekileştirilmiş” olanın, ağın bütün nimetlerinden daha az yararlanması da sağlanmış olacaktır. Şimdi soru şu: sömürüyü, eğer sömürü kavramını başkalarından haksız bir şekilde yararlanmak olarak tanımlarsak, Türkiye’deki sistemde büyük ölçüde “ötekileştirilmiş” Kürt toplumunun ekonomik olarak da sömürüldüğünü ileri süremez miyiz? Evet, kapitalist sınıf proletaryayı sömürmektedir, bu doğru. Ama bir toplumun güçlüleri, o toplum içindeki farklı bir kimliğe karşı giriştiği işlemlerinden veya ilişkilerinden haksız ve karşılıksız çıkarlar elde ediyorsa o kimliği ekonomik olarak da sömürdüğü sonucuna varamaz mıyız?
Neoklasik iktisat teorisi, bir üretim faktörünün sahibinin, o faktörün marjinal ürününden daha azını alması durumunda sömürüldüğünü kabul eder. Marksistler ise işçilerin ücret biçiminde elde ettiklerinden daha fazla değer yarattığında sömürünün gerçekleştiğini düşünürler. Yani kısaca, ekonomik fazlalığın işçilerden kapitalistlere aktarılmasını sömürü olarak tanımlarsak, neden bir toplumun yarattığı değerlerden toplum içinde bir halkın daha az yararlanıyor olmasını ekonomik sömürü olarak tanımlamayalım ki?
Nitekim Erdoğan ne diyor? “Bu bölgenin insanları demokrasiden, ekonomik büyümeden nasibini alsın diye baldıran zehiri de olsa içeriz dedik”. Demek o da farkında ki Kürt halkı ülkenin diğer halklarının sahip oldukları demokrasiden de, ekonomik büyümeden de nasibini alamıyor. Bu, Kürt halkının bu ülkenin sömürülen bir halkı olduğunu açıkça ortaya koymuyor mu?
Sonuç olarak, Cumhuriyet’in yüz yılı biterken, yüz yıldır perdelenmiş gerçekler kendilerini giderek daha fazla görünür kılıyor ve çözüm istiyorlar. Bunlardan biri kılık-kıyafet meselesi, biri Alevi meselesi ise Kürtlerin kimlik meselesidir ve bana göre de en önemlisidir. Yukarıdaki tartışmanın ana fikri ise açıktır ki bir kimliğin sistemden “ötekileştirmesi” de tıpkı işçilerin sömürülmesine benzer ekonomik bir olgudur. Özetle Kürtlerin bu ülkedeki mücadeleleri tıpkı işçilerin ekonomik sömürüye karşı mücadeleleri gibi bir mücadeledir ki bu, bu siyasetin “sol” bir siyaset olduğunun da açık kanıtıdır. Artık yanlış yerlere bakmakta ısrar etmeyelim!