Yapamayacak mı Kürt siyasetçiler siyaset? Ya da Kürt siyasetçiler halkın beklentilerine cevap olamayacak mı hiçbir zaman? Demokratik (!) ülkemizin siyasi tarihinde Kürtlerin temsil edildiği partilere göz attığımızda nasıl içler acısı bir tabloyla karşılaştığımızı net bir şekilde görüyoruz.
7 Haziran 1990’da kurulan Halkın Emek Partisi (HEP) “devletin ilkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacını taşımak ve bu yolda faaliyette bulunmak.” iddiasıyla 14 Temmuz 1993’te anayasa mahkemesi tarafından kapatıldı.
25 Haziran 1992’de kurulan Özgürlük ve Eşitlik Partisi (ÖZEP) aynı yıl HEP’e katılarak kendini feshetti.
HEP’in kapatılma ihtimaline karşın 12 Ekim 1992’de kurulan Özgürlük ve Demokrasi Partisi (ÖZDEP) 30 Nisan 1993’te kapatıldı.
HEP’in kapatılma davası sürerken, 7 Mayıs 1993’te kurulan Demokrasi Partisi (DEP) ise 16 Haziran 1994’te kapatıldı. 11 Mayıs 1994’te bu kez Halkın Demokrasi Partisi (HADEP) adıyla kurulan parti de 13 Mart 2003’te kapatıldı.
24 Ekim 1997’de kurulan Demokratik Halk Partisi (DEHAP) hakkında 2002’de anayasa mahkemesi tarafından “Örgütlenmesi tamamlanmadan seçimlere girdiği” iddiasıyla kapatma davası açıldı. DEHAP da 19 Kasım 2005’te kendini feshederek, 9 Kasım 2005’te kurulan Demokratik Toplum Partisi’ne (DTP) katıldı.
Nihayetinde siyasi baskılar Kürt siyasetini yıldıramadı ve bu siyasi gelenek, Barış ve Demokrasi Partisi- 3 Mayıs 2008 (BDP- Demokratik Bölgeler Partisi-11 Temmuz 2014 DBP) ve Halkların Demokratik Partisi- 15 Ekim 2012 (HDP) ile günümüzde aktif bir şekilde, görevini başarıyla devam ettirmektedir.
20 Ekim 1991 yılında Sosyaldemokrat Halkçı Parti (SHP) ve Halkın Emek Partisi (HEP) arasındaki siyasi ittifak ile Kürtler TBMM’de kendi milletvekilleriyle ilk kez temsil edildiler. Ancak 20 Ekim 1991’deki birinci parlamento dönemi 2 Mart 1994’te Kürt milletvekillerinin (Leyla Zana, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Selim Sadak, Hatip Dicle, Orhan Doğan…) tutuklanmalarıyla son buldu.
Kürtlerin ikinci defa parlamentoya girmeleri ise 20 Temmuz 2007’de gerçekleştirilen genel seçimlerle oldu. O tarihten bu yana tüm baskılara rağmen TBMM’de “riskli sanat” olan siyaseti başarılı bir şekilde devam ettirmektedirler. Gelelim Kürt siyasetinde yerel yönetimlere.
Kürtlerin yerel yönetim tecrübeleri parlamentoya girme tarihlerinden öncesine, yani 1979 yılına dayanmaktadır. O dönemde yerel seçimlerde Batman’da Edip Solmaz, seçimlere bağımsız olarak girip kazanıyor. Ve seçildikten yirmi yedi gün sonra faili meçhul bir cinayetle hayatını kaybediyor. Diğer yandan Urfa’nın Hilvan ilçesindeki halk, kendi kendilerini yönetmek istediklerini söylüyor ve dönemin belediye başkanı, belediye yönetimini halkın iradesine bırakıyor. Halk da Nadir Temel başkanlığında tam anlamıyla demokratik bir meclis kuruyor. Ancak 1980 askeri darbesiyle bu yönetim de darbeden payını alıyor.
1980 darbesinden tam 13 yıl sonra HEP’in kapatılmasıyla kurulan DEP’e çeşitli il ve ilçelerden 14 (SHP’den 8, Bağımsızdan 2, ANAP’tan 1, DSP’den 1, DYP’den 1 ve CHP’den 1 olmak üzere) belediye başkanı DEP’e katılıyor. Ancak o dönem bu gelişmeyi kabullenmeyenler, tıpkı bugün olduğu gibi belediye başkanlarını görevden alıp, gözaltı yapıp tutukluyorlar. O günden bugüne demokrasi konusunda bir arpa boyu yol alınmadığını da dün Diyarbakır Büyükşehir Belediye başkanı Selçuk Mızraklı’ya verilen 9 yıl 4 ay 15 gün cezayla görmüş olduk. Ne yaptı başkan Mızraklı?
Eminim, asırlar sonra anlatılsa ülkenin demokrasisi “abartılı masal” diyecekler. Halbuki yüzde yüz gerçek. Görüyoruz, duyuyoruz, biliyoruz olanları.
Adam, aday olurken sorun yoktu. Seçim propagandası yaparken sorun yoktu. Seçimi kazanırken sorun yoktu. Mazbatayı alırken sorun yoktu da başkanlık koltuğuna otururken mi terörist oldu?
Selçuk Hoca, emek vererek doktor oldu. Halkın talebi ve oylarıyla da belediye başkanı oldu. Şimdi ise tutsak. Hem de 9 yıl 4 ay 15 günlük bir cezaya mahkum edildi…
Sadece VİCDAN, başka da hiçbir şey!
Peki onlarca yıldır Kürt siyasetine ve siyasetçilerine uygulanan bu zulüm bir an olsun halkı yönetmeye aday olan kişileri ve seçmenlerini bir an olsun geriletebildi mi?
Cevabı koca bir HAYIR! oluyor soru’nun.
Çünkü seçilenler de seçenler de çok iyi biliyorlar ki ortada
Rüşvet yok.
İhaleye fesat karıştırma yok.
Vergi kaçırma yok.
Seçmenlere ihanet yok.
Kısacası yüz kızartıcı hiçbir suç yok ortada.
Ve bunun içindir ki tutuklanan hiçbir SEÇİLEN başını eğmiyor. Bilakis başı dik olarak onurla gururla yürüyorlar. Varsa seçilenlerin tek korkuları, o da seçmenlerine HESAP VEREMEYECEK OLMALARIDIR. Bugüne kadar hesabını veremeyecek adım attıklarına da şahit olan yok ne güzel, ne mutlu.
İşte Kürt siyasi gelenek onun için YILMAZ’dır.