Rusya’nın Suriye stratejisindeki temel unsurlardan biri de karşı cepheyi zayıflatmak üzere ABD ve müttefikleri arasındaki iç çelişkileri harekete geçirmek oldu. Rusya’nın AKP iktidarına ve Suriye Kürtlerine karşı mevcut yaklaşımı da bu strateji çerçevesinde anlam kazanıyor. Rusya’nın Suriye savaşındaki gelişmelere dair stratejik yaklaşımını yansıtan South Front sitesinde 21 Eylül’de geniş bir Türkiye analizi yayımlandı.
“Suriye’deki Türk Stratejisi: Askeri operasyonlar, vekil güçler ve İdlip meselesi” başlıklı analizde hem Türkiye’nin hem de Kürtlerin ABD ile bağları ve aralarındaki çelişkiler hatırlatılıyor. Türkiye’nin öncelikli hedefinin bölgedeki Kürt varlığını etkisizleştirmek olduğundan söz ediliyor ve Rusya’nın çıkarlarının da bu konuda Türkiye ile çakıştığından söz ediliyor. İlgili iki bölümü aktaralım; birincisi: “[Türkiye’nin iki temel hedefinden birincisi] Suriye’nin kuzeyindeki Kürt silahlı oluşumlarının icabına bakmak. Türkiye kuzey Suriye’de YPG başta olmak üzere Kürt silahlı gruplarıyla doğrudan çatışıyor.
YPG aynı zamanda PKK’ye hem askeri hem de politik anlamda bağlı. (YPG’nin politik kanadı PYD, PKK ile birlikte KCK’nin bir parçası.) Türkiye, ABD ve pek çok diğer devlet PKK’yi terörist bir grup olarak kabul ediyor. Buna rağmen Demokratik Suriye Güçleri’nin hâkim unsurları olarak YPG ve PYD, ABD’nin desteğini alıyor.” Şimdi aktaracağımız ikinci bölüme geçmeden, söz konusu analizde doğrudan söylenmeyen ama ima edilen unsuru hatırlatalım. Rusya ABD’nin aksine PKK’yi terör örgütü olarak kabul etmiyor. ABD ilişkisini YPG’ye askeri destekle sınırlı tutarken Rusya’da bir PYD ofisi açıldı. Ne var ki Rusya, gelinen noktada Suriye Kürtlerinin ABD ile ilişkilerinden hoşnutsuz ve bu hoşnutsuzluk Kürtler karşısında AKP iktidarının bazı isteklerine yanıt verme şeklinde bir sonuç üretiyor.
Analizdeki kritik ikinci bölüm: “(…) bazı Rus uzmanlar, Türkiye’nin Rusya’ya karşı ABD ile müttefik olduğunu söylüyor ki bu temelsiz bir tez değil. Türkiye bir NATO üyesi, Ankara geçmişte olduğu gibi bugün de, İdlip’teki radikal silahlı gruplar başta olmak üzere, Esad yönetimiyle müzakere etmek istemeyen muhalif grupları destekliyor. Türkiye ile Suriye- İran-Rusya ittifakının hedefleri arasındaki çelişki, Suriye ordusunun İdlip’e yönelik olası askeri operasyona hazırlandığı dönemde açıkça görünür hale gelmişti.
Ne var ki Suriye Kürdistanı’nda Türkiye’nin, Suriye’nin ve dolayısıyla da Rusya’nın çıkarları örtüşüyor. Rusya kuvvetlerinin Suriye’ye gönderilmesinin ardından ve özellikle de 2017’de Halep’in kurtarılmasının ardından Moskova Kürtler ve Şam arasında bir aracı olarak hareket etmeye, Şam’ı bir Kürt özerkliği yaratmaya ikna etmeye çalıştı. Ancak Kürt liderler Şam’la görüşmeyi reddetti ve umutlarını ABD ile kurdukları ittifaka bağladılar.
Bunu Washington’u Rojava açısından hızlı bir bağımsızlık güvencesi olarak gördüklerinden mi yoksa ABD temsilcilerinden aldıkları uyarılar nedeniyle mi yaptılar, orası çok da önemli değil. Muhtemelen iki faktör de rol oynamıştır. ABD yanlısı bir “bağımsız” Kürt devleti olasılığı Ankara, Tahran ve Şam’ı endişelendirdi ve birlikte harekete zorladı.
Böylece Kürtler, Suriye’de geniş bir özerklik elde etme şanslarını yitirdi ve büyük güçler arasında bir pazarlık unsuru haline geldiler.” Bu analizin elbette hiçbir siyasi aktör açısından bağlayıcılığı yok. Rusya, Şam ve PYD arasındaki diyaloglar daha ciddi kanallardan yürüyor olmalı. Ancak söz konusu tarafların çözüm konusunda hala diyalog tercihini öne çıkarmakla birlikte müzakerelerin yavaş ilerlediğinden söz ettiği, Rojava’ya yönelik ABD kaynaklı silah sevkıyatının Ankara, Moskova, Tahran ve Şam’ın ortak reaksiyonunu tetikleyecek şekilde sürdüğü de ortada. Bir dönem Kürtler lehine rüzgârlar estiren uluslararası ve bölgesel çelişkilerin, şimdilerde geçici de olsa AKP iktidarının hararetini alacak sonuçlar üretebildiği İdlip sürecinde görüldü.
İdlip’te Rusya, İran ve Şam’la anlaşan Erdoğan, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi toplantısında aynı konuda ABD Başkanı Donald Trump’ın teşekkürünü de alabildi. Halk güçleri aleyhine gerici ittifaklara, ihanetlere, pazarlıklara şaşırmanın anlamı yok. Daha fazlasına hazır olalım. Çünkü süreci kuşatan uluslararası ve bölgesel çelişki, bir tarafında devrimci güçlerin bulunduğu ilerici bir çelişki değil. Çatışmada, bir ülke halklarının emperyalist destekli cihatçı istilasına karşı direnişinin giderek silikleşip, emperyalistler arası rekabet eksenli gerici çatışmaların öne çıktığı yeni bir aşamayla karşı karşıya gelebiliriz. Afrin bunun uyarısıydı.
Bu yazı sendika.org’la eş zamanlı olarak yayımlanmaktadır.