Kendini devletin sahiplerinden biri olarak gören ve gösteren MHP lideri Devlet Bahçeli, mecliste DEM Partililerle tokalaştı ya, bir süredir Kürt sorununu konuşuyoruz. Bu yazı, ne oluyor ya da ne olabilir, kısmıyla ilgilenmiyor. Muhatapları belli ve bizler, onlar konuştukça, olan ve olabilecekler üzerinden çıkarsamalar yapmaya çalışacağız. Ama bu vesileyle kimi şeyleri bizim de konuşmamız mümkün.
Seçim dönemlerinde, DEM Parti’yi konuşan, tartışan, değerlendiren açık oturumlara, ilgili partiden bir temsilci çağırmaktan bile korkan -hem de muhalif- televizyon kanalları bugünlerde Kürtlerin kimi temsilcilerini TV kanallarına çağırmaya başladı. (Bu bile olumlu bir gelişme elbette!)
Böylesi bir programda CHP’nin eski milletvekillerinden Gülsüm Bilgehan, konuşmacılardan birine şöyle bir soru iletti; “Kürtler eşit vatandaştır. Devletin tüm organlarında yer alabiliyorlar. Peki, şimdi ne olmak istiyorlar da, olamıyorlar?” Gülsüm Hanım, şunu sormaya çalışıyor: Kürtler ne istiyor?
Gülsüm Bilgehan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucularından (başbakan ve cumhurbaşkanı olmuş) İsmet İnönü’nün torunudur. Belki de, Malatyalı (Kürt) dedesinden hareketle; Kürtler, ülkemizde her şey olabiliyor, diye düşünüyor olmalı. (Kendisine haşa “Kürt” demedim; dava falan açmasın yani)
İnönü tartışması daha uzun sürer. Ben size bir başka ‘Kürt’ten bahsedeyim: Cemal Ağa! Hemen çıkaramadınız mı? 27 Mayısçı albayların darbeci cuntalarının başına getirdikleri, Menderes’in tasfiye etmek üzere olduğu ve emekliliğini beklemekte olan Kara Kuvvetleri Komutanı Cemal Gürsel.
Kendisi daha sonra bir dönem Cumhurbaşkanlığı koltuğunda da oturan ve Erzurum Hınıslı bir ‘Kürt’ olan Cemal Gürsel’in, Ankara sokaklarında ve yurt gezilerinde gittiği Kürt illerindeki halka şöyle dediği hatırlanıyor: “Bu memlekette Kürt yoktur. Ben Kürdüm diyenin yüzüne tükürürüm.”
Ülkemizde 1990’lara kadar, Kürtler -kendilerini inkâr ettikleri sürece- her türlü makama gelebildiler ya da getirildiler. Halkın Emek Partisi ve ardından kapatılmaları yüzünden tekrar tekrar kurulan “Kürt sorununu demokratik yollardan çözme” amaçlı tüm partilerin yöneticileri ise ya öldürüldüler ya da uyduruk yargılamalar ardından cezaevlerine dolduruldular.
Haydi, size çok daha basit ve dahası güncel bir örnek vereyim:
Bizlerin “Amed” demeyi yeğlediğimiz Diyarbakır’a gidenler, lütfen oradaki arabaların plakalarına baksınlar. Bu kadar değişik illerden gelen arabalar burada ne arıyor, diye şaşıracaklardır. Tamam! Amed, bir büyükşehir ve ülkenin her yerinden şu ya da bu nedenle şehre gelenler çok oluyor.
Ancak arabaların ezici çoğunluğu şehrin sakinlerinindir. Amedliler, şehir dışına çıktıklarında; Ankara’ya, İstanbul’a doğru gittiklerinde trafik polislerinin bir numaralı hedefidir. Mutlaka durdurulurlar ve şu ya da bu ‘eksiklik’ bulunur ve ceza yazılır. 21 ile başlayan plakalı oto, ceza yazılacak araçtır.
Böylesi bir ‘av’da yakalanıp, uyduruk gerekçelerle ceza yemekten ve durdurulduğu için yolda belli bir zaman kaybetmekten bıkmış olan Kürtler, arabalarının trafik başvurularını başka şehirlerden yaparak, avlanma işinden kurtulmaya çalışıyorlar. Amedspor’a deplasman maçlarında gösterilen ırkçı tavrı zaten biliyorsunuz!..
Deniliyor ki, Kürtler ya da onları temsil eden siyaset, bölücü. Topraklarımızı bölecekler. Kürtler, niye Türklerden toprak istesin ki? Toprak zaten onların. Kürtler on binlerce yıldır burada yaşıyorlardı. Türkler ise, Orta Asya’dan buraya geleli sadece bin yıl oldu.
Kürtler, önce İrani, sonra İslami imparatorlukların ve hatta yakın zamanlardaki Selçukluların, Osmanlı İmparatorluğu dönemlerindeki gibi, kendi özerk yapılarını ve kimliklerini koruyarak yaşamak istiyorlar!
Bizlere hep soruyorlar: Kürtler ne istiyor? Hemen cevap vereyim: Kürt olarak yaşamak istiyorlar…
Yani kendi gelenekleri, türküleri, halayları ve elbette kendi anadilleriyle, ‘Türk gibi’ değil, Kürt olarak…