Federe Kürdistan’a ve Kobane’ye dönük saldırıları gazeteci Halit Ermiş ile konuştuk
Elif Aydoğmuş/İstanbul
Kuzey ve Doğu Suriye’de 25 parti ve oluşumun bir araya gelmesiyle kurulan Kürt Ulusal Birliği Partileri (PYNK) ve Suriye Kürt Ulusal Konseyi (ENKS) arasında uzun zamandır yapılan görüşmeler Duhok Anlaşması kapsamında 17 Haziran’da mutabakatla sonuçlanmıştı. Bu mutabakatın ardından Türkiye’deki yetkililerden ardı ardına açıklamalar geldi. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ENKS’ye atıfta bulunarak, “YPG ve PKK ile birlikte olanın bizim için YPG ve PKK’den farkı yoktur. Meşru hedeftir” dedi. Yine MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli de konuya ilişkin 22 Haziran’da yaptığı açıklamada, “Türkiye bu kepazeliği affetmeyecek, bu ihanete izin vermeyecektir” diyerek Kürtler arası görüşmelere tepki göstermişti. Birlik görüşmeleri paralelinde Türkiye’nin, hem Irak Federe Kürdistan Bölgesi’ne hem de Kobane’ye yönelik operasyonları akıllara KDP ve ENKS’ye de mesaj mı veriyor sorularını beraberinde getirdi. Uzun yıllardır bölgede bulunan gazeteci Halit Ermiş’le son gelişmeleri konuştuk.
- Kuzey ve Doğu Suriye’de PYNK ve ENKS arasında yürütülen birlik görüşmelerinde Duhok Anlaşması çerçevesinde mutabakata varıldığı haberleriyle eşzamanlı, Kobane’de sivil Kürt kadınlara ve Federe Kürdistan’a hava-kara saldırısı oldu. Sizce birlik görüşmelerinde ‘ilerleme’ açıklaması ile saldırılar arasında bağlantı var mı?
Türkiye’nin Kürtler arası birliğe karşı olduğu bilinen bir gerçek. 2013’te gelişen ulusal kongre çalışmaları da Türkiye’nin baskısına karşı duramayan KDP’nin geri çekilmesiyle sonuçsuz kalmıştı. Kaldı ki Türkiye, Rojava devriminin başından bu yana kendisine bağımlı bir Kürt yapılanması oluşturmaya çalışıyor. Bunun için ENKS ile Urfa, Antep ve Hewler’de yapılan ortak toplantılar sır değil. Türkiye’nin Rojava siyaseti, tamamen ortaya çıkabilecek olası bir Kürt yapılanmasını engellemekti. Ancak PYD’nin bölgede yükselişi bu senaryoyu boşa düşürdü.
Hatırlanırsa Tayyip Erdoğan, 2016’da yaptığı açıklamada, “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz” demişti. Daha sonra birçok kez bu açıklamasını tekrarladı. Esas strateji buydu, ama ENKS bu stratejide taktiksel bir ilişki ve araç olarak hep devrede tutuldu. Örneğin Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun 20 Şubat 2020’de Ankara’da ENKS yetkilileriyle görüşme sonrası yaptığı, “Kürtlerin meşru temsilcisi” açıklaması da bunun üzerinden gelişti. Ama ENKS’nin ulusal birlik çalışmaları içerisinde yer almasına aynı Çavuşoğlu, “PYD’ye yakın duran herkes bizim için meşru hedeftir” diyerek, ENSK’ye mesaj verdi. Aslında bir şekilde ENKS’ye ‘Kürtler arası birlik çalışmalarından uzak durması’ tehdidinde bulundu. Dolayısıyla, Kobane ve Federe Kürdistan’a yönelik saldırılar Türkiye’nin, Kürtler üzerindeki politikasının boşa düşmesiyle paralel.
Kobane saldırısının 25 Haziran 2015’te IŞİD’in Kobane’de gerçekleştirdiği toplu katliamın yıl dönümüne denk getirilmesi de tesadüf değil. Bu önemli bir husus. Kobane, IŞİD için sonun başlangıcı oldu. Ama Kobane’ye saldırı siyaseti durmadı. Şimdi bir yandan IŞİD’in sonunu getirmiş bir yer, bir yandan şimdiye kadar Türkiye tarafında duran ENKS’nin Kürt ulusal birlik çalışmalarına dahil olması (ENKS’nin KDP’den bağımsız hareket edemediği düşünüldüğünde aslında Türkiye’nin Kobane ve Federe Kürdistan’a saldırısıyla KDP’ye de bir mesaj verdiği ortaya çıkıyor) kendisiyle böyle bir saldırıyı getirdi.
- Kobane’de IŞİD’in yenilgiye uğratılmasının kadın öncülüğünde olduğu çok konuşuldu. Kobane’de Kürt kadın siyasetçilere yönelik saldırı ne anlama geliyor? Sizce Ankara, kapsamlı bir yönelim hazırlığı mı yapıyor?
Tabii bu saldırıda özellikle kadınların hedef alınmış olması, üzerinde durulması gereken önemli bir husus. Zira Kürt kadın hareketi hem bölge hem de tüm dünya kadınlarında büyük bir sinerji yarattı. Bu, Kürt kadın hareketini dünya kadınları için öncü güç durumuna getiriyor. Kürt kadınının geliştirdiği mücadele bugün bir diğer yönüyle Kürt halkının özgürlük mücadelesine öncülük ediyor.
Bu örgütlülük kadınlar açısından bir umut ve güven noktası olduğu kadar egemenler açısından “kurtulunması” gereken bir husus oluyor. O açıdan Kürt kadınları fiziki olarak direkt Türkiye tarafından hedef alınsa da, ama aslında kapitalist eril sistem tarafından da hedef alınmış oluyor.
Tüm bunlar bir araya getirildiğinde Kobane saldırısının, zamanlaması ve hedefleri itibarıyla çoklu bir niteliğe sahip olduğu tespitini yapmak yanlış olmayacaktır.
Sorunun ikinci bölümü açısından da şunu söyleyebilirim, Türkiye’nin Kobane’yi topraklarına katma gibi bir amaç peşinde olduğu kesin. Bu şekilde ele geçirdiği Efrin, Cerablus ile Gire Spi ve Serekaniye’yi birbirine bağlamak istiyor. Sınır hattının tümünü kontrol altına almayı hedefliyor. Rojava ile Federe Kürdistan’ı birbirinden koparmak, bir zamanlar geliştirilen Arap Kemeri gibi bir hat oluşturmak istiyor. Bence uluslararası ve bölgesel dengeler buna fırsat verdiğinde ele geçirmek için kapsamlı bir saldırıya girişecektir.
- ABD ve Rusya’dan ses çıkmadı. Bu sessizliği nasıl okuyorsunuz?
Türkiye’nin Efrin, Serekaniye saldırısı nasıl ki bu güçlerin bilgisi ve oluru dışında gelişmemişse Kobane’ye dönük saldırı da kesinlikle bu güçlerin bilgisi ve oluru dışında gelişmemiştir. Şu anda Kobane hava sahası Rusya’nın denetiminde, dolayısıyla kesinlikle Rusya bu saldırıya olur verdiği için yapılabildi. Ama açıklama yapmıyorlar. Çünkü Türkiye, ABD ve NATO’nun kendisine karşı yekpare bir cephede yer almasını istemiyor. İşte İdlib’de yaşanan durum var. Yine Libya’da iki taraf arasında kontrollü yürütülen bir gerilim durumu var. Kobane’de olduğu gibi fırsat bulduklarında birbirlerinin elini güçsüzleştirecek hamleler yapıyorlar. Rusya daha önce İdlib’de Türkiye’ye karşı aynı hamleyi yaptı. 5 Mart Moskova Mutabakatı böyle gelişti.
ABD açısından da Kürtler ile Türkler arasında yürüyen bir ‘tercih etme’ tartışması var. ABD, Ortadoğu ve dünya hegemonyası açısından Türkiye’yi önemli bir müttefik olarak görüyor. Ama Kürtler de Ortadoğu’da önemli bir güç. Şu durumda ibreyi Türkiye’den yana kırmış görünüyor. Bu durum Türkiye açısından bir boşluk yaratıyor ve Türkiye de bu boşluğu Kürtlere dönük saldırıyı genişletmede kullanmak ve sonuç almak istiyor.
- ABD’nin Sezar Yasası, Suriye’yi nasıl etkiliyor? Kuzey ve Doğu Suriye’ye yansımaları ne?
Suriye, iç savaş yıllarında büyük bir yıkım yaşadı. Sadece fiziki, toplumsal olarak değil, ekonomik olarak da böyleydi. Devlet adına işleyen bir sistemden söz edilemez. Ekonomi çökmüş durumda. Kendi bölge hakimiyetleri ve çıkarları açısından destek veren güçler olmasa Suriye’nin ne ekonomik ne de siyasi olarak ismen de ayakta kalması mümkün değil.
Sezar Yasası böyle bir durumda Suriye’yi yeni bir yıkım sürecine tabi tutuyor. Toplumun büyük kesimi açlık sınırının altında. Dikkat edilirse savaş yılları boyunca hiç ayaklanmayan Süveyda gibi kentlerde dahi örgütlü tepkiler ortaya çıkmaya başladı. Yine Deraa, Hama gibi yerlerde protestolar gelişiyor.
Suriye’nin bu ekonomik ambargoyu kaldırması, kendi gücüyle mümkün değil. Dolar Suriye lirası karşısında 2.500’ün üzerine çıkmışken bir memurun maaşı 50-60 bin Suriye lirası dolayında. Oysa sadece normal bir ev kirası 100 bin. Rejimin baskısı olmasa her gün yüz binlerce insan sokaklara dökülür. Ama işte asıl soru da rejimin bu baskıyla toplumu ne kadar denetimde tutacağıdır.
Ekonomik krizin Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi’ne etkisi rejim bölgelerine göre daha az. Özerk Yönetim’in kısmi düzeyde de olsa aldığı bazı tedbirler var. Örneğin rejim memurlara 50-60 bin Suriye lirası maaş verirken Özerk Yönetim bunun en az 2-3 katını veriyor. Yine toplumun büyük kesiminin ziraatla uğraşıyor olması önemli bir avantaj sağlıyor. Bölgede değişik ziraat ve hayvancılık projeleri geliştiriliyor. Özerk Yönetim hangi düzeye kadar krizin toplumu etkisi altına almasının önüne geçer bilemeyiz.
Ancak Özerk Yönetim açısından en büyük dezavantaj dış dünya ile bağlantısını kuran sınır kapılarının kapalı olması. Örneğin bir süredir Tıl Koçer sınır kapısının ticarete açılması tartışmaları var. Ancak buna izin verilmiyor. Rusya bunu veto etmişti. Dolayısıyla bu durum bölge açısından zorlayıcı bir husus.
- Suriye yönetimi-Rusya ve Kuzey Suriye arasında görüşme var mı?
Benim bildiğim kadarıyla bir görüşme durumu yok. En azından kulislerde konuşulan ya da doğrudan basına yansıyan bir görüşme yok. Dönem dönem bazı görüşmeler olsa da sistematiğe bağlanan, taraflar arasında sorunun çözümünün tartışıldığı, müzakere edildiği bir görüşme serisi hiç olmadı. Çünkü Suriye rejimi; Özerk Yönetimi, Suriye iç sorunlarının çözümünde bir güç olarak ele almıyor.
- Halk pratikle mesafe alıyor Kuzey ve Doğu Suriye’de sistem; ekonomik, siyasi, toplumsal ve savunma anlamında durum ne?
Şehirleri yıkılmış, milyonlarca insanı ülke dışına göç etmiş, yüz binlercesi öldürülmüş, altyapı anlamında neredeyse bir şeyi kalmamış, çok sayıda kenti dış güçlerin elinde olan Suriye’nin bütününe kıyasla değerlendirdiğinizde, Kuzey ve Doğu Suriye Bölgesi aslında ekonomik anlamda ciddi bir refah yaşıyor diyebiliriz. Bölgeye dönük saldırılar bitmiş değil. Her an her yere yeni saldırılar gelişebilir. İnsanlar sosyal yaşamını da bu gerçeği bilerek oluşturuyor. Kendi imkanları oranında savunmaya önem veren bir bölge. Ancak yüksek silah tekniğine yine de ulaşabilen bir bölge değil. Zira bunun için uluslararası alanda statüsünün kabul görülmesi gerek.
Sistemsel açında da bana göre çok önemli bir mesafe katedildi. Ciddi bir tecrübesizlik durumu vardı. Geride kalan yıllar içinde bu tecrübe kısmen de olsa oluştu. Kendisini sınırlara boğmayan, klişe oluşturmayan, pratikte sonuçlar çıkardıkça kendi içinde değişim-dönüşümü esas alan bir yapı.
Bir diğer ve bana göre en önemli yönü, halkın komün ve meclisler yoluyla yönetime direkt katılıyor olması. Bu bölge halkı açısından son derece yeni bir şey. Dolayısıyla aslında nasıl yapacaklarını da tam bilmiyorlar. Çünkü sürekli bastırılan, susturulan, tamamen biat ettirilen sistemden çıkarak kendisini direkt yöneten bir toplum haline geliyor. Önce biraz şaşırıyor, algılamaya, anlamaya çalışıyor ve eşzamanlı olarak pratik tecrübe ediniyor. Yine de bu yönde hâlâ alması gereken çok yol var. Ancak demokratik açıdan gelecek vadeden bir sistem diyebiliriz…
- Başta Rojava olmak üzere genel anlamda ulusal birlik çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ulusal birlik dışında Kürtlerin kazanımlarını garantiye alacak, özgür olmalarını sağlayacak başka hiçbir yol yok. Ama maalesef bazı Kürt çevreleri bu gerçeğin çok uzağında duruyor. Özellikle Federe Kürdistan hakimiyetini elinde tutan KDP bu yönlü son derece olumsuz bir rol oynuyor.
İşin doğrusu KDP’nin bir ulusal çizgisi de yok. Dikkat edilirse Kuzey, Rojhilat ya da Bakur’da geleceğine dair tek bir söz söylemiyorlar. Rojava’yı bu kadar gündemleştirmeleri ENKS’ye yer açmak üzerinden gelişiyor. Bir de tabii Rojava’da Kürtlerin ciddi kazanımları var. Bu kazanımların PYD çizgisinde kalmasını istemiyor. Bir şekilde denetime almak istiyor. Bu biraz da tabii kurduğu bölgesel ve küresel ilişki ağının kendisine biçtiği rolün de sonucu.
Mevcut durumda Rojava’da siyasi partiler arası birlik görüşmeleri yapılıyor. Ama Rojava’da da diğer tüm parçalarda da KDP önemli bir etkiye sahip. KDP ulusal birliğe gelmeyen politikasında ısrar ettikçe Kürtlere kaybettirecektir. Şimdi bakınız, bölgede yürüyen ve adına üçüncü dünya savaşı denen bir savaş gerçeği var. Bölge haritası yeniden dizayn edilecek. Sykes-Picot ve ardından Lozan ile parçalanan Kürdistan yeni dönemde haritada nasıl yer alacak? Bunun gerekleri neler ve Kürtler kendi özgürlüklerini nasıl sağlar? İşte burada ulusal birliğe yaklaşım öne çıkıyor. Eğer doğru yaklaşılır tek siyasi muhataplık ve tek askeri cephede bir araya gelebilirlerse o zaman kazanımlar kalıcı olur. Ama eğer bu parçalılık durumu sürerse o zaman Kürtleri çok daha ciddi tehlikeler bekliyor demektir.