Kürt halkının iradesi dışında gelişen sınırlar Kürtleri bölüp parçalayıp yeni bir durum yarattı. Bu durumu hiçbir zaman kabullenmeyen ve içine sindiremeyen Kürt halkı, o gün bugündür ulusal birlik için mücadele ediyor
Hüseyin Kalkan
Demokratik Toplum Kongresi (DTK) Eş Başkanı Leyla Güven, Maxmur kampının önemli bir özeliğine işarete ediyor. Kampta kalanların büyük bölümünün eski peşmerge ve Güney’in kurtuluş mücadelesine önemli katkılarda bulunanlar olduğunu söyleyen Güven, bu insanların yaşadığı kampa aylardır ambargo uygulandığını, belki de bu ambargodan güç alan Türk devletinin kampı bombaladığını ve üç kadının yaşamını yitirdiği bilgisini paylaşıyor.
Güneydeki negatif gelişmeler bununla da bitmiyor, KDP peşmergeleri YNK’nin denetiminde olan Zînî Wertê’e adeta yığınak yaptı. Bu durum Kürt siyasetleri arasında gerginliği daha da tırmandırdı. Tam da bu sırada PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın, Ulusal Birliğe ve Kürtler arası gerginliğin yıkıcı etkisine dair değerlendirmeleri kamuoyuna açıklandı. Leyla Güven’e Öcalan’ın mesajını nasıl değerlendirmek gerektiğinde sorduk. Güven’in birçok meseleye açıklık getiren yanıtları önümüzdeki sürecin niteliğini anlamlandırmamızı sağlayacak.
- Bir süreden beri DTK’nin de içinde olduğu Ulusal birlik çalışmaları sürüyordu. Bu çalışmalar hangi aşamada?
Bilindiği üzere Kürtler dört değil, tek parçaydı. İlk parçalanma İran ile Osmanlılar arasında Kasr-ı şirin antlaşması ile 1639 tarihinde ikiye bölünerek yapıldı. Daha sonra adeta iki yetmez denilerek bu defa da 1. Dünya Savaşı döneminde, 1916 yılında Sykes-Picot antlaşması ile dörde bölündü. Bu sunî ve Kürt halkının iradesi dışında gelişen sınırlar artık Kürtleri bölmüş, parçalamış ve yeni bir durum yaratmıştır. Bu durumu hiçbir zaman kabullenmeyen ve içine sindirmeyen Kürt halkı o gün bugündür ulusak birlik için mücadele etmektedir.
Demokratik Toplum Kongresi kurulduğu 2007’den bugüne Kürt sorununun demokratik çözümünü öncelikli mücadele alanı olarak benimsemiş ve bu kapsamda çalışmalarını planlamış ve politika geliştirmiştir. Bu politikaların başında ise Kürtlerin birlik, beraberlik yani ulusal birliğini hedeflemiştir. Bu konuda ciddi bir mesai de yürütülmüştür. 2013’te Sayın Öcalan’ın çağrısı ile başlayan ve çok önemli bir aşamaya gelen ulusal birlik çalışmaları nedenleri henüz tam olarak bilinmese de bir yerlerden müdahale edilerek durduruldu. O dönemki koşular birlik için son derece elverişliydi.
- Yukarda soruya bağlı olarak Ulusal birlik çalışmalarının önündeki engeller neler?
Ulusal birliğin önündeki en büyük engel Kürtleri yönetenler onları her alanda temsil edenlerin yani bizlerin zihniyetiydi. Dar bir bakış açısıyla tek parça eksenli bakan “ben kendi bulunduğum parçanın gelişmesi ve ilerlemesi için çalışırım” diyen anlayış olmuştur. “Diğer parçalar benim sorunum değil” diyen anlayış bugüne kadar ulusal birliğin önünde en büyük engel oldu. Zaten Kürtleri bölenler bu birliğin sağlanmaması için ellerinden gelen her şeyi yapıyorlar. Aradan geçen 100 yıl Kürtlere defalarca birlik olmamanın acılarını yaşattı. Eğer Kürtler kendi iç birliklerini sağlamış olsaydı bu kadar kıyım, katliam ve acı yaşanır mıydı?
- Ulusal birlik çalışmalarını kolaylaştıran etmenler neler?
21. yy dünyasında bütün gelişmeler küresel ve adeta ışık hızında gelişiyor. Egemenlerin bütün çabalarına rağmen gerçekler toplumdan gizlenemiyor. Gelinen aşamada yaklaşık 50 milyon Kürt dört ayrı ülkenin sınırları içinde statüsüz ve her açıdan güvencesiz bir durumla karşı karşıya. Bu durumu Güney Kürdistan referandum sürecinde gördük. Rojava’ya DAİŞ saldırılarında gördük. Kuzey Kürdistan özyönetim talebinde ve daha birçok kez gördük ve yaşadık. İşte bütün bunları gören Kürt halkı artık yeter “êdi bese” diyor. Birlik için kendi partilerini kurumlarını zorluyor ve birleşin, yekvücut olun, ulusal birliği sağlayın diyor. Halkımızın bu kadar kararlı ve istekli olması da bu çalışmaları kolaylaştıran nokta oluyor.
- Federe Kürdistan bölgesindeki yönetim Maxmur’a aylardır ambargo uyguluyor, salgına rağmen de bu ambargo kaldırılmadı. Maxmur’a reva görülen bu muameleyi nasıl değerlendiriyorsunuz?
Maxmur Kampında yaşayan halkımız belki de özgürlük mücadelesinde en ağır yükü taşıyan ve bu konuda her şart altında onurlu duruşundan asla taviz vermeyen bir duruş ve pratiği sergileyen insanlardır. Bu gerçekliği en iyi bilen de Güney Kürdistan halkıdır, hükümetidir. Buna rağmen yaklaşık 10 aydır bir ambargo uygulanıyor. Gerekçesi ne olursa olsun bu kadar büyük acılar yaşamış bir halka böyle bir yaklaşım olmamalıdır. Maxmur halkı kendi kentlerinde köylerinde baskıya zulme, ambargolara karşı çıktıkları için Kürdistan’ın bir parçasından diğer parçasına geçtiler. Maxmur’daki halkımız ağırlıkta Hakkari ve Şırnak bölgesinden gitmişlerdir. Çoğu da Güney Kürdistan’ın mücadelesinde yer alan ve oranın özgürleşmesine katkı sağlayan eski peşmergelerdir. Dolayısıyla, başta Güney Kürdistan’daki halkımız olmak üzere tüm Kürt halkı bu ambargoyu eleştiriyor ve çağrılar yapıyor. Güney hükümeti bu çağrıları dikkate alarak oradaki ambargoyu derhal geri çekmelidir. Aksi durumda ambargodan dolayı yaşanan ve yaşanacak olan bütün acıların sebebi olarak anılacaklardır. Maxmur Kampında en son Türkiye’nin hava bombardımanında üç berivan kadın yaşamını yitirdi. Bu durum bütün Kürtleri derinden etkiledi. Türkiye’nin Kürtlerin ölmesi, öldürülmesi konusunda bir kaygısı yoktur. Zaten savaşlarda en çok kadınlar ve çocuklar etkileniyor. Bu gerçekliği de göz önünde bulundurarak bu ölümlerin yaşanmaması için daha öngörülü politikalar geliştirmek gerekiyor. Hallac-ı Mansur’un deyimiyle “İnsanı, düşmanların attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar” diyoruz. Bütün Kürtlerin özlem duyduğu ulusal birliğin sağlanması çabalarının büyüdüğü bugünlerde kadınların ölümü herkesi çok üzmüştür.
- Beklenmedik bir gelişme de KDP yönetiminin Zînî Wertê bölgesine güç yığması oldu. Bu durum Türkiye ile birlikte bir askeri operasyon ihtimalini gündeme getirdi ve büyük tepki topladı. Bu durumu Demokratik Toplum Kongresi olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt Sorunu, Ortadoğu’da gelişen ve gelişecek olan bütün sorunlardan farklı olarak sınırları aşan ve uluslararasılaşan ve güncelliğini hiç yitirmeyen bir sorundur. Halk olmaktan doğan meşru haklarını kullanamayan ve sürekli terörize edilmeye çalışılan bu halk yaklaşık yüz yıldır direniyor. Bu direniş karşısında her türlü şiddet yöntemini deneyen ve sonuç alamayan egemenler adeta çılgına dönüyor ve ülkelerinin bütün ekonomik kayaklarını seferber edip sonuç almaya çalışıyorlar. Güney Kürdistan’da Zînî Wertê olayı da bu kapsamda ele alınabilir. Daha önce de o bölgelere defalarca hava saldırıları yapılmış ve bu operasyonlarda birçok insan yaşamını yitirmiştir. Aynı zamanda doğa, büyük ölçüde zarar görmüştür. Şimdi aynı konseptin devreye konulduğunu görüyoruz. Bu yaklaşımın hiç kimseye kazandırmayacağı çok açıktır. Türkiye’yi yönetenler Osmanlı oyunları ile Kürtleri karşı karşıya getirmek istiyorlar. Onların yaklaşımı hep aynı oluyor. Böl-parçala, çelişkiler yarat, karşı karşıya getir ve yönet. Bu yöntemden sonuç alamayacaklarını bildikleri halde çözümsüzlükte ısrar ediyorlar. Biz Kürt sorununun çözümün demokratik yöntemlerle ve Sayın Öcalan’ın öncülüğünde geliştirilecek bir müzakere ile mümkün olduğunu biliyoruz, söylüyoruz. Ayrıca Türkiye’nin Güney Kürdistan ve Rojava’daki varlığı meşru değildir. Başka bir ülkenin sınırlarına müdahaledir. Eğer bu saldırılar, Güney Hükümet yetkililerinin bilgisi dahilinde oluyorsa bu Kürt halkı açısından daha büyük bir sorundur. Biz de DTK olarak bu konuda halkımızın özlem duyduğu ulusal birliğe yakın olduğumuz bir süreçte bu konuya zarar verecek olan bütün yaklaşımlardan uzak durulması gerektiğini ısrarla vurguluyoruz.
- Bu gelişmelerde sonra Federe Kürdistan Bölgesindeki siyasetlerle bir temasınız oldu mu? Nasıl izlenimler aldınız?
Demokratik Toplum Kongresi olarak bu süreçleri çok ciddiyetle ele alıyor, açıklamalar ve çağrılarla bütün Kürt halkını ve kurumlarını sağduyulu ve reel gerçekliğe göre hareket etmeleri gerektiğini belirtiyoruz. Güney Kürdistan’a birçok defa DTK ve HDP heyeti olarak gidilmişti ancak bu süreçte pandemiden dolayı Güney Kürdistan’a heyet vb. gönderilmesi mümkün değildir. Ancak çeşitli biçimde girişimlerimiz devam ediyor. Bu süreci doğru temelde ele alıp yürütemezsek tarihsel bir fırsatı kaçıracağımızı biliyoruz. Bundan dolayı halkımızla birlikte kuyumcu titizliği ile yapacağımız ve söyleyeceğimiz her kelimeyi ölçüp biçmek ve halkın çıkarlarına hizmet etmeyecek hiçbir pratik sergilememeliyiz diyoruz.
Protokol güncellenmeli
Leyla Güven’e PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın kardeşi ile yaptığı görüşmede açıkladığı önerisinde sorduk. Güven yaptığı değerlendirmede, 1982 yılında yapılan protokolün güncellenmesinin, Kürt siyasetler arası gerginliğin son bulması için önemli bir adım olacağını belirterek, Öcalan’ın birlik için verdiği mesajın bütün Kürtler için anlamlı ve önemli olduğunu vurguladı.
- PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın Kardeşi Mehmet Öcalan ile yaptığı son telefon görüşmesinde, ulusal birlikle ilgili söyledikleri konusunda ne düşüyorsunuz?
DTK olarak çözümün aklıselim bir politika ile mümkün olduğunu belirtiyoruz. Sayın Öcalan’ın ailesi ile yaptığı telefon görüşmesinde 1982 yılında İdris Barzani ile 10 maddelik bir anlaşma yaptıklarını, Talabani’nin de bu anlaşmadan haberinin olduğunu ve bu anlaşmanın güncellenebileceğini söyledi. Devamında “Kürtlerin birliği olmazsa kimse Kürtler için bir şey yapmaz, kimseye güvenmesinler. Kürtler arasında kanın dökülmesi asla kabul edilemez; halk da biz de kabul etmiyoruz” demiştir. Sayın Öcalan’ın ulusal birlik çağrısının bütün Kürtlere en önemli ve anlamlı mesaj olduğunu belirtiyoruz. Bugün yaşadığımız her gelişmeyi Sayın Öcalan çok önceden görebilmişti. Çok değerli önerileri ile katkı sunmaya çalışmıştı. Ancak o şu an tutsak ve biz dışarıda olmamıza rağmen bu önerileri doğru değerlendiremedik. Şimdi Sayın Öcalan’dan gelen öneriler ve çağrıya doğru temelde yaklaşmak hepimizin asli görevidir. Dönemin ruhu da Kürtlerin birliğini kaçınılmaz kılıyor. Rojhilat’ta her gün Kürt gençleri idam ediliyor, Rojava’da ağır bedellerle elde edilen kazanımlar gerek DAİŞ gerek Türkiye tarafından her gün saldırıya uğruyor, Güney Kürdistan toprakları üzerinde Türkiye her türlü müdahaleyi kendinde hak görüyor. Kuzey Kürdistan’da ise Kürt halkının bütün kazanımlara saldırılırken belediyelerine kayyım atanıyor, siyasetçileri hukuksuzca tutuklanıyor, cezaevlerinde ölüme terk ediliyor, cenazeler kargo ile geliyor, mezar taşları kırılıyorken bizim parçalı değil bütünlüklü bir mücadeleye ihtiyacımız var.
Bu temelde Kuzey Kürdistan’da Kürt parti ve kurumların bir çoğunun içinde yer aldığı ulusal birlik çalışmalarını sürdüreceğiz. Ayrıca Kürt kadınlarının oluşturduğu ulusal birlik için Kürt Kadın Platformu da çalışmalarını büyük bir titizlikle devam ettiriyor. Kürt halkının hakkı, hukuku için mücadele etmiş ve şehit düşmüş bütün arkadaşlarımıza sözümüzdür ulusal kongremizi gerçekleştireceğiz. 21.yy Kürtlerin ulusal birliklerini sağladığı ve statülerini özgürlüklerini elde ettikleri yüzyıl olacaktır.