Maxmur Demokratik Halk Meclisi Eşbaşkanı Filiz Budak, son saldırılara ilişkin gazetemize konuştu. AKP-MHP iktidarının, Kürt kazanımlarını yok etmek için Maxmur, Şengal ve Kuzey Doğu Suriye’ye yöneldiğini belirten Maxmur Demokratik Halk Meclisi Eşbaşkanı Filiz Budak, ‘Kürt halkının mücadelesi, Üçüncü Yol dediğimiz konfederal sistemi insanlığa kazandıracak’ dedi
Gülcan Dereli
Türkiye’nin savaş uçaklarıyla Şengal, Maxmur ile Kuzey ve Doğu Suriye’nin Dêrik ile Şehba kentlerine 1 Şubat’ta düzenlediği hava saldırısına tepkiler sürüyor. Birçok merkezde alanlara çıkan halk, saldırıları kınarken birlik çağrısı yaptı. Dünyanın sessiz kaldığı saldırıların arka planında ne var? Birleşmiş Milletler (BM) korumasında olan Maxmur’a, 73-74 fermandan geçirilmiş Êzidî halkının yaşamı yeniden inşa ettiği Şengal ile Kuzey ve Doğu Suriye’ye yapılan saldırının arka planının da ne var? Saldırıdan 2 gün önce Bağdat’ta yapılan toplantıda ne konuşuldu? Saldırı sonrası Federe Kürdistan Başkanı Neçirvan Barzani’nin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı ziyareti ne anlama geliyor? Tüm bu konuları Maxmur Demokratik Halk Meclisi Eşbaşkanı Filiz Budak ile konuştuk.
Maxmurlular planları boşa çıkardı
Maxmur halkının kazanımlarına tahammülsüzlük olduğuna dikkat çeken Budak, “Maxmur 12 bin kişinin yaşadığı bir mülteci kampıdır. Maxmur’da yaşayanlar 90’lı yıllarda Türk devletinin inkar, imha, kırım politikaları sonucunda kendi memleketlerinden göç ettirilerek Güney Kürdistan’a yerleşmiş bir Kürt topluluğudur. Maxmur’un öncesi de Beher’den Maxmur’a kadar 8 kamp dolaşmış bir halktır. Bu kamplarda yaşanmış çok büyük zorluklar oldu” dedi.
Maxmur halkının 27 yıllık bir yaşam mücadelesi olduğuna dikkat çeken Budak, “Maxmur Özerk bölge olarak kendi yaşam sistemini kurmuş bir özyönetimi oluşturmuş. 27 yıldır öz iradesi ile kendini yönetebilen, koruyabilen ve geçimini sağlayabilen bir bu topluluktur. Zamanında Türk devletine boyun eğmediği için, koruculuk dayatmasını kabul etmediği için, teslim olma, ihanet etme dayatmalarını kabul etmediği için kendi memleketlerinden göçe zorlandılar. Başka seçenekleri yoktu. Ya orada kalıp inkarı, imhayı, koruculuk sistemini kabul edeceklerdi, ya da direneceklerdi. Onlar direnmeyi seçtiği için gruplar halinde peş peşe göç etmek zorunda kaldılar. Özellikle Botan halkı. Göç sonrası tabi ki yaşamları eskisi gibi olmadı. Özellikle Maxmur çölünde yaşam koşulları, psikolojik boyutuyla zor bir yaşam biçimi oldu. Hala da öyle. Maxmur birçok ilklerin yeridir aslında. İlk adımların atıldığı yerdir. Özellikle Maxmur şahsında Türk devleti de dahil uluslararası devletlerin göç politikasından bütün beklentilerini Maxmur Mülteci Kampı duruşlarıyla, kurdukları yaşam biçimiyle boşa çıkarmışlardır” diye konuştu.
Asimilasyon politikası darbe vurdu
Asıl meselenin sömürge olduğuna dikkat çeken Budak, sözlerine şöyle devam etti: “Devletlerin bir topluğu göç ettirmek politikasının arkasında, kendi özlerinden, kültürlerinden koparılmak, dillerini unutturmak, toplumsal örf adetlerini unutturmak, bunların dışında ulusal birlikteliklerini parçalamak ve yetişecek olan neslin büsbütün ideolojilerinden, ulusal fikirlerinden kopuk bir neslin yetiştirilmesi hedefleniyor. Yani teslim alma, bezdirme, pes ettirme politikalarını uyguluyorlar. Tamamen bizi asimile etmek için bu politikayı gerçekleştirdiler. Ama Maxmur bunu boşa çıkardı. Maxmur kurduğu yaşam biçimiyle Kürt anadilini eğitim sisteminde yaşattı. Ana okulundan, liseye kadar bütün eğitim müfredatlarının Kürtçe olması bu politikaya vurulmuş en büyük darbedir. Maxmur’un özyönetim sistemini oluşturup kendi kendini yönetmesi bu politikaya vurulmuş en büyük darbedir. Kendi kültüründe yeni nesilleri yetiştirme, hafızadan, kökünden, kültüründen, geleneklerinden kopuk olmayan aksine o kültürü o kökü en iyi şekilde temsil eden, yaşatan bir nesil yetiştirmek Maxmur’da bu politika vurulmuş en büyük darbelerden biriydi. Bunu gören sömürgeci güçler daha da çok Maxmur’a saldırmaya başladı.”
Maxmur 90’ların canlı hafızasıdır
Asıl amacın kampın boşaltılmak olduğunu dile getiren Budak, “Maxmur’u nasıl boşaltırız, nasıl tasfiye ederiz, orada kurulan sistemin içini nasıl boşaltırız arayışlarına girdiler. Bunu birçok yöntem ile denediler. İçine ajan mı sızdırmadılar, uyuşturucu maddeleri kullananları mı sızdırmadılar, karadan DAİŞ eliyle saldırmadılar mı, bunların hepsini gerçekleştirdiler. 2014 yılında DAİŞ ile Maxmur’u bitirmek istediler. Yıllardır dağıtmak istedikleri kampı, yapamadıklarını 2014’de DAİŞ eliyle yapmak istediler ve DAİŞ ilk yenilgi darbesini de Maxmur’dan aldı. Bundan dolayı Maxmur’a daha da çok saldırmaya başladılar. Nasıl etkisiz hale getiririz derdine düştüler. Bu süreçte 2014 yılından 2016 yılına kadar sürekli DAİŞ saldırıları oldu. Tabi bununla birlikte Şengal, Rojava’ya, bu üç alanda sürekli DAİŞ saldırıları oldu. 2017 yılından sonra TSK özellikle Maxmur’a yönelik hava saldırıları gerçekleştirmeye başladı. İlk hava saldırısı 6 Aralık 2017 yılında gerçekleşti. Özsavunma gücümüzden olan 4 arkadaşımızı kaybettik. Yaralılar oldu, hasar gören evler oldu. Bu saldırıdan sonra da her sene 3-4 kez Türk devleti savaş uçaklarıyla saldırdı. Kısacası şunu söylemek istiyorum Maxmur’un varlığı, kendini yönetmesi, Türk devletine teslim olmaması, 27 yıllık direnişi, Maxmur’un özgür toplum kimliğinde ısrarcı olması, teslim olmaması, bütün koşullara ve olumsuzluklara rağmen varlığını koruması bir diğer noktada Türk devletinin Kürt halkına yaptıklarının özellikle 90’lı yılların canlı bir hafızası olmasından dolayı da saldırıların hedefi oldu” diye vurguladı.
Okul çağında 3 bin 500 çocuk var
Türkiye’nin NATO’nun ikinci büyük ordusuna sahip olduğunu söyleyen Budak, “Maxmur Kampı Irak topraklarında BM’nin koruması altındadır. Siyasi mülteci statüsü BM tarafından onaylanmış bir kamptır. Irak güçlerine ve BM’ye rağmen nasıl saldırabiliyor? Buna rağmen saldırıla biliyorlarsa Irak ve BM ortak olmazsa böyle bir saldırı gerçekleşmez. Ve -1-2-3-4 değil 2017’den bu yana defalarca saldırdı ve her saldırıda şehitlerimiz oldu, yaralılarımız oldu. Bu kampta sadece okul çağında olan 3 bin 500 çocuk var Okul çağında olmayan çocuklar da var, yaşlısı, hastası var. Eğer bütün bunlar bilinmesine rağmen eğer Türk devleti saldırıyorsa bu BM ve Irak devletinden bağımsız değildir. Eğer bir devlet sınırları ihlal edilerek savaş uçakları tarafından toprakları bombalanıyorsa ve buna sessiz kalıyorsa o devlet bu saldırıyı onaylamış demektir. Bizim de uluslararasına en çok sesimizi duyurmaya çalıştığımız nokta budur. Irak devleti buna sessiz kalıyorsa buna ortaktır” dedi.
Barzani hanedanı da saldırının ortağıdır
Kampta 2014 yılına kadar da BM’nin temsilciliğinin olduğuna dikkat çeken Budak, “2014’te DAİŞ saldırdığında kendileri kampı bırakıp kaçtılar. DAİŞ temizlendikten sonra da halk döndü ama BM bir daha kampa dönmedi. Irak’ta akıl almaz bir gerekçe ile temsilcilerini göndermedi. Neydi o gerekçe ‘orası güvenli değil. Binler insan yaşıyor ama onlar için güvenli değilmiş” dedi. Yaklaşık iki ay önce Bağdat ile yapılan görüşmelerde bir dizi şart koşulduğunu dile getiren Budak, “Bağdat, ‘Biz geleceğiz, kampın girişine kontrol noktası kuracağız, bayrağımızı asacağız, hem siyasi, hem askeri temsilcilerimiz gelecek. Bunlar geldikten sonra bir daha bu kampa saldırı olmayacak’ denildi. Geldiler, askeri güçleri girişe kontrol noktası kurdular, Irak devletinin bayrağını astılar, kampın sayısını bildikleri halde ona rağmen yeni bir sayımda yaptılar. Bundan bir ay sonra (1 Şubat) kampa yine bir saldırı oldu. Hem de savaş uçaklarıyla, 2 arkadaşımızı şehit verdik, onlarca yaralılarımız oldu. Kullanılan silahlardan dolayı etkilenen onlarca vatandaşımız oldu. Bütün bunları göz önünde bulundurursak Türkiye saldırma gücünü Irak’ın ya iş birciliğinden ya da pasifliğinden alıyor. Biz bunu söylemiyoruz tabi bu saldırıların yaptıkları ittifaklardan dolayı olduğunu biliyoruz. Ne tesadüftür ki saldırıdan 2 gün önce yine Bağdat’ta Maxmur üzerine bir toplantı gerçekleştirildi ve saldırı gerçekleştikten saatler sonra Kürdistan Bölgesel Başkanı Neçirvan Barzani, Saray’da Erdoğan ile görüştü. Ve tüm bunları birleştirdiğimiz de bu saldırıya BM de, Irak da, Kürdistan Bölgesel Yönetimi de ortaktır ve Barzani hanedanı da ortaktır. Bütün bunlar birleşip Maxmur saldırısına onay veriyorlar” diye konuştu.
Üçüncü yol tüm insanlığa kazandıracak
Son süreçte özelde Maxmur ve Kuzey-Doğu Suriye olmak üzeri Kürt halkının geneline yoğun bir saldırı olduğuna dikkat çeken Mexmur Demokratik Halk Meclisi Eşbaşkanı Filiz Budak, “21 yüzyıldayız, bir yüz yılı geride bırakıp yeni bir yüz yıla girmek üzereyiz. Bu yüzyılın bir kaybeden tarafı olacak, bir de kazana tarafı olacak. Yüz yıldır Kürt halkının inkarı üzerinden kendini var etmiş bir Türk Cumhuriyeti var. Ve yüz yıldır varım demek için ayaklanmış ve savaşmış bir Kürt halkı, Kürt ulusu var. Lozan Antlaşması’nın bitişine gelirken Orta Doğu’da yeni bir siyasi haritanın çizileceği herkes tarafından biliniyor. Şimdi bu yüz yıllık savaşı kaybeden o çizilecek olan haritanın masasına oturamayacak. Kürtlerin durumu biraz daha farklı, Kürtler bu yüzyılı kazanırsa insanlık adına kimseye kaybettirmez aksine insanlığa kazandırır. Üçüncü Yol dediğimiz konfederal sistemi insanlığa kazandıracak. Kadınlar, gençlere, toplumlara, doğaya kazandıracak bir nevi insanlığa kazandıracak. Ama eğer bu ulus devletin en çirkin örneği olan Türk devleti kazanırsa Kürtleri ve Kürdistanlılara kaybettirecek. Bu bizler için ölüm, kalım meselesidir. Kürtler bu yüzyılı alırken diğer topluluklara ve halklara da kazandıracak, bunun savaşını veriyor. Türk devleti bu savaşı kazanarak Kürtlerin imhasını büsbütün gerçekleştirmek istiyor. Bu denli çetin bir savaştır yani. Biz eğer çizilecek olan siyasi haritada Kürtler olarak baş aktör olarak o masaya oturmak istiyorlarsa son iki yılımızı hiçbir şekilde kaçırmamız gerekiyor” dedi.
Özyönetim gücüne tahammülsüzlük!
Saldırıların temelinde AKP-MHP iktidarının kendini yaşatma sebebi olduğunu söyleyen Budak, sözlerine şöyle devam etti: “Biz eğer çizilecek olan siyasi haritada Kürtler en belirgin bir aktör olarak o masaya oturmak istiyorlarsa son iki yılımızı hiçbir şekilde kaçırmamız gerekiyor. Türklerde eğer insanlığa kazandırmak istiyorlarsa o masaya oturacak olan Kürtlerle bir anlaşmaya gitmelidir. Türk devletinin bu denli pervasızca saldırmaları bu nedenden dolayıdır. Yani bir ulus kendi varlığını başka bir ulusun yok oluşunda görüyor. Ama karşı ulussa kendi varlığıyla beraber o ulusu yokluktan özellikle özgürlük ve ekonomik anlamında kurtarmaya çalışıyor. Aradaki fark budur. Bu yüzyılı kazanmaya çalışan Türk devleti Kürdistan adına gerçek anlamda özgür Kürt adına, gerçek anlamda kendi kültüründen, benliğinden, Kürt kişiliğinden taviz vermeyen, özgür Kürt adına ne varsa yakıp yıkmak istiyor. Rojava’ya, Şengal’e Maxmur’a saldırlar bu çerçevededir. Bu üç alanda da Demokratik Özerklik sistemi kurulmuştur ve halk kendi kendini yönetiyor. Ve Türk devleti bu üç bölgeye, havadan, karadan, istihbaratı birimden her yönden saldırıyor.”
Biz artık Kürt olarak yaşamak istiyoruz
AKP-MHP iktidarının uzatmaları oynadığını söyleyen Budak, “Giderken alanı kan gölüne çevirmek istiyor. Gideceği artık aşikardır. Yüz yıl önce Kürtler kırımlardan geçirilmiş, Kürt sözcüğünü bile dile getirmekten çekinen korkan Kürtler, bugün Amerika, Avrupa birliği ile masaya oturuyor. Askeri anlamda da, siyasi anlamda da masaya oturuyor. Kürdün artık eski Kürt olmadığını gösteriyor. Kürtler artık kendi ulusal birlikleri, kendi ülkeleri, kimlikleri için, çalışıyorlar. Şu, bu devletin kimliğini cebimizde taşımayalım artık, ben benim, ben Kürt olarak yaşamak istiyorum. Kendi iradesini ortaya koyan bir Kürt var artık” diye vurguladı.
İmralı kapıları açılırsa sorunların çözüleceğini herkes biliyor
PKK Lideri Abdullah Öcalan üzerindeki ağırlaştırılmış tecride de dikkat çeken Mexmur Demokratik Halk Meclisi Eşbaşkanı Filiz Budak şöyle konuştu: “Türk devleti son hızla elindeki bütün imkanları kullanarak saldırıyor. Öyle bir saldırı ki kendi ülkesinin düştüğü bataklığı görmezden gelip, ‘yeter ki Kürtleri biterim’ deyip bunun bedeli Türkleri bitirmek dahi olsa bu saldırıları sürdürme amacındadır. Türkiye batmış. Ekonomik anlamda, insani anlamda batmış bir ülkedir. Her gün birileri ekonomik sıkıntılardan dolaya intihara sürükleniyor. Her gün birilerinin skandal kasetleri ortaya çıkıyor, yolsuzluklar vb. birçok şey almış başını götürmüşken, tek düşündüğü ‘Kürtleri nasıl yok edeceğiz’dir. AKP-MHP rejimi bir yüz yıl daha hükümetini sürdürmek istiyor. Kürt adına, Kürtlük adına nerede bir değer varsa saldırmaya yok etmeye yemin içmişler. İmralı ‘daki tecrit bunun en büyük nedenlerinden biridir. Kürtleri yok etme konseptinin bir parçasıdır. Zaten onlarda biliyorlar İmralı kapıları açıldığında artık bütün sorunların çözülecek. Kürt halkının daha da güçleneceğini biliyorlar. 2015 yılında bütün İmralı kapıları bu yüzden kapattılar. Bütün irtibatları kestiler. Bu şekilde Kürt halkını, Kürt hareketi zayıflatmayı hedefleyerek bu yüzyıla ilerlemek istediler. Bunu da başaramadılar. Artık bu sefer bütün güçlerini askeri saldırıya adamışlar. Maxmur’daki Şengal’deki ve Rojava’daki saldırıda bundan dolayıdır. Kürt kazanımlarını ortadan kaldırmayı amaçlayan, Kürt imhasını gerçekleştirme saldırılarıdır. Bu nedenle son 2 yılı kalan bir rejim elindeki bütün kozları kullanmak istiyor.”