İç savaş yaşayan halklardan bir tarafının muzaffer olması bir yana halkın varlığını koruduğuna dair tarihte bir tek örnek yoktur. Aksine hep birlikte kaybettiklerine dair örnekler saymakla bitmez
Mücahit Akgün
Kürtler arası ilişkiler gergin bir süreçten geçiyor. Bir süredir PKK ile KDP arasında süren bu gerilim giderek tırmanıyor. KDP’nin temas hatlarına askeri yığınak yaptığı, yeni karakollar inşa ettiği ve iç savaş hazırlığı yaptığı haberleri bir süredir Kürt medyasına yansıyordu. Basına yansıyan görüntülere bakıldığında KDP’nin bir hazırlık içinde olduğu rahatlıkla anlaşılıyor. PKK Yürütme Konseyi Üyesi Murat Karayılan geçen hafta bir televizyon kanalına verdiği mülakatta, “Kürtler arası bir iç savaşı asla istemeyiz. Ancak KDP’nin savaş hazırlığı var. Nerede bir noktamız varsa, geçtiğimiz bir yol varsa, oraya güç yığıyor. Sayın Mesut Barzani bu durumdan haberdar mı? Buradan çağrı yapıyorum. Kak Mesut duruma el koysun. Sorunlarımızı diyalogla çözelim” diyerek durumun hassasiyetine dikkat çekerek Barzani’ye çağrı yapmıştı. Mesut Barzani adına yapılan yazılı açıklamayla Karayılan’ın çağrısına cevap verildi. Açıklamada her ne kadar Barzani adına, “Biz Kürtler arası iç savaşı haram kıldık” cümlesi önemli olsa da cümlenin devamı başını boşa çıkarıyor hatta iptal ediyor. Kürt halkı açısında oldukça talihsiz bir mesaj taşıyor. Barzani, birçok suçlamada bulunuyor ve PKK’nin bulunduğu alanlardan çekilmemesi halinde Kürtler arası bir iç savaştan çekinmeyeceğini deklare ediyor.
Tarafların birbirlerine yönelik eleştirileri biliniyor. Bu eleştiriler uzun süredir basına da yansıyor. Eleştirilerin ana odağında Türkiye’nin politikaları bulunuyor. Türkiye’nin bu alandaki operasyonlarının temel amaçlarından biri Kürt güçlerini karşı karşıya getirmektir. Bu anlamda amacına oldukça yaklaşmış olduğunu söylemek gerekir. Ancak burada tarafların birbirlerine yönelik eleştirilerine değinmeyeceğim. Zira hiçbir eleştiri Kürtlerin topyekun olarak kaybedeceği bir iç savaşın ne bahanesi ne de gerekçesi olabilir. Hangi kutsal kelimeyle süslenirse süslensin, hangi politik çıkarla gerekçelendirilirse gerekçelendirilsin Kürtlerin iç savaşına neden olacak söylem ve pratik lanetlidir. Kürt’e ölüm düşmanına zafer getirecektir.
Kazanan olmaz
Ulus olarak Kürtlerin kaybetmelerinin temelinde bu lanet vardır. Tarihi eşiklerde ortaklaşmak yerine birbirleriyle çatışmaları. Bugün sıradan bireyinden tutalım, aydınına, parti ve sivil organizasyonlarına kadar her Kürt böylesi tarihi bir kavşakta, tarihi bir kararın eşiğindedir. Önlerinde iki basit seçenek var. Seçeneklerin ne anlam ifade ettikleri oldukça net. Üzerine çok şey söylemeye gerek yok. Ya birbirleriyle savaşarak hepten kaybedecekler ya da uzlaşmanın, ortaklaşmanın bir yolunu bularak ulusal varlıklarını koruyacaklardır.
Bir halkın bu iki seçenek karşısında ne yapacağı aşikarken, Kürt siyasi liderliği birçok eşikte hata yaptı. Bazı dönemlerde belki iç savaşa tutuşmadılar ama ortaklaşmamaları da benzer bir sonuç üretti. Tarihlerinde defalarca aynı seçimle karşı karşıya kaldı ve sonuçlarını büyük acılar yaşayarak deneyimlediler. Bırakalım toplumlar için bir insanın ömrüne nazaran da çok kısa bir süre sayılacak 20 yıl önce aynı hatayı yaptılar ve neler yaşandığı hala hafızalarda tazeliğini koruyor.
İç savaş yaşayan halklardan bir tarafının muzaffer olması bir yana halkın varlığını koruduğuna dair tarihte bir tek örnek yoktur. Aksine hep birlikte kaybettiklerine dair örnekler saymakla bitmez. Kürtler bu hatayı çok yaptılar. Sonuç: ulus olarak varlıklarının tartışılır hale gelmesi, ülkelerinin, topraklarının ellerinden alınması, kendi topraklarında köle haline getirilmeleri ve Ortadoğu’da nüfus olarak Araplardan sonra ikinci büyük halkı olmasına rağmen adlarına dikili tek bir ağacın olmaması, insanlık ailesi içindeki yerlerini yitirmeleri oldu. Birkaç yıl önceye kadar ulusal kongrenin eşiğine varmışken, bugün bunların tartışılır olması bir halk için düşünülebilecek en büyük talihsizliktir. Kürtler ya neticesi kesin “kölelik” olan bu acı verici illetten kıvranarak ulus olarak yok olacak ya da iç çekişme ve savaşa son vererek defalarca karşı karşıya kaldığı bu makus talihini yenecektir. Bunun ortası, ötesi, berisi kalmamıştır.
Bir süredir PKK ve KDP arasında yaşanan gerilimi bu bağlamda ele almak ve buna göre pozisyon almak, tutum belirlemek, tepki vermek ulusal duyarlılığı olan her Kürt için kaçınılmaz hale gelmiştir. Ses vermemek, tepki göstermemek, tutum almamak bir seçenek değildir. Hiçbir Kürt’ün böyle bir lüksü kalmamıştır. Buna oynayan kendini kandırmış olur. Zira ulusal yok oluş ile ulusal kurtuluş tercihleri karşısında tepkisiz ve tutumsuz kalmak aslında ulusal yok oluşu onaylamaktır. Mesele taraf olma ya da olmama meselesi değildir. Ulus olarak iç savaşa karşı olup, olmamak meselesidir. Hangi partinin, hangi organizasyonun, hangi liderin işine gelir diye bakmadan; söylem ve pratiğiyle Kürtler arası iç savaşı kışkırtan, buna odun taşıyan, savaş hazırlığı yapan, çeper tutana karşı en sert dille tepki göstermek, duruş sergilemektir.
Bu ulusal duruş aynı zamanda bir turnusol kâğıdı görevini de görecek ve Kürt halkına iç savaş ve çekişmeleri dayatan, arasına nifak sokanı da ortaya çıkaracaktır. Hangi amaçla olursa olsun iç savaşı mazur gösteren, gerekçelendiren tüm söylem ve pratikler kesin bir dille reddedilmeli ve buna karşı her Kürt yurtseveri tepkisini göstermelidir. İç savaşın gerekçesi, bahanesi olmaz, olamaz. İç savaşın çıkmamasının sonucunu biliyoruz. Kesinlikle Kürt halkının tamamının kazanması anlamına gelir. Aksi de bunu dayatanın kazanmasıdır. Bu dönemde kimsenin kendisini ne kadar haklı, Kürt yurtseveri, Kürdistani göstermesine bakılmamalıdır. Ölçü net ve bellidir. Söze değil pratiğe bakılmalıdır. Pratikte cepheye koşmamak, cepheye koşana mani olmak, güç yığanı teşhir etmektir. Karşısına çıkmak ve buna göğüs germektir.
Dayatılmış bir plan
Kürt halkı kimin haklı olduğunu anlamak istiyorsa öncelikle kendi toplumsal tepkisiyle bu iç savaşa karşı çıkmalıdır. Bunun sonucunda halkı olan güçlenecek, haksız olan da zayıflayacak ve kaybedecektir. Kürtler arası iç savaş çıkmadı diye bir taraf güçleniyorsa bu Kürt halkının lehine ve çıkarınadır. İç savaş çıkmadı diye zayıflayanın da canı cehenneme. Halkın bağrına saplanan bir hançer sökülüp atılmış olacaktır. Yeter ki amasız, fakatsız, lakinsiz, “iç savaşa” hayır diyelim. Bu iç savaşı durduracak tek güç vardır. O da Kürt halkının kendisidir. Dışarıdan kimse gelip bunu engellemeyecektir. Aksine bu plan dışarıdan çizilmiş, hazırlığı yapılmış bir şekilde Kürt halkına dayatılmaktadır.
Federal Kürdistan bölgesinde yapılan Bağımsızlık Referandumu sırasında Türkiye ve İran arasında varılan anlaşmanın ikinci merhalesidir. Hedefi Federal Kürdistan Bölgesi’nin tamamıyla ilhak edilerek bölüşülmesidir. Birinci adım hedefine ulaşıldı. KDP ve YNK karşı karşıya getirilerek Kerkük, Xaneqin, Musul başta olmak üzere Federal Kürdistan Bölgesi’nin yarısı İran nüfuzuna terk edildi. İkinci adımı geri kalanının Türkiye’ye terk edilmesidir. Türkiye’nin Hewler, Duhok ve Zaxo gibi kentler başta olmak üzere stratejik bölgelerinde askeri üslenmesi ve varlığı son üç yılda kat be kat attırıldı. Askeri ve istihbari varlığıyla KDP’nin denetimindeki bölgede KDP’den daha hakimdir.
Bu süreç geçen baharın Mart ayında Zine Werte provokasyonuyla başlatılmak istendi. Korona salgınıyla mücadele etme gibi akla ziyan bir bahaneyle KDP güçlerinin Zine Werte’ye taşınmasının amacı buydu. Aynı süreçte Türkiye bölgeye havadan ve karadan kapsamlı bir askeri operasyon başlattı. Kürtler iç savaşla uğraşırken Türkiye askeri ve istihbari olarak alana hakim olacak ve kimi yerleşim yerlerinin idaresine dahi el koyacaktı. Ancak Haftan’in bölgesi başta olmak üzere yaz boyunca süren operasyonlar ve yoğun savaş evdeki hesabın çarşıya uymadığını gösterdi. Türkiye, KDP’nin denetiminde bulunan alanların dışında hedeflediği gibi konumlanamadı. KDP alanında olduğu gibi serbestçe hareket etme, lojistik sağlama, istihbarat ağı kurma ve askeri üsleri tahkim fırsatı bulamadı. Kürtler arası bir iç savaş olmadan, Kürtler güçten düşmeden bunun olması mümkün değildir.
Tepki gösterilmeli
Düğmeye basılmışçasına Kürtler arası iç savaşın yeniden ve bu sefer üst perdeden dayatılmasının nedeni budur. Kürt siyasi liderliği başta olmak üzere her Kürt bireyi bunu bilmeli ve elinden geldiğince karşı durmalıdır. Bunun için kendisi dışında hiçbir devletten, güçten ve kesimden medet ummamalıdır. Sadece ve sadece Kürtler yaklaşan bu felaketi durdurabilir. Ne kadar etkili olduğuna bakılmadan, büyük küçük herkese rengini, tavrını, tutumunu netleştirmeli. Tarafını seçmelidir ve tepkisini göstermelidir. Günlük eylem ve etkinlikler başta olmak üzere, medyanın herhangi bir mecrasında, evinde, sokağında tek gündemi bu olmalıdır. Bir sözü dahi olan varsa o sözünü duyulacak şekilde söylemelidir.
Kürt halkı nerede olursa olsun, siyasi düşüncesi, ideolojisi ne olursa olsun ilk olarak, “iç savaş asla” diyebilmeli. Yüz yıllardır yaşanan katliamlar, verilen mücadele, ödenen büyük bedeller bunu gerektiriyor. Ödenen bedellerin yarattığı ulusal bilinç, kazanılan ulusal onuru koruyabilmelidir. Kürt halkı bunu yapacak zihni, kültürel, ahlaki ve politik kapasiteye fazlasıyla sahiptir. Bunu ifade etmesi, bu hayati gerçekliği hakikate çevirmesi, var olması için kaçınılmazdır. Hem de her zamankinden daha fazla.