Bu yazıyı Anneler Günü’nde yazıyorum. Az önce gazetemizi okudum. Manşetten tarif etmiş bugünün anlamını gazetemiz: Direnen Anneler Günü. Açlık grevleri ve ölüm oruçlarındaki evlatları için eve barka giremez olmuş, polis şiddetine rağmen mücadelelerini ve eylemlerini sürdüren analarımızın günü. Yılın her günü bizim Beyaz Tülbentli Barış Annelerimiz’indir. Biz Anneler Günü’nün anlamını bu yıl Leyla ile Sabiha’nın ana-kız yoldaşlığında buluyoruz.
Beyaz Tülbentlilerimiz’e, Barış Analarımız’a yapılan zulmü emredenlere, uygulayanlara ne söylesek fayda etmez fakat isterdim ki, Türkiye kamuoyunun daha büyük kesimi annelere bu yapılanlara ses çıkarsın, direnişteki evlatlarının sesine ses olsun.
Ama Türkiye’de ana muhalefet her zamanki gibi Kürt halkının uğradığı adaletsizlikleri ya görmezden geliyor ya da geçiştiriyor. Oysa tam da bugüne kadarki bu aymazlık bugün ülkenin Batısı’nda da, en büyük kentinde, İstanbul’da da iktidarın kayyumculuğu uygulamaya sokabilmesinin taşlarını döşedi.
Bugün AKP-MHP koalisyonunun eşbaşkanı Devlet Bahçeli’nin, Kemal Kılıçdaroğlu’nu “dokunulmazlık zırhına bürünme” diye tehdit edebilmesine giden yolu Kılıçdaroğlu bizzat kendisi zamanında dokunulmazlıkların kaldırılması tartışılırken “anayasaya aykırı ama evet diyeceğiz” diyerek açmadı mı? Bugün Kürt seçilmişlerin zindandaki rehinliği eğer ana muhalefet artık bu ulusalcı çifte standartı bırakmazsa kendilerinin de geleceği yeri işaret ediyor.
Aslında Türkiye’de ana muhalefet ve etrafında kümelenmiş geniş bir toplum kesimi Kürtlerin taleplerine karşı kendi duyarsızlığının farkında ve bir suçluluk duygusu içinde. Bu yüzden de Kürtlerin desteğini kaybetmekten korkuyor. Bu korkunun tek sebebi de kendilerine içselleşmiş suçluluk duygusu. İşte PKK lideri Abdullah Öcalan’ın İmralı’dan gönderdiği açıklamanın ardından yine ortaya döküldü bu ulusalcılar, kimi gizli ırkçılığı kimi ise kendine güvensizliğiyle. Kürtlerin 23 Haziran’da İstanbul’da Ekrem İmamoğlu’na oy vermekten vazgeçeceği ya da Kürt oylarında AKP’ye bir kayma olacağından dem vuruyorlar sosyal medyada. Oysa Öcalan’ın açıklaması da, HDP’nin deklarasyonu da net. Kürtler’e karşı mahcubiyet içindeki muhalifler korkmasınlar, Kürt siyaseti olgun ve sağlamdır, Kürtler kendi özgüçlerine dayanarak kendi stratejileri doğrultusunda siyaset yaparlar. Ve faşizmle sandıkta mücadeleyi en iyi Kürtler bilir.
Daha 31 Mart ertesinde, bazı Kürt illerinde ve ilçelerinde devlet ve hükümet Kürtlerin kazanımlarına hile ve şiddetle saldırıp sandık tercihini tanımama cihetine gittiğinde Batı’da daha fazla ses çıksa, muhalefet bu durumu topyekûn gündemine alsaydı bugün İstanbul’da yeniden seçime gidiliyor olmazdı.
Bu ülkede Kürt sorununun çözümüne yaklaşım birçok açıdan bir mihenk taşı, bir turnusol, bir ölçüt, bir sınavdır. Hem iktidar hem muhalefet için. Bu sınavı başaramayan, çözüme yanaşmayan iktidar koltuğunu kaybeder, muhalefet ise istediği kitleselleşmeye, toplumsallaşmaya ulaşamaz. Bugün Türkiye’de tek adam rejimi ve devlet partisi olmuş AKP hem siyasi hem de ekonomik olarak sarsılıyor. Sebebi de dünyada ekonominin küresel nitelik kazanmış olması, artık ülke ekonomilerinin bu küresel sistemden bağımsız işleyememesi ve siyaset ile ekonominin karşılıklı etkileşimidir. Eğer bugün Türkiye’de büyük bir ekonomik kriz sürüyorsa, buna yol açan AKP’nin 2002’den bu yana izlediği yanlış ekonomi politikalardan çok daha fazla izlediği antidemokratik siyasettir. Kürtlerin hak ve hukuk mücadelesini ve Kürtlerin çoğulcu vizyonunun yükselişini durdurmak için savaş konseptine sarılan ve Kürt siyasetine karşı yürüttüğü siyasi soykırım ile hukuku rafa kaldıran AKP, Türkiye’yi küresel ekonominin dışına savurmuş, güvenilmez bir ekonomik partner haline getirmiştir. Kürtler’in Türkiye sınırları içinde ve sınır ötesinde her tür kazanımına savaş açan AKP hükümeti uluslararası diplomasiden de dışlanmıştır. Kendi yurttaşı ile kavga eden bir hükümet, bir iktidar ayakta kalamaz.
Fakat bu gerçekleri ana muhalefet de net olarak görmeli ve ona göre davranmalıdır. Toplum artık yeni söylemler, yeni çözümler bekliyor. Hukuk düzeninin yeniden inşası, toplumsal barış, demokratikleşme, refah; halkların birbirinden ayrılamaz, her biri birbirini etkileyen talepleridir. Bütün bunlar Kürt sorununun demokratik çözümünden ayrı düşünülemez. Ana muhalefet İstanbul seçimlerinin iptali ile oluşmuş krizi fırsata çevirmeyi bilmeli ve Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı etrafında oluşmuş ittifakı ilkesel bir hale getirmek için söyleminin sınırlarını genişletmelidir.
Analarımız direnişleriyle hâlâ kimi ulusalcı saplantılarla malûl Türkiye siyasetine insani ve kimsenin ahlâken görmezden gelemeyeceği bir el veriyor. O eli bugün tutmayan yarın son demokrasi kırıntılarını da kaybettiğinde itiraz etmesin.
Analarımızın direnişini görmeyen, taleplerini dinlemeyen, tecrit politikasının hukuksuzluğuna karşı çıkmayan bir muhalefet bugün kazansa, iktidar onun bu kazanımını da yarın elinden alır hukuk tanımazlığıyla. Çünkü bir başka yerdeki hukuksuzluğu protesto etmeyen, kendisine yapılan hukuksuzluğa karşı çıktığında bu karşı çıkışı dayanaksız olacaktır.
Analarımız demokrasiye ve özgürlüğe giden yolda herkese ellerini uzatmıştır.