Kürt kendisine düşmanlık yapanlar açısından bile yeniden kıymete bindi. İstanbul seçimleri iptal edildi ve bu hayat memat yarışında sayısal üstünlüğe ihtiyaç var. Kürtleri yanına alan kazanıyor. Herkes Kürtlerin mümkün oldukça bütün varlığı ve benliği ile ve tam bir adanmışlık ve biat içinde kendileriyle hareket etmesini ama mümkünse görünmemesini istiyor. Kürdün imgesiyle, kendisinin iç içe geçtiği zor zamanlar…
Bu yeni tür ırkçı aklın Kürt ile imtihanı ise eskilere rahmet okutacak cinsten. Kürt ne yapacak? Kime oy verecek? Kiminle anlaşacak, kiminle pazarlık yapacak? Kürdün hayatı, kararı, eğilimi üzerinde söz söyleme hakkı, Kürdü metalaştırma anlayışının bir sonucu. Esasen Kürdün varlığına yönelik güvensizlik yansıtan yığınla soru dolaştırılıyor ortalıkta. Kürdün geçmişine dönüp bakan yok. Ya da baktığında oradaki gerçeği görecek vicdan yok.
Kürtler AKP ile anlaştı, YSK seçimleri iptal etti! Yeni tespitleri bu. Kürtler için yeni değil, çok eski bir ezber ama sahipleri Kürde yönelik bakışlarını değiştirmedikleri için bu ezberlerinden, amentüye dönüştürdükleri bu yaklaşımlarından vazgeçmiyorlar. Bu iddianın ilk sahiplerinden biri Bahçeli’ydi. 2013-2015 yılları arasındaki İmralı görüşmelerini ihanet görüşmeleri olarak nitelendiriyor ve Kürtlerin AKP ile “ver başkanlığı al özerkliği” üzerinden anlaştığını, ülkenin bölüneceğini iddia ediyordu. CHP’lilerin bir kesimi o zaman bu koroya dahil oldu. Ergenekon unsurları ve ulusalcılar zaten bu işe dünden teşneydi. Sözüm ona devletin geleceğini düşünen herkes aynı vaveylayı kopardı. Şimdi o çevrelerin hepsi AKP’nin yanında sıralanmış durumda. Bahçeli ve ulusalcı ekip altın tepsi içinde “ülkeyi bölecek” dedikleri başkanlığı AKP’ye sundular. Hep birlikte ülkede bir tek adam rejimi inşa ettiler. Hep birlikte darbe yaptılar, OHAL ve KHK rejimini inşa ettiler. AKP ile anlaştı dedikleri Kürtler ise 7 Haziran’dan beri o seçim sonuçlarının ağır bedelini ödüyor. Kentleri yerle bir edildi, siyasetçileri ve binlerce evladı tutsak edildi, İmralı’ya karşı katı ve mutlak bir tecrit uygulandı.
O gün “AKP ile ver başkanlığı al özerkliği üzerinden anlaştılar” sözü üzerinden Kürtleri dövenler, Kürtlere sövenler, AKP’ye başkanlığın yolunu açanlara karşı tek söz söylemedi. Ne de olsa aynı üst kimlikten, aynı imtiyazdan, aynı devletçi hassasiyetten geliyorlar ve aynı pratiğin sahibiler. Ama onlara rağmen Kürtler, eşitlik, özgürlük, hak ve adalet yönündeki ilkesel tutumunu sürdürüyor. Yine de aynı söylemi dolaşıma sokmaktan geri durmuyorlar. Algı ve yaklaşımları dünyadaki her türlü kötülüğü Kürt’ten bilmek üzerinden şekilleniyor. “Bu ülkede demokrasinin kırıntısı varsa Kürtler sayesinde, verdikleri ağır bedeller sayesinde var” diyen yok. Çünkü iddia sahiplerinin tamamı Kürt düşmanlığında vaftiz edilmiş.
Kürdü bir irade ve güç olarak görmüyor bu akıl. O yüzden kendisi Kürdün varlığına yönelik her türlü ilkesiz, gayri ahlaki pazarlığı yürütürken, hala Kürdün varlığını inkar ederken, Kürdün çözüm ve demokrasi için müzakere ve diyalog geliştirmesini hor görüyor. Bunu anlayacak kapasite de yok. Her şeyi kendi pratiği üzerinden değerlendiriyor. Kendisinden biliyor bu işleri. Bir üstencilik, egemen ulus kibri, kendisi dışında herkes üzerinde hak iddia etme kompleksi… Hangi hastalığı arasan var.
Bu çevrelerin bir Öcalan ve Kürt alerjisi var. Öcalan’ın her sesi duyulduğunda iki temel eğilim ortaya çıkıyor. Biri toplumun genelinde oluşan rahatlama ve huzur havası, bir diğeri ise kaygı hali. Bu iki eğilim bulundukları konum itibariyle birbiriyle uyumlu bir şekilde beliriyor. Biri demokratikleşmeyi diğeri baskı ve otoriteyi temsil ediyor. Öcalan’ın sesi dün olduğu gibi bugün de barış ve demokrasi fişeği oldu. O yüzden Öcalan’ın sesine karşı kaygıya kapılanların, “Kürtlerle AKP anlaşacak” diyenlerin çok büyük bir bölümü Bahçeli ile aynı anlayışın farklı uçlarıdırlar. Daha dün “Erdoğan’ı yalnız mı bırakacağız” diyen Soner Yalçın’ın yanında yer alanların, Kürtleri AKP ile anlaşıyor gibi göstermeleri bir çarpıtma değilse çürüme halidir.
Bu ülkenin, “Önce komünistleri topladılar, sesimi çıkarmadım; Sonra Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; Sonra sendikacıları topladılar, sesimi çıkarmadım; Sonra beni almaya geldiler; Benim için… Sesinin çıkaracak kimse kalmamıştı” diyen Nazi Almanyası dönemindeki papaz Martin Niemöller’in ahlaki ölçüsüne sahip insanlara ihtiyacı var. Üstelik Türkiye’de sadece Kürdün götürülmesine sessiz kalınmıyor. Sosyalistler cezaevine götürüldüğünde onları orada Kürtler karşılıyor, dindarlar götürüldüğünde onları Kürtler karşılıyor, Kemalistler götürüldüğünde orada Kürtler vardı, cemaatçiler spor salonuna toplandığında orada Kürtler vardı. Kürtler bu ülkede “götürülmenin daimi unsurları”dır. O yüzden ittifakları ve duruşları özgürlükten ve demokrasiden yanadır. Dün olduğu gibi, bugün ve yarın da…