Kürt sorunu Türkiye’de daha da ötesi Ortadoğu’da demokrasinin gelişimi ve gelişmiş müreffeh bir toplum yaratmanın kilidi ve anahtarı olmaya devam ediyor. Ne yazık ki Kürt sorunu ile ilişkili tüm devletlerin Kürtlerle ilişkileri demokrasi ve özgürlüğün, ekonomik gelişmelerin anahtarı kılınmak yerine savaşta, şiddet ve silahta, baskı, zulüm ve katliamda ısrar eden bir kilit ekseninde ilerliyor. Kürtlerin imhası, özgürlük isteklerinin baskı altına alınmasında ısrar eden operasyonlara “kilit” ismi verilerek, kilidin daha da sıkılaştırılacağının ilan edilmesiyle, belki de bir yüz yıl daha sürecek çözümsüzlüğün yol taşları döşeniyor. Kürtler, dışında herkesle müzakere ediliyor, baş düşman ilan edilenlerle, eli kanlı katil ilan edilen devlet başkanlarıyla görüşülüyor, hatta ailece buluşulabileceği, geçmişte yaşanan büyük düşmanlık ve kötülükler yok sayılarak rahatlıkla dile getirilebiliyor. Kullanılan bir tek ölçü var “Kürt anasını görmesin”. Kürt anasını görmesin diye verilmeyen taviz, dönülmeyen çark kalmıyor.
Dışarıda, dış ilişkilerde bu ilkesizce tutum, hayâ ve ar sınırlarını kat be kat ihlal eden bu çark etmeler, tavizler, sınır ötesine taşan bir büyük devletle savaşa tutuşmaya bedel, büyük ekonomik bedeller ödeten ve yıllardır süren büyük askeri operasyonlar, içeride Türkiye halklarını büyük bir ekonomik yıkımla baş başa bırakıyor. Her geçen gün demokrasi ve özgürlükler bir yerlerinden tırpanlanırken ırkçılığın ve radikal dinciliğin koyu karanlığı tüm ülke iklimini etkisi altına alıyor. Her türlü baskıya rağmen iradesine boyun eğdirilemeyen Kürtler, bu ırkçı, dinci, faşist iktidar ortaklığının işlerini sütliman ortamda sürdürmesinin önündeki tek engel ve toplumun umudunun diri kalmasının tek nefes borusu olarak duruyor. Kürtlerin direnişi derinleştikçe, direniş sürdükçe iktidarı oluşturan bloklar arasındaki sürtüşme derinleşiyor, çelişkiler gün yüzüne çıkıyor, kirli ilişkiler ağı teşhir oluyor.
İttihat ve Terakki’den bu yana yüz elli yıla yakın bir dönemdir bu ırkçı ve faşist damar, bu coğrafyanın demokrasisini, hak ve özgürlüklerini teslim almış, ülkenin kültürden sanata, ekonomiden siyasete çölleşmesine sebebiyet vermiştir. Çeyrek yüzyıldır iktidarda olan ve adım adım komplocu devletçi Emevi İslamcılığına dönüşen AKP’nin temsil ettiği siyaset, bu ırkçı gelenekle yaptığı ittifakla bütün bir coğrafyayı koyu bir karanlığın içerisine çekmiştir. Yargısıyla, bürokrasisiyle, eğitimiyle devlet ve kurumları, tel tel dökülmeye, toplumsal yapının bütün ahlaki ve geleneksel kodları çözülmeye ve kokmaya başlamıştır. Çetelerin, mafyanın hukukun, yargının, güvenlik bürokrasinin ortağı olmaya başlaması, iktidar ortaklarının çeteler üzerinden birbirine operasyon çekmesi yaşanan çürümenin boyutunu göstermesi bakımından ibret vericidir. Sadece Sinan Ateş cinayetinin işleniş nedeni, işleniş biçimi, güvenlik bürokrasisi ve yargının bu cinayeti ele alış biçimi ve siyaset kurumunun bu cinayet karşısında aldığı pozisyona bakılarak bu ülkenin nasıl kaosun içine sürüklendiğini görmek mümkündür. Artık sadece her hak arayışı ve direnişi teröristlikle suçlanan Kürtlerin hayatı tehlikede değil.
Görüldüğü üzere ırkçı partinin çete örgütlenmesi, her türlü kirli işin, uyuşturucunun, insan ticaretinin arkasında olan ocağın çete reisliğini yapan kişinin bile çıkar ilişkileri söz konusu olduğunda herkesin gözü önünde alenen katledilebiliyor ve çıkar ortaklığının zedelenmemesi adına cezasızlıkla ödüllendirilebiliyor. Bir kadın olarak, Ayşe Ateş’in verdiği mücadele takdire şayandır. Ancak asıl takdire şayan olan şey kocasının şahsında bu yapının nasıl bir yapı olduğunu teşhir etmesidir. Sinan Ateş öyle aylardır herkesin iddia ettiği gibi, iki çocuk babası, akademisyen, iyi evlat, cici tatlı çocuk falan değildir Ayşe Ateş’in itirafıyla öğrendiğimiz üzere. Ülkü ocakları başkanı iken gazetecileri dövdürdüğünü ve bunu emir komuta zinciri içerisinde bu partinin merkezinden aldığı talimatla yaptığını itiraf ediyor Ayşe Ateş. Kim bilir daha neler yapmıştır? Kim bilir hangi çocukları babasız bırakan cinayetlerin azmettiricisi olmuştur? En nihayetinde Ayşe Ateş’in kendini konumlandırdığı yerin, Hrant Dink’in eşi Rakel Dink’in yanı olması da Ayşe Ateş şahsında kadın mücadelesinin, bu mukaddesatçı cinsiyetçi çeteler karşısında kazandığı bir zaferdir.