Özsavunma insanın fiziksel ve kültürel yaşamına yönelik saldırılara karşı göstermiş olduğu içgüdüsel tepki veya giriştiği mücadele olarak tanımlanabilir. Özsavunma sadece insanlara özgü de değildir. Doğadaki bütün canlılar varlıklarını sürdürmek için saldırılara karşı var olma mücadelesini verirler. Saldırının niteliğine ve saldırılan alana göre özsavunma bireysel olduğu gibi kolektif de olabilir. Kendini savunmayan toplumlar bireysel yaşamlarını veya kültürel varlıklarını sürdüremezler. Özsavunma; bireyin kendisi olmakta ısrarın, toplumların ise yok sayılmalara ya da tek taraflı dayatmalara karşı itirazlarıdır. Bu nedenle özsavunma bireysel ve toplumsal varlığını sürdürmenin güvenlik politikasıdır.
Kürtler, kişiliklerine ve toplumsallıklarına saldırılara karşı hem bireysel var olma mücadelesini sürdürmüşler hem de kolektif kimliklerini korumuşlardır. Toplumların kolektif kimlikleri, ortak yaşamı inşa eden somut ve soyut değerlerdir, doğada bıraktıkları izlerdir. Bunlar; toplumların mimari özgünlükleridir, mutfak zenginlikleridir, doğa ile ilişkileridir, aile yapısı, düğünü, halayı, kavgası, stranı, ağıtı, ölüm merasimleri, özetle topluma ait olan kültürel ve folklorik değerlerdir.
Kültürel ve folklorik değerler ortak iletişim aracı olarak tanımlanan ortak dil ile yarınlara taşınabilir ve toplumsal varlık sürdürülebilir. Ortak hafıza ve iletişim aracı olan dile saldırı bireyin kültürel ve sosyolojik varlığına saldırı olduğu gibi, toplumun kolektif kimliğine de saldırıdır. Çünkü dil bireyin toplumsallaşma aracı, toplumların da varlıklarını sürdürme mekanizmasıdır.
Erdoğan rejimi, Kürtlerin bireysel varlıklarına saldırının dozunu arttırdığı gibi Kürtlerin kolektif değerlerine de saldırının dozunu sürekli artırmaktadır. Kolektif değerlere yönelik saldırının son 10 yıldaki öne çıkan somut örnekleri Kürtlerin kendini yönetme iradesine karşı kayyım politikası ve kolektif değerlerini yarınlara taşıma mekanizması olan Kürt diline yönelik saldırıdır.
25 Temmuz’da Van’da TEM polislerinin yönlendirmesiyle ve bir avukatın(!) cesaretlendirmesiyle 16 yaşındaki bir çocuğu kirli zihniyetlerine alet ettiler. ‘Pêşî Peya’ Kürtçe trafik uyarısı üzerine ‘Türkiye Türk’tür, Türk kalacak’ ırkçı yazılamaları ile saldırdılar. Bu saldırıya vicdan sahibi herkes tepki gösterdi. Ancak bu tepkilere karşı ‘tekçi’ rejiminin İçişleri Bakanlığı 26 Temmuz’da bütün Valiliklere genelge göndererek Kürtçe yazılamaların silinmesi talimatını verdi. Bu talimat ile anlaşılıyor ki Kürtçeye saldırı münferit bir saldırı gibi ya da ‘bu saldırı bir akıl tutulması’ değildi. Bu saldırı rejimin Kürt kimliğine, Kütlerin kolektif değerine ve Kürtlerin varlığını sürdürme mekanizması olan Kürtçeye saldırısıydı.
Bu saldırılara karşı tepkiler yükseltildi, Kürtçe yazılamalar yeniden yazıldı, tekrar silindi, tekrar yazıldı. Bazı siyasi partiler, sivil toplum kuruluşları, sendikalar, dil kurumları itirazlarını yükselttiler. Hukuk kurumları ve barolar İçişleri Bakanlığı’nın Kürtçeye saldırı genelgesinin iptali için yargıya başvurdular.
Dil politik bir mekanizmadır, toplumun ortak hafızası, ortaklaşmasıdır. O nedenle Kürtçeye yönelik saldırının sonlanması için siyaset kurumundan veya hukuk mekanizmasından çözüm beklenmektedir. Siyaset kurumu ve hukuk kurumu toplum tarafından, toplumsal yaşamda ortaya çıkan aksaklıkları giderme ve çözüm bulmaları için oluşturulan mekanizmalardır. Eğer bu mekanizmalar oluşan aksaklıkları gidermez ve sorunları çözmezse, iş halka kalacaktır.
Kürtçeye yönelik saldırıyı Kürtler ve dostlarının mücadelesi çözecektir. Kürtlerin kimliğini oluşturan bütün kolektif değerleri devletlerin merkezileşmesinin devamında tekçiliği dayatmasıyla birlikte özellikle 1925’ten bu yana saldırı altındadır. Kürtçe hem kamusal alanda hem de özel alanda yasaklandı, Kürtçeyi kullananlar cezalandırıldı, Kürtçe müzik dinleyenler öldürüldü hatta Kürtçe ibadet bile yasaklandı. Hızını alamayan tekçi rejim deyim yerindeyse ‘Allah’a bile kafa tutarak’ Kürtçe namazları bile yargılama konusu yaptı.
Ama bütün baskılara karşı siyasetin ve yargının tekçi rejimin aparatı gibi kullanıldığı dönemlerde bile Kürt halkı kendi varlığına karşı saldırıyı kolektif bir özsavuma ile dilini korudu, diline sahip çıktı. Kürtler Kürtçeye sahip çıktıkça Kürtçe de Kürtlere sahip çıktı. Kürtlerin kolektif varlıklarını sürdürmesinin, Kürtlerin uluslaşmasının mekanizması oldu.
Bugün yine Kürtlerin varlıklarına, dillerine yönelik bir saldırı var. Bu nedenle siyasi düşüncesi ne olursa olsun bütün Kürtlerin Kürt kimliğine, kültürüne, folkloruna ve diline karşı yapılan bu pervasız ve ahlaksız saldırıya karşı kolektif özsavunmaya geçmelidirler. Kürt halkı Kürtçeye olan saldırıyı siyasete, yargıya bırakmadan özsavunma ile püskürtebilir.
Madem ki saldırı pervasız, özsavunma da o kadar güçlü olmalı. Kürt halkı yaşamın her yerinde, özel alanda, kamusal alanda Kürtçeyi özgüvenle ve kararlılıkla kullanmalıdırlar. Kürtçeyi günlük yaşamın merkezine almalılar. Çocuklarla, yaşlılarla Kürtçe konuşmalılar, ticareti ve eğlenmeyi Kürtçe yapmalılar. Bu özsavunmaya siyasi görüş farkı olmaksızın, gençler, kadınlar bütün Kürtler mazeretsiz katılmalılar. Çünkü saldırı altında olan herhangi bir görüş veya kesim değildir. Saldırı altında olan Kürt dili dolayısıyla Kürtlerin kolektif kimliğinin kendisidir. O nedenle bu saldırıya karşı özsavunma ile Kürt halkının bir bütün olarak cevap olması gerekiyor.
Kürt halkı bireysel ve kolektif değerlerine yönelik saldırılara karşı kolektif kültürel özsavunmasını sürekli gündemlerinde tutmalıdırlar. Çünkü özsavunmasız toplumların yok olması kaçınılmazdır. Özsavunmayı büyüteceğiz, Kürtçeyi kamusal alanda da kullanmakta ısrar edeceğiz.