“… Bu ağaçtır, halkın ağacı,
bütün savaşanların,
özgürlük bilincinde olan halkın ağacı. …”
Şilili devrimci şair Pablo Neruda’nın ‘Kurtarıcılar’ şiiri, Latin Amerika tarihini anlatan, 1938’de yazdığı ‘Canto General’i kitabında yer alıyor. Neruda kitabın ‘Kurtarıcılar’ adlı bölümünde sömürgecilere direnen halkların bağımsızlık savaşının destanını aktarıyor. Neruda’nın bu şiiri bana Kürt coğrafyasında yüzbinlerce ağacın kesilip-yakılıp katledildiğini hatırlattı.
Cudi’de yaşanan ağaç katliamı ancak sömürgeci devletlerin sömürgelerinde uygulayabileceği bir yöntem olarak nitelenebilir. Neruda kaçak olarak yaşadığı dönemde Canto Generali kitabının bölümlerini yazarken, ağaca özel bir vurgu yaparak halkların özgürlük mücadelesini ağaç metaforuyla aktarmaktadır.
Yıllardır Kürt coğrafyasının dört bir yanı özgürlük mücadelesini bastırmak adına yakılıp yıkıma uğratılırken, aynı zamanda sermayeye yağma alanları açılmaktadır. Şırnak’ta hemen her kesimin gözleri önünde yüzbinlerce ağaç kesilip katledilerek pazarda satılığa çıkarılabiliyor olması birçok şeye işaret ediyor.
‘Güvenlik’ iddiasıyla asker desteği ve korucular eliyle Cudi Dağı’nın Gabar ve Besta bölgelerinde ağaç kıyımı kesintisiz sürerken, bir benzeri de Dersim coğrafyasında uygulanıyor. Bugün, Türkiye’nin dört bir yanından ağaç katliamını önlemek ve tek tek ağaçlara sarılarak ağaçları savunmak için yürekli insanlar Cudi’ye akın ediyor.
Doğayı sermaye saldırılarından koruma ve geleceğe taşıma bağlamında kendisini çevreci, ekolojist veya doğa dostu diye niteleyen bazı kurum ve bireyler, sermaye veya onun devletinin ortaya koyduğu politikaların bir parçası olurken, diğer yandan ağacı yakıp-kesenlerle kol kola olmayı reddedenler Şırnak’ta Kürt halkıyla kol kola girip ağaçları tek tek savunmak için harekete geçti.
‘Benzer şeyler Türkiye coğrafyasının her yerinde görülüyor’ diyenler de var. Bölgeye yönelik artan duyarlılığı önemsizleştirmek istedikleri anlaşılabilen kişi veya yapılara bölgede yaşanan bazı gerçekleri tekrar hatırlatmak gerekiyor.
JinNews haber ajasında yer alan bir haberde, Cudi’de ağaç kıyımını sürdüren Şırnak’ın Uludere ilçesinin Sêgirkê Beldesi’nden Hançer Timi sorumlusu Zübeyir Babat’ın, kendine bağlı korucular üzerinden talanı sistematik bir hale getirdiği ortaya serildi.
Ağaç kıyımıyla Cudi’nin Besta bölgesinde bulunan Qûrteka Pêşya ve Keniya Mîra coğrafyasına giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Nêrweh’de bulunan askeri karakoldan izin alarak bölgeye gidebilen yurttaşların gördükleri talanı aktarmalarıyla birlikte yaşananlar tüm Türkiye’nin gündemine girdi. Cudi’de orman varlığı son 3 yıl içinde yüzde 80 oranında azaldı.
Mevcut iktidar yerel işbirlikçilerini kayyum atadığı belediyeler üzerinden nemalandırırken, diğer yandan yine bu dinamiklerin desteği ile bölge coğrafyası adeta yerle bir edilerek bölge ekosistemi insan ve diğer canlıların yaşamına uygun olmayan hale getirilmeye ve insansızlaştırılmaya çalışıldığı artık saklanamıyor.
Korucuların maaşa bağlandığı bölgede korucu aşiretin patronu ‘gelirini’ daha da arttırmayı hedeflerken, her gün 50 TIR yüklü ağaç katlediliyor. Bu gerçeğin yani katliamın bir diğer nedeni ise ağaçsızlaştırılan ve insansızlaştırılan bölge coğrafyası maden şirketlerinin yağma alanı haline dönüştürülme hedefidir. Elbette doğal yaşamı yok eden uygulamalar Türkiye’nin ve dünyanın dört bir yanında yaşanıyor. Ancak bunun sorumlusunun kapitalist emperyalist sistem olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Kapitalizmin tarihi aynı zamanda kolonocilik yani sömürgecilik tarihine dayanmaktadır. Sömürgecilik coğrafi keşifler eşliğinde hayata geçirilirken, yerli halkların kültürlerini yok edip melez sayılabilecek kültürel yapılar ortaya çıkarıldı. Bazı halkların ise kültürleri tamamen yok edilip unutturuldu.
Kolonyalist ilişkiler salt askeri güce dayandırılmadı. Bazı coğrafyalarda kültürel asimilasyon uygulanırken, toplumları oluşturan bir takım unsurlar yok edicilerle ortaklaştı. Şırnak’ta korucular eliyle gerçekleşen ağaç katliamı da bu bağlamda yaşanmakta. Emperyalist kapitalizm aşırı üretimleri sürdürmek için ihtiyaç duyduğu hammadde tedarikini yoğunluklu olarak sömürge ve yarı sömürge ülkelerin coğrafyalarından sağladığı ise bir başka gerçek.
Ulus; ulus devletlerin meşruiyet kaynağı olarak gösterilir. Ulusçuluk, biz ve onlar olarak ayrıştırma yapılarak karşısında daima bir düşmana ihtiyaç duyarken, bu ihtiyacı sürekli canlı tutar. Türkiye’nin de bu tipik politikayı Kürtler üzerinde uyguladığını uzun yıllardır yaşamaktayız.
Kürt halkı; dilleri, örfleri ve mitleri olan, binlerce yıllık geçmişe dayanan ve binlerce yıldır aynı coğrafyada yaşayan halktır. Türkiye, İran, Irak ve Suriye sınırları içinde kalan ve dörde bölünmüş olan coğrafyada yaşayan Kürt halkının, devletsiz kadim bir ‘ulus’ olduğu gerçeği unutturulmaya çalışıyor.
Bugün Cudi’ye giden yurttaşların yürekli insanlar olduğunu ifade etmek yerinde olacaktır. Yazımızı Neruda’nın Kurtarıcılar şiirinin son bölümüyle bitirelim;
“… Savun çiçek-taçlarının bitimini,
düşmansı gecelerden al payını,
şafağın devri için nöbet tut,
yıldıza bürünmüş tepeleri soluklan
ve savun ağacı, dünyanın tam ortasında
büyüyen ağacı.”