Türkiye, gündemi hızla değişen bir ülke. Fethullah Gülen ölünce, hakkında bir yazı yazmayı düşünürken, birden Bahçeli’nin Salı günü yaptığı grup konuşması ülkenin gündemine bomba gibi düştü ve siyasi iklim başka yere evrildi. Bahçeli, gerekirse Öcalan’ın gelip mecliste konuşma yapmasını, silahları bırakma çağrısında bulunmasını ve sonrasında özgür olabileceğini söyledi. Böylelikle tokalaşmadan sonra iş başka bir yere geldi. Herkes yeni bir sürecin başladığını ve bu süreçten ne anladığını yazıp çiziyor. İster ekonominin dibe vurmasından, ister AKP-MHP iktidarının siyaseten erimeye başlamasından, isterse yeni Anayasa yapma beklentisinden, isterse Ortadoğu’daki gelişmelerden kaynaklı bir sürecin dayatmasından olsun, Bahçeli’nin bu çıkışı elbette kıymetlidir. Muhtemelen Sayın Öcalan’dan da bir çağrı olacaktır. Burada önemli olan nasıl bir sürecin işleyeceğidir. Devlet aklı, eskiden yaptığı gibi Kürt aktörleri şahin-güvercin diye ayırıp, Kürt hareketini zayıflatmayı amaçlayarak, ufak tefek haklar ile süreci kotarmayı mı çalışacak? Yoksa ülkede ve bölgede yaşanan gelişmelere ve sahadaki gerçeklere göre hareket ederek adil, eşitlikçi ve özgürlükçü bir çözüme razı mı olacak? Önemli iki soru ile karşı karşıyayız.
Eğer AKP-MHP iktidarı Kürt sorununun çözümünde samimiyse, birinci çözüm sürecine göre hareket alanı daha geniş. Öncelikle CHP’nin çözüme pozitif yaklaşım göstermesi çok önemli. Devletin kurucu partisinin olumsuz refleks göstermesi, işi zorlaştırırdı. Ayrıca CHP’nin bu tavrı, iktidarın DEM Parti’ye yapacağı basıncı da dengeleyeceği aşikar. Bir başka avantaj da, Gülen Cemaatinin tasfiye olmuş olmasıdır. Birinci süreçte, Cemaate bağlı devlet aygıtı sürece sürekli engel çıkardı. Şu an öyle bir engel de yok. Eğer bir çözüm olacaksa, elbette bu gasp edilen Kürtlerin kolektif haklarının teslimini içermelidir. Kürt aktörler taleplerini Kürt halkı adına dillendireceklerdir. Ne var ki, ilk çözüm sürecinde bütün ısrarlara karşı yapılmayan, bu nedenle daha en başta güvensizlik yaratana bazı adımların atılması lazım. Örneğin KHK ile işten atılan Barış Akademisyenleri ve diğer kamu çalışanlarının işlerine dönmesinin sağlanması, cezaevinde bulunan yaşlı ve hasta tutsakların serbest bırakılması iyi niyet olarak bir eşiğin atlanılmasına katkı sağlar. Elbette ortada toz pembe bir tablo yok. Birinci Çözüm Sürecinin niye bittiğinin doğrusunu söylemeyen bir iradenin yeni süreç için söyleyeceklerini temkinli ve on kat tartarak değerlendirmek gerekir. Eğer yeni sürecin akamate uğranması istenmiyorsa, Birinci Çözüm Sürecinde yapılan yanlışlar ve eksiklikler önemli bir yol haritası olarak önümüzde duruyor.
Çözüm Süreci Niye Bitti?
2009 yılında Devlet ve PKK, İsveç’in başkenti Oslo’da görüşmeye başladılar. AKP iktidarının, Kürt Sorununun çözümüne dair attığı ilk adım buydu. Aynı yıl Abdullah Öcalan’ın çağrısı ile 34 kişilik ‘Barış Elçisi’ diye adlandırılan grup Habur’dan giriş yaptı. 14 Şubat 2013 tarihinde ise BDP heyetinin ikinci kez İmralı’ya gidip gelmesinden sonra, Başbakan Erdoğan bu trafiğe ‘Çözüm Süreci’ denilmesi gerektiği belirtti. Böylece Erdoğan’ın Dolmabahçe Mutabakatını tanımıyorum dediği 16 Temmuz 2015 tarihine kadar çözüme yönelik gelişmelere şahitlik ettik.
Çözüm süreci devam ederken, Özgür Gündem Gazetesi’nde olan biteni değerlendiren yazılar yazıyordum. 14.09.2013 tarihli yazımda “Barış görüşmeleri, tarafların eşit müzakere koşulları ile yürütülür. Çatışmalara neden olan haksızlıkların giderilmesi için görüşülür. Bu görüşmelerde samimiyet önemlidir ve sorunun çözümüne karar verilirken oy kaygısı değil, ülkenin geleceği esas alınır… Görüşmeler şeffaf bir şekilde yürütülür, kamuoyu süreç hakkında bilgilendirilir. İki tarafın kullandığı dil, sürecin ruhuna uygun bir şekle evrilir. Düşman, terörist gibi kavramlar kırmızı renkle işaretlenir ve rafa kaldırılır. Karşılıklı rehin alınanlar, iyi niyete delalet olsun diye serbest bırakılır.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin, bunlardan hangisini bu görüşmelerde yaşıyoruz? Bazı iyimser insanlar, çözümden dönüşün mümkün olmadığını söylüyorlar. Bakın bu günlerde Kolombiya’da da barış görüşmeleri yapılıyor. Kaçıncı kez masaya oturuyorlar biliyor musunuz? Her masadan sonuçsuz kalkılmasında tekrar savaşa dönüldü ve insanlar ölmeye devam etti. Üstelik bizde, sınır dışına çekilmeden bir şey başlamaz denilirken, Kolombiya Devlet Başkanı Santos; “Barış görüşmeleri sonuçlanmayana kadar kimse FARC’dan silah bırakmasını bekleyemez” dedi. Ve aynı Santos medya önünde FARC komutanlarıyla süreci müzakere ediyor. Kimse Kolombiya başka Türkiye başka demesin. Kolombiya Türkiye’den de daha kötü tecrübeler yaşamış, CIA laboratuvarı haline getirilmiş bir ülke.” Diyerek, herkesin çok ümitli olduğu bir zamanda, gelecekte olabileceklerin altını çizmiştim.
Yine aynı tarihlerde yazdığım Barış mı, Sri Lanka Modeli mi? Adlı yazımda ise “Ve benim daha kötü bir senaryom var. Barış görüşmeleri sürdükçe, buna paralel Kürtlere karşı suikastler devam ettikçe ve o suikastler aydınlanmadıkça, süreç işlemez. Gün gelir, iktidar da ben barış için çabaladım olmadı o zaman savaşa devam der. Ve birçok kişinin hevesle beklediği Sri Lanka modeline geçilmek gibi bir çılgınlığa girişilebilir. Nitekim Sri Lanka’da iktidar bir yandan barış görüşmeleri yapıyor gibi davranıyor, öbür yandan suikastlere devam ediyordu. Barış masası çöktüğünde de, gördünüz bunların barışmaya niyeti yok deyip soykırıma girişmişlerdi… Barış ihtimaline tutunmak istiyoruz. Elbette bu süreci baltalamaya çalışan birçok odak ortaya çıkabilir. Hükümet bu durumda üzerine düşen sorumluluğu yerine getirirse, yaşanabilecek cinayetleri aydınlatmaya çalışırsa o zaman barış ihtimaline tutunduğumuz gibi, barışın olacağına dair inancımız da gelişir.” Bunlara benzer onlarca yazı yazdım.
Çözüm masasının ayakları sağlam değildi ve günü geldiğinde o masanın yıkılacağı en azından benim açımdan çok belliydi. Çünkü çözüm, Yaklaşık 40 yıl boyunca birbiri ile savaşmış, ölmüş ve öldürmüş iki tarafın, hadi oturalım ve sorunu çözelim naifliğine sığacak bir duruma tekabül etmiyordu. Defalarca yazdık. Bu tür sorunların çözümü, üçüncü göz dediğimiz farklı ülke ve kurumların hakemliğinde görüşülür, müzakere edilir. Bu durumda mevcut sorun, dünyanın gündemine taşınmış olur ve çözümü için uluslararası kamuoyu oluşur. Masaya oturan taraflar, canı sıkılınca o masayı deviremez. Kendilerine bir maliyeti olur. Görüşmeler ilk başladığında, gözlemci devletlerin eksikliğini yazdık. AKP iktidarı diyeceğimiz Devlet, böyle bir şeye karşı olduğunu kalın cümlelerle belirtti. Kürt tarafının da bu konuda çok ısrarcı olduğunu (en azından ben bilmiyorum) söyleyemeyeceğim. İş daha çok, bu toprakların insanları olarak biz çözelim, başkası bizi anlamaz, süreci sabote eder retoriğine indirgendi. Bu tehlikeli bir retorikti. Devlet böyle istedi, Kürt tarafı da çözümden kaçmadığımızı görsünler yaklaşımı ile fazla ses etmedi. İsteyenin, istediği zaman masayı devireceği bir süreç böylece başlamış oldu.
Devletin niye gözlemci heyet istemediği sonradan anlaşıldı. Zamanı geldiğinde, katedilen bütün mesafeyi bir sözü ile yok etti. Medya gücünü de arkasına alarak, “Bunlar barıştan anlamıyor, bakın görüştük ama bizi kandırdılar” sözlerini kamuoyunun üzerine boca ettiler. Kürt tarafı istediği kadar, ‘Biz çözümden kaçmadık, Dolmabahçe Mutabakatına kadar geldik ama Erdoğan süreci bitirdi’ desinler. Devlet de biliyordu bir üçüncü göz olduğunda, bu işlerin böyle kolay sonlandırılmayacağını. AKP ve Erdoğan iktidarı hep pragmatist oldu. Zamana ve şartlara bağlı olarak sağa sola esneyebilen bir partidir. Hangi saikle Çözüm Sürecine başlamış olursa olsun, en nihayetinde kar-zarar hesabıyla süreci yönetti. Bu süreci oya çeviremediğinde de, hadi bana eyvallah dedi.
Başlangıç için yol haritasına katkı
Kürtlerin çözümden anladığı şey ile AKP-MHP iktidarının anladığı şey ne kadar farklıysa, çözüm de o kadar zor olur. Buna hazır olmalı demokrasi güçleri. Elbette iki tarafın da tam istediği şekilde sonuçlanmaz böyle süreçler. Karşılıklı tavizler ile bir sonuca ulaşılır. Önemli olan iyi niyet ve çözüme inanmaktır. Ne var ki eski hataya düşmemek için yola doğru çıkılmalı.
Örneğin:
1-Öncelikle TBMM çatısı merkez alınarak, Kandil ve Öcalan sürece dâhil edilmeli. Devletin bütün aktörleri sürece katılmalı.
2- Kürt sorunundan bağımsız radikal bir demokrasi paketi hazırlanmalı ve yürürlüğe konulmalıdır. Toplumu rahatlatacak önemli adımlardan birisi olur.
3-Medyada yer alan Kürt siyasetini şeytanlaştırma dili terk edilmeli, gerekirse yaptırım uygulanmalı. Barış gazeteciliği öne çıkarılmalı. Çözüm sürecinde barış gazeteciliği yapıp, süreç bitince de savaş gazeteciliği yapanları kastetmiyorum. Barışı içselleştirmiş gazetecilere alan açılmalı.
4-Bütün görüşmeler, talepler, öneriler, yol haritaları alenen, toplumun gözü önünde yürütülmeli, tartışılmalı.
5-Aydın, yazar ve sanatçılardan oluşan uluslararası bir gözlemci heyeti sürecin içinde yer almalı. Garantör iki ülke seçilmeli. Görüşmeler bazen bu ülkelerde yürütülmeli.
Bu maddeleri çoğaltmak mümkün. Birinci çözüm Sürecinin hatalarından (iki taraf için de)ders çıkarılmazsa, doğru ve gerçekçi bir yol haritası ortaya konulmazsa, barış diline geçilmezse, muhataplar arasında dengeli bir diyalog olmazsa, günlük siyasi çıkarlara alet edilirse Kürt Sorunu çözülmez…