90’lı yılların başıydı. PKK birçok bölgede etkiliydi. Yaygın bir biçimde karakollar sökülüp atılıyor, hakimiyet alanları genişliyordu. Halk serhıldanları nerdeyse her tarafa yayılmıştı. Buna karşılık devletin kontrgerilla örgütlenmesi, koruculuğu geliştirmesi, hizbul-kontrayı kullanması, faili meçhul cinayetleri işlemesi, Devlet Güvenlik Mahkemeleri (DGM) eliyle sivil ve demokratik kanalları kullanmak isteyenlere nefes aldırmaması aynı madalyonun başka bir yüzüydü.
Sürecin ağırlığını gören, yaşadıkları pratiklerle gidişatın yaratacağı derin tahribatları kavrayabilen askeri ve sivil güçler de vardı. Hem de iki taraftan ve bunların devreye girmesiyle bir süre sonra bilinen ilk ateşkes gündeme geldi.
Ancak umut verici süreç kısa zamanda provoke edildi. Ve bu provokasyonu yapıp daha yoğun bir savaş süreci başlatan aktörlerin içeride ve dışarıda oldukça örgütlü oldukları görüldü. Türkiye’ye de Kürtlere de büyük zarar veren bu pratiğin sahipleri güçlerini İngilizlerden alıyordu. Dünya siyasetinde etkili olan devlet ve devlet dışı güçlerinin merkezi Londra’dan icazet alan Güreş-Çiller-Ağar ekibi köyleri boşaltıp insanları göçertirken, aslında bugünkü kronik ekonomik sıkıntıların, toplumsal sorunların, yozlaşmanın, dinsel, ırksal fanatizmin, siyasal çürümenin de sebebi oldular. Yurdunu terk edecek Kürdün nereye gideceğini pek hesaplamadılar. Eriyip gideceğini, asimilasyonla öz benliğinden kopacağını, hizmetkarları olacağını hesaplıyorlardı.
Onlara akıl verenler de kendi deneyimlerine dayanıyorlardı. İngilizler Britanya adasındaki farklı etnik gurupları, kültür ve dilleri asimile etmişlerdi. Yetmemiş yakıp yıkmış, başta İrlandalılar ve İskoçlar olmak üzere birçok milleti göçertmiş, çoğunluğu Amerika kıtası başta olmak üzere dünyaya dağılmışlardı. Buna rağmen İngilizler direnişleri bitiremedi. Yeryüzünün en büyük hakimiyet alanına sahip, güneş batmayan imparatorluk, sınırdaşı, iç içe olduğu milletlerin isyanlarıyla baş edememiştir. Asıl çürümeyi, zayıflamayı sınır ötesi sömürgelerde değil, sınırdaşı topraklarda yaşamıştır. Hata sınır dışından getirdiği askeri güçler, ekonomik kaynaklar ve varlıkları yanı başındaki direnişleri kırmak için kullanmıştır. İş öyle bir raddeye varmış ki, politik akıl yerini adeta kan davasına bırakmış, süreç kin güdenlerin sonsuz kavgasına dönüşmüştür. Karşılıklı siyasi çürüme, toplumsal yozlaşma, umutsuzluk hakim hale gelmiştir.
Ama uzun erimli, örgütlü, halka dayalı, ideolojik yapısını kendi geleneğinden oluşturmuş, gerilla savaşı, şehir örgütlenmesi, kararlı tutumu ve dirençli iradesiyle muhalifler, İngiliz krallığına diz çökmemiştir. Çökmediği gibi bu krallığın yeryüzü imparatorluğunu çökertmişlerdir.
Osmanlı’da da benzer bir durum söz konusudur. Avrupa’da, Arap yarımadasında hızla genişleyen imparatorluk yüzyıllarca Anadolu isyanlarıyla uğraşmıştır. Baş edememiştir. İsyanları çökertmek için olabilecek her türlü kirli yollara başvurmuştur. Aleviler, Türkmenler, Kürtler, Araplar çeşitli nedenlerle imparatorluğa sürekli sorun çıkarmış, isyan etmiş ve uğraştırmışlardır. Öyle ki, Osmanlı’nın sınırları içinde özerk, ulaşılmaz, dokunulmaz fiili iktidar adaları oluşmuştu. Eğer muhalifler direndiklerinin binde birini organizasyonel alanda becerebilseydiler, çoktan imparatorluğu çökertir, özgürlüklerini ilan ederlerdi.
O gün İngilizlerin şiddet ve çökertme politikalarını referans alan, ruh ve güç birliği yapanlar, bugün İngilizlerin yarattığı çözüm modelinden bihaber gibi davranıyorlar. İngilizlerin kendilerini yenilemeleri, tekrar finans, ekonomi ve global siyasette etkilerini arttırmaları, bu çerçevede AB’den bile ayrılmayı göze aldığı bilinmektedir. Bu ülke hem Britanya’da hem de Commonwealth ülkeleriyle ilişkilerini daha da geliştirmeyi hedeflerken, TC’nin kurmay aklı Erdoğan’ı ata bindirmişçesine yedi düvele karşı, Donkişot misali savaşa sürmüştür. Dünyayı yönetenler tecrübelidir elbet. Akdeniz’de ABD, Fransa, AB yekvücut olmuş 40 yıldır Kürtlerle savaşarak çürümüş sistemin hastalandığını, beyin fonksiyonlarını yitirdiğini, asıl çürümeyi 40 yıldır içeride yaşadığını çok iyi gözlemliyorlar. Burada başarısız olmuş bir devletin kalkıp da Akdeniz’de, Libya’da, Irak’ta, Suriye’de tek başına bir şey yapamayacağını gayet iyi bilmektedirler. Biliyorlar ki Akdeniz’de sıkıştırıp izole ettikleri gibi, diğer bölgelerde de projelerine göre koordine etmekte, yönlendirmektedirler.
İngilizler AB’den çıkarak sistemlerini müktesebatlarını korudular. Bu sayede dünya finans sisteminin, petro-dolarların merkezi olmayı sürdürecekler. Ama Britanya adasındaki AB üyesi İskoçlar ve İrlandalılar sayesinde AB’nin bütün avantajlarını da kullanmak istemektedirler. Üstelik Britanya adasında birçok takım dünya ve Avrupa futbolunda boy gösterdiği gibi ekonomi ve siyasette de farklılıklarını adada güç birliğine dönüştürebiliyorlar. Bu yüzdendir ki İskoçlar İngiltere’den ayrılmayı kabul etmediler.
Türkiye’nin kurmay aklı ise hala Kürt çocuklarının canları, dilleri, varlıkları ve aileleriyle oynama derdinde. İngilizlerin ikram ettiği Lozan’ı geçip Misak-ı milliyi hayal edip toprak kazanmaya dayalı fetihçi dünyada olduklarını sanıyorlar.