Çok yönlü sanat çalışmalarıyla dikkat çeken Kerem Fırtına ile sanat, siyaset ve toplum dinamikleri üzerine konuştuk: Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelikli konusudur Kürt sorunu, çözme niyeti olanlarla bu ülkeyi yönetebilirsiniz. Yönetmeye talip olmayanlar da elenecektir
Nezahat Doğan
Sanat ve edebiyat toplumdan, kültürden, yaşamdan ve yaşananlardan bağımsız düşünülemez. Bu da elbette gerçek sanatçıya toplumun gerçekliğini yansıtma, belgeleme, yorumlama ve ifade sorumluluğunu getirir. Bu nedenle sistem ve iktidarlar, gerçek sanatçılar ve sanatlarından korkar, onları baskılamak ister. Çünkü gerçek sanatçılar her zaman iktidarlar ve onların ideolojik hegemonyası karşısında doğal muhaliftir. Çünkü sanatçılar ve eserleri bireylerin ve toplumun aydınlanmasında ve dönüşümünde en önemli güç merkezini oluşturur. Dolayısıyla sanatçının tavrı aynı zamanda politiktir.
Toplumun gözü önünde, bilinir ve etkin bir karakter olan sanatçı, yalnızca yapıtlarıyla değil, aynı zamanda tavır ve eylemleriyle de toplumda etkileyici bir güce sahiptir. İktidarlar bundan dolayı gerçek sanatçıyı baskılamanın ötesinde cezalandırmak ve susturmak da isterler. Sansür ve sanatlarını yasaklanmanın ötesinde zindan, sürgün ve ölüm de gerçek sanatçının susturulmasının aracı olarak kullanılır. Ama gerçek sanatçı asla boyun eğmez ve susmaz!
Bu gerçekliğe yaşadığımız ülkede de yakından tanık oluyoruz. Konserler, tiyatrolar yasaklanıyor, filmlere sansür getiriliyor. Ülkede yüzyıldır bir yanda sansür ve yasaklanmalar uygulanırken diğer yanda Musa Anter’den Nazım Hikmet’e, Sabahattin Ali’den Yılmaz Güney’e, Ahmet Kaya’ya kadar pek çok yazar, şair ve sanatçı baskı, sürgün, linç ve katliamlara hedef oldu, oluyor.
Tüm bunları, sözünü sakınmadan söyleyen, toplumsal meselelere duyarlı, “siyasetin tam bir muhalefet ekseninde yürütülmesi gerekir,” diyen, canlandırdığı karakterlerdeki yorum ve performansıyla toplumun beğenisini kazanan, yazdığı kitaplarla ve senaryo çalışmalarıyla da hayatında çok yönlü sanat katmanlarını barındıran Kerem Fırtına ile konuştuk. Hem sanat, hem siyaset, hem de toplum dinamikleri üzerine…
Siyaset ya da süreç… Ülkenin durumuna baktığımızda, sansür, baskı ve yasaklamalara uzanan bir süreç yaşıyoruz. Konserler, tiyatrolar yasaklanıyor. Kürt müziği ve tiyatrosuna yönelik daha da keskin yasaklar görüyoruz. Bu baskılar içerisinde sanat nasıl duruyor? Ya da ne yapıyor?
Zor duruyor ama yekpare bir yapı değil sanat. İçinde, bu duruma direnip, o direnişte ısrar edenler var; bir şekilde yolunu değiştirmek zorunda kalanlar ya da değiştirenler var; tümden küsüp vazgeçenler, dosyayı kapatanlar ve yorulanlar var. Herkesin kendince gerekçeleri var ama gördüğümüz ve takip ettiğimiz kadarıyla, baskıya karşı yüksek sesle itiraz eden geniş bir kesim var. Bu itiraz en son “Kurak Günler” filmine uygulanan baskıya karşı duruşla, sinema alanında da tekrar gündem oldu. Bundan önce de Moda Sahnesi’nin, iktidarın tiyatronun elektriği üzerinden yaptığı baskıyla başlayan süreçte, bu baskıya karşı“sivil itaatsizlik” itirazı oldu. Buna karşı iktidarla hiçbir sürtüşme yaşamadan sanatını icra edenlerde var.
O kesime karşı hedef göstermeler de var. Ödül alındığında “Cumartesi Anneleri için” denmesi ya da Şebnem Korur Fincancı için bir söz kurulması hedef haline nasıl dönüşüyor?
Aslında sanat hedef gösterilmiyor. Açık konuşalım; hedef Kürtler, hedef HDP siyaseti, bizatihi HDP’nin kendisi hedefte. Cumartesi Anneleri tabi ki bunun bileşenleri, beraber mücadele eden görüşler. Bu hükümetin hedefe koyduğu gruplara, partiye ve topluluklara yanaşırsanız, oradaki zulme karşı direnişte o insanlara destek olursanız, otomatik olarak hedefe geliyorsunuz. Konu belli; öteki kimlikler ya da alt kimlikler diyelim. Eğer iktidar buralarla kavgalıysa ve kavgasını hukuku aşarak ve ezerek, elindeki tüm yetkileri kullanarak veriyorsa, hedefe koyduğu topluluklar ve insanlarla kavga ediyorsa, burada da bir güç dengesizliği oluyor. Çünkü devletler ülkelerindeki en güçlü örgütlerdir.
Aslına baktığımızda, devlet mücadele etmemeli, tarafsız olarak durmalı. Burada, taraf olmakla beraber, sahip olduğu tüm güçlerin yasayla belirlenen hatları ve sınırını aşarak müdahale ediyor. Bu da rahat bir şekilde, çekinmeden niyetini ortaya koyduğunu gösteriyor
Toplumun ve Kürtlerin demokratikleşme ve demokrasi talebi var. Topluma mal olmuş isimlerin de neyi savunacağı önemli hale geldi. Siz de toplumsal meselelere kayıtsız değilsiniz. Sanat yapanların farkındalığı nasıl? Biraz geriye mi çekildi?
Geriye çekildi denebilir ama oradaki alanı iktidar doldurdu. İktidar adımlarını ileriye doğru atıyor, muhalifler geri gittikçe bıraktığı alanı dolduruyor. Bu en başından beri söylenen bir gerçek… Bölgedeki belediyelere kayyım atanırken, orada muhalefet yekpare bir tepki ortaya koyabilseydi, bütün olarak itiraz etseydi, bugün Ekrem İmamoğlu’nun davasındaki karar noktasına gelmezdik muhtemelen. Hak ihlali olan alanda itirazımız ne kadar geriye giderse, hakkı ihlal eden hemen o alanları dolduruyor. Sanatta da insanları geçim sıkıntısı ve geliriyle tehdit ettiğiniz zaman, o insanların mesuliyetleri öznel oluyor. Kim neyle mücadele ediyor bilinemez. Herkesin dayanma gücü ne kadar o da bilinemez. Sanatçı mesleğine devam edebilmek için itirazı erteleyip itiraz etmekten vazgeçtiğinde, iktidar da bu baskının işe yaradığını görerek sanat alanına daha fazla müdahil olmaya ve sanatçıyı daha fazla sıkıştırmaya başlıyor. Sonuçta itiraz edenlerin sayısı azalırken, itiraz edenler de marjinal oluyor. Hele de hukuk konusunda güvenilmez bir durum yaşanıyorsa, bu iktidarın desteksiz bıraktığı ve marjinalize ettiği topluluklar için büyük bir tehlike oluşturuyor. Geri çekilmekte sorun yok, ama geri çekilirken de mücadele eden insanların pozisyonunu düşünmek, bir şekilde uzaktan da olsa destek olmak; en azından köstek olmamak gerekir.
Keskin bir kutuplaşma olduğunu görüyor musunuz?
O çoktandır var. Bence kutuplaşmadan da herkes biraz ders aldı.
Nasıl bir ders?
Yani kutuplaşmada kimse öbür tarafı yok edemez. Öbür tarafı ne olarak tanımlıyorsak artık; dindar insan, dinsiz insan, nasıl kodlanıyorsa… Kimse hoşnut olmadığı görüşe sahip insanlardan kurtulamaz. Bunun daha fazla bilincinde olmaya başladı insanlar. Oysa herkes birbirine aşağılayıcı lakaplar taktı; söylemek bile istemiyorum. Beraber bir toplumuz, insan insana bağlı. Kutuplaşmayı ne olursa olsun herkes önüne koymalı. İster rakip gör, ister mücadele ettiğin alanda ideolojik düşmanın gör, hiç fark etmez, onu ortadan kaldıramayacaksın. Beraber yaşamayı başarabilmeliyiz.
Beraber yaşamanın iklimini biz daha önce görmedik mi? Şu an yaşadığınız ülkede nelerin değişip değişmediğini görüyorsunuz? Ya da nasıl bir iklimde olduğunuzu görüyorsunuz?
Beraber zaten yaşayabileceğiz, diğer bir alternatifi yok. Ya öfke, huzursuzluk, savaşla yaşayacağız, ya da temel bir uzlaşı içinde yaşayacağız. İllaki ‘birbirini severek’ gibi popülist bir şey söylemek istemiyorum, insanlar bunu mecbur zannetmesin, böyle bir şey yok. Sevmek zorunda değilsin, ama toplumun bireylerini birbirine bağlayan, mecbur olduğumuz temel uzlaşılar var. Bu konuda kimsenin bir başka seçeneği yok, herkesin bu bilinçte olması gerekiyor. Temel meselelerin uzlaşılır hale getirilmesi ve tabana yayılması gerekir. Barış Süreci’nde devrilen o masanın hızlı devrilmesinin sebebi de bence tabana yayılmamasıydı.
Net olarak neyi ifade ediyorsunuz?
HDP süreci Meclis’e taşımak istedi. Hükümet bu süreci Meclis’e ve tabana yaymak yerine MİT ve bir görüşme heyetiyle yürütmek ve bitirmek istedi. Oysa ne olursa olsun meclise taşınmalıydı. Aynı zamanında yapılan Anayasa Referandumu gibi… Ben o referandumda “Hayır” oyu kullanmıştım. Esastan hazırlanış biçimi itibariyle hayır oyu vermiştim. Çünkü bir toplumun ‘kullanma kılavuzu’ dediğimiz anayasayı birtakım derneklerle, arabalardan inip kapalı odalarda görüşüp hazırlayamazsın. Bu, benim istediğim gibi olsa da hazırlayamazsın, istemediğim gibi de olsa hazırlayamazsın. Benim için şüphe uyandırır bu durum. Tartışılmazsa temelsizdir ve bir takım özel amaçlara hizmet ediyor olduğundan şüphelenirim. Bence bunların hepsi özellikle sosyal demokratlar için de ders oldu. O gün itibariyle CHP’nin asla gündeminde olmayan bir Kürt meselesinin bugün iktidar olsalar artık gündemde olmama ihtimali var mı sizce? Yok… Geçmiş olsun! Artık gündeminde onun da.
Peki, neden 6’lı masada Kürt meselesi yok? Sizin bir twitinizde de vardı?
Çok net, İyi Parti’yle ilgili bu durum… Evet, o zaman “HDP’nin olmadığı bir masada Türkiye’yi yönetemezsiniz,” demiştim. Bunu İyi Parti’ye söyledim. Haklı ve haksızı ayırmak gerek ki ben CHP’li değilim ama İyi Parti’nin CHP’ye haksızlık yaptığını düşünüyorum bir ortak olarak doğru davranmıyor. Kimse kimseyi koşulsuz kabullensin demiyorum ama TV’lere çıkıp Büyük ortağının lideri için aday olursa kazanamaz demesi doğru değil.
CHP’nin Kürt meselesine karşı mesafesi neden? Aynı zamanda dokunulmazlıkların kaldırılmasının da önünü açtı ve seçilmişlere karşı cezalar yağmaya devam ediyor. Siz nasıl bir resim görüyorsunuz?
Anayasa değişikliğinde konuştuğumuz ‘Yetmez ama Evet’çiler vardı ve bu bir hataydı. Bugün itibariyle görülüyor ki AKP’ye bir basın toplantısıyla aydın desteği vermek, tabana yayılmamış bir görüşle kimsenin detaylarını bilmediği bir alanda “evet” demek doğru değildi. Ama buradaki ‘Yetmez ama Evet’cilere düşmanlığı da doğru bulmuyorum. Muhalefetin siyasi rakibi ‘Yetmez ama Evet’çiler değil. Onlar önemli bir dönemde hata yapmış olabilirler. Aynı CHP’nin dokunulmazlıklarda “anayasaya aykırı ama evet” deyip el kaldırmaları gibi. Oradan bugüne CHP de çok şey değişti.
CHP’yi dünü ve bugünüyle nasıl görüyorsunuz?
CHP’nin kendisi sığ bir parti. CHP bence bu konuda derinleşmeye çalışan kurucu bir asker partisi Türkiye Cumhuriyeti’nde… CHP’yi solcu zannetmek insanları hayal kırıklığına uğratıyor. CHP’nin dününün Deniz Baykal, Önder Sav, Nur Serter gibi isimlere ait olduğunu unutmamak lazım. Bu üçlüden Kılıçdaroğlu, Kaftancıoğlu ve İmamoğlu üçlüsüne gelmesi, Kılıçdaroğlu’nun Roboski’ye gidip “Roboski’nin de faillerini yargılayacağız” demesi, İmamoğlu’nun Diyarbakır’da son derece sevilmesi ve bunun propagandasını gayet keyifle yapabilmesi; bunlar CHP için epey büyük adımlar, ama CHP için! Dolayısıyla bu adımları atmasının artmasını dürtmeye ve desteklemeye devam etmeliyiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin öncelikli konusudur Kürt sorunu, çözme niyeti olanlarla bu ülkeyi yönetebilirsiniz. Yönetmeye talip olmayanlar da elenecektir. CHP’nin sürecini kronolojik olarak değerlendirirsek, bizi tatmin etmeyen ama ileriye doğru adım atması gerektiğini biliyor. Elinden gelenin tamamını yapmasa da iyiye doğru hamle yapmaya çalışıyor. Bu konuda çok da haksızlık etmemek lazım.
Türkiye’nin içinden geçtiği süreç çok keskinleşti. Sancılı bir dönemden mi geçiyoruz? Kaygılar arttı mı? Herkes kapalı alanda tartışıyor ama sözünü açık söyleyenler azaldı mı?
İnsanların özel hayatlarına direkt etkisi olan durumlar yaşıyoruz. Bunu iptal edilen belediye seçimlerinde de gördük. Sandığı ve insanları hafife almamak lazım… Muhalefet kendi kendine bir şeyler yapmıyor, iktidar öyle şeyler yapıyor ki muhalefete güç veriyor şu an. İnsanların konuşmasını ya da itiraz etmesini geçti Türkiye’deki durum. Gördüğümüz gibi muhalefetin başarısına da bağlı değil.
Toplumda sesini çıkaranlara cezalar yağıyor, yasaklamalar var. Öte taraftan da cezasızlıklar. Nasıl bir fotoğraf görüyorsunuz?
Bugün Taksimde Kürtçe şarkı yapan gençlere de, Hayvan hakları konusunda da, LGBT-İ bireylerle de sistemsel bir adaletsizlik yürütülüyor. İktidar sistemli olarak toplumda ‘öteki’leri düşman görüyor ve bu değişmiyor. Bütün bunlar, sübjektif olarak, yasalardan bağımsız, yasalarla kendisine tanınan sınırların dışında veya üzerinde, devlet gücüyle toplum hakkında karar vermesiyle ilgili.
Sanatın içinde nasıl bir örgütlü yapı var. Sansüre, yasaklamalara karşı yeterince ses çıkarılmıyor ifadesi hâkim. Mesela 1977’de sansüre karşı sanatçılar üç gün boyunca Ankara’ya yürüdüler. Bugün nasıl bir örgütlenme ve ortaklaşma var? Ya da yok?
Doktorlarda da belli bir kesim ses çıkarıyor, tarımda da, zeytinliklerle ilgili de… Sanatta da bu böyle, bizde de aynı. İktidar davranışında sektörleri ayırmadığı gibi bizim de sektörlerimizde davranışlarımız ayrılmıyor. Toplumun genel yapısı neyse sektörlerin içinde de öyle. Toplumda genel bir direniş yok. Karşı duruş devrimcilere, örgütlü muhalif insanlara, Kürtlere ve benzerlerine düşüyor. Genel bir direniş olmuyor. Toplumda bu direniş yokken sanatın içinde genel bir direniş beklemek de manasız.
Bugün TV dizelerine baktığında ne görüyorsunuz? Yeteri kadar senaryosu güçlü yapıtlar görüyor musunuz?
Görmüyorum. Çünkü bunun şartlarının sağlanması gerekir.
Nedir o şartlar?
Ulusal kanalların senaristlerimize dayattığı süreler sebebiyle projelerin geleceklerinin belirsiz olması birçok zorluk yaşıyordu üreten insanlar. O projelerin gücünü ve etkisini o şartlarda değerlendirmek lazım. Şimdi dijital platformlardaki imkanların çoğalması, sürelerin kısaltılması, projelerin sezonluk paket halinde çekilmesiyle ve Şartlar sanatta üretim için elverişli oldukça çok daha iyi işler çıkaracak senarist ve yönetmenlerimiz var.
Bu ülkede yeteri kadar güçlü komedi filmi yapılamıyor mu sizce?
Yapılıyor aslında dönem dönem… Bu dönem sadece mizah yapmak isteyenlerin de üretmek için çok sıkıldığı sıkıştığı bir dönem olabilir. Gülmeye ve güldürmeye pek hal bulamıyor olabilirler ama böyle dönemlerde ofansif mizah çok gelişiyor. Bizim ülkemizde de her gün yeni isimler çıkıyor; kitleleri olan, kitlelere ulaşan, rağbet gören, salonları dolduran… sanırım bu sert süreçlerde öne çıkan ofansif mizah oluyor.
Mesela son çekilen Recep İvedik filmi… Muhalif ayaklanma önerisi getiren inşaat şirketine karşı bir film yapmış Şahan Gökbakar. Recep İvedik 7’nin Recep İvedik serisiyle ilgisi yok. Kendisinin sinirleri bozulmuş belli ki, beşli çeteden inşaat şirketi olanı hedefe almış ve bütün filmi onun üzerine kurmuş. Zaten film elektrik faturalarına isyanla başlıyor, hem de bağıra çağıra…
Kerem Fırtına’nın derdi ne?
Huzurla tamamlamak. Az yanılmaya çalışmak. Önemli yol ayrımlarında verdiğim kararlara hazırlıklı girmeye çalışıyorum bilgiden mahrum kalmayarak küçük yada büyük fark etmez hep ileriye doğru adım atmaya çalışıyorum şimdilik derdim bu!.