Ubeydullah Serhildan Andan
Kürtlerin yaşadığı coğrafyadaki gelişmelere ilişkin tartışmaların odağında “sömürgeciliğin” olması elbette doğru bir perspektif sunuyor. 1970’lerden beri Kürtler her durumda olmasa da birçok kritik noktada sömürge olmanın negatif sonuçlarına eğilerek bazı kararlar alabildi. Bu açıdan Kürt sorunu denen büyük girdabın, esasında sadece yerel sömürge güçlerinin sorunu olmadığını saptayan, neo-liberal ve post-modern dönemin tüm ulusal ve uluslararası egemenlerine mal eden bir perspektif yarattı. Gelinen noktada “Kürt Sorunu” bir uluslararası sorun olarak yer edindi ve bugün yürütülen ya da yürütülecek olan birçok tartışmanın merkezinde bu gerçek kalıcılaştı. Ancak bu tartışmaların odağındaki Kürtler aynı zamanda kendi içlerinde de bir sorunla karşı karşıya. Bunun bugün bir kangrene dönüşmesi de an meselesi.
Bu kangrenleşme zemini ve üzerine bina edilecek ya da edilmesi gereken fikirler, esasında artık sömürgeciden ziyade onun sonucu olan “Kürdün kendiyle olan sorunu”na eğilmenin de doğru olacağını başta Kürt kamuoyuna akabinde de Kürt meselesini irdeleyen tüm çevrelere göstermekte. Sığ tarafgirliğin ve onun etrafında dönen yaklaşımların uzağında yürütülmesi gereken bu tartışma önümüzdeki dönemin kazananını (uluslaşan Kürdü) hiç kuşkusuz belli edecek.
Kürdün kendiyle olan sorunu partiler arası ideolojik farklılıklarla açıklanabilir. Ancak bu ne kadar yeterli olur ve ne denli ön açıcıdır, şu an için bilinmez. Belki de ulus bilincini yaratmanın ve ideolojik farklılıkları bunun için bir zemin olarak kullanmanın tam zamanıdır. Kaldı ki diyalektik, bu olguların bütününün bileşimini ve açığa çıkacak olan demokratik Kürt uluslaşmasını ifade etmek değil midir?
Gel gelelim bu diyalektiğin önündeki dezavantajlı durumlara: Burada açığa çıkan temel mesele Federe Kürdistan sınırlarında yaşanan gelişmelerdir. Uzun zamandır ardı sıra devam eden TSK operasyonlarının KDP bağlamında ele alınması hiç kuşkusuz yaşananlardan bağımsız değildir. KDP’nin Kürt uluslaşmasında bir mihenk taşı olması gerekirken bugün ‘ihanet’ ve ‘yolsuzluk’ tartışmalarının odağında olması en başta Kürtler içi sorunların derinleşmesine neden olmakta. 1990’lardan günümüze çoğu kez Türkiye’nin yürüttüğü sınır ötesi operasyonlara katılmış olması ve nihayetinde PKK’ye dönük operasyonların dışında Mexmûr, Şingal ve Rojava’ya dönük ambargoların birincil tarafı olması, KDP’yi her anlamda Kürdün kendiyle olan sorununun da başat aktörü olmasına neden oluyor. Burada elbette ki kitlelerin öfkesi ve Kürtler arası düşmanlığın yayılması basit bir sonuç olarak ortaya çıkıyor. İzanlı, izansız tüm tartışmaların yaşanmasında da tüm oklar KDP’yi gösteriyor. Bunları yazarken alttan bir KDP düşmanlığı yaratmak ve Kürt düşmanlığını sürdürmek elbette ki hiçbir Kürdün istediği ve isteyeceği bir durum değildir. Ancak gelinen noktada Kürt uluslaşmasının sorunsalı KDP oluyor.
PKK kamplarının bulunduğu yerleşkelerin tamamı, uzun yıllar süren bir üstlenmeyi ifade ediyor. Kaldı ki birçok gözlemci heyetin, ulusal ve uluslararası basın kuruluşlarının gittiği, hatta uluslararası güçlerin görüşme sağladığı bu alanların baştan başa savaş alanına dönüştürülmek istenmesi ve buradan sömürgecilere yeni bir ülkü yaratılmak istenmesi, yarının kazananı olmak isteyen hiçbir Kürdün kabul edeceği bir durum değil. Bu yüzden bugün devam eden saldırıların ve yaratacağı sonuçların tamamından tüm Kürt parti ve örgütleri sorumlu. Başta Federe Kürdistan Hükümeti ve partileri olmak üzere dört parça Kürdistan’daki tüm çevreler bu savaşın son bulması için mücadele hattı örmek durumundayken, Kürdün kendiyle olan sorununu derinleştirmeleri yarınların zor geçeceğine işaret ediyor. Çünkü bu durum, uluslararası bir soruna dönüşen Kürt sorununu; Kürt barışı ve birliği olmadan nasıl çözülür sorusuna mecbur bırakmakta. Bu yüzden önceliğin ‘Kürt Barışı’ olduğu gerçeği her durum için değişmeyen tek gerçek olarak ortaya koymakta.