Türkiye Cumhuriyeti ikinci yüzyılına girerken bir yol ayrımına doğru hızla ilerliyor. Yol ayrımına derken, öyle yol ikiye ayrıldı haydi buradan devam edelim gibi kolay ve yumuşak bir ayrımdan söz etmiyoruz. Aksine oldukça radikal bir sarsıntı yaşama ihtimalini de içeren bir yol ayrımı bu.
Cumhuriyet, kurulurken, Osmanlı bakiyesi farklı birçok kimliğin içinde olduğu bir toplum yapısından sanki tek kimlikli bir yapı varmış gibi çıktı. Bu kimlik de Türklerdi. Ama herkes biliyordu ki bu ülkede Türklerin yanı sıra Kürtler, Araplar, Çerkesler, Lazlar ve başka birçok farklı kimlikler vardı ve bu kimlikler yan yana yaşıyorlardı. Birlikte yaşıyorlardı yerine yan yana yaşıyorlardı dememin sebebi de sanırım açıktır. Bu farklı kimlikler birbirlerine çok değmeden ayrı hayatlar içinde yaşayan halklardı. Ama ne var ki Cumhuriyeti kuranlar, bu farklılıkları tek bir kimliğe sığdıranlar, geleceği görme şansına sahip değillerdi.
Türk, Türkler kavramları bu Osmanlı bakiyesi toplumu tam olarak kucaklayamamıştı. Özellikle bu kavramlarla çok bir sorunu olmasa da yeni Cumhuriyetin dışlayan tutumu nedeniyle kendini biraz sistem dışı hisseden İslami kesimler bu adıma ilk değilse bile ikinci olarak itiraz eden kesim oldu. Birincisi ise tabii ki Kürtlerdi. Kürtlerin itirazlarının temelinde kendilerine verilen sözlerin tutulmadığı iddiası vardı ve bu nedenle de ilk yüzyılın en fazla itiraz eden hatta isyan eden kimlik mensupları da Kürtler oldular.
Cumhuriyetin ilk kuşakları Batıcı bir bakış açısı içinde eğitildiler ve yönlendirildiler. Cumhuriyetin kurucu ideolojisi de bu çerçevede oluştu. Ama bu kesimler toplumun tümü demek değildi. Özellikle nüfusun içinde önemli bir paya sahip İslami duyarlılığı olan kesimlerin Batıcı siyasi elitin iktidarına son verip iktidara geçince kendi hegemonyalarını kurmaya giriştiler ve bu çabaları hala sürmekte.
Ama bu geniş girişten sonra asıl söylemek istediğime gelince, 20 yıldır iktidardaki İslami duyarlılığı olan kesimlere karşı muhalefet işlevini sürdüren Batıcı siyaset elitinin hala siyaseti ve Türkiye’nin önündeki zorlukların farkında değiller. İçine girilmiş bulunan ekonomik krizin faturasının geniş toplumsal kesimleri mevcut iktidara karşı tepkili hale getirmesine büyük bel bağlamış durumdalar. Sanki insanların oy verme davranışlarında en önemli etken ekonomiymiş gibi düşünmeleri bir bilimsel bulgudan çok bir inançtan ibarettir.
Oysa aşırı derecede kutuplaşmış toplumlarda oy verme davranışı ekonomiden çok bağlı hissedilen kimliklerin tercihleri tarafından belirlenir.
Bunun bile farkında olmayan muhalefet öyle anlamsız bir siyaset çizmeye başlamıştır ki Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana kendi kimlik sorunları etrafında çok sayıda isyan etmek zorunda bırakılmış Kürtlere CHP lideri, ekonomiden, parasız elektrikten, para kazanmaktan söz etmiş, kimlik sorunlarına neredeyse hiç değinmemiştir.
Bir daha altını çizerek belirteyim ki, Kürt sorununa Kürt sorunu diyemeyen, yaşananları Kürtlerden çok, devletin Kürtlere bakışından kaynaklanan hatalar nedeniyle yaşandığını söyleyemeyen, iktidara geldiğinde ilk yapılacak işin 100 yıl önce başarılamamış, Kürt sorunuyla, kendisinin ifadesiyle “helalleşmek” olacağını açıklayamayan hiçbir siyaset başarılı olamayacaktır.
Bu da böyle biline.