İlginçtir. 2004-2014 yılları arasında Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı 17 ilde kişi başına gelir artmıştır. Bunun önemli bir nedeni AKP Hükümetinin bu illerde 2002 yılından başlayarak artan bir biçimde yaptığı kamu harcamalarıdır. Bir diğer neden ise bankacılık kesiminin aynı illerde açtığı kredilerin artmasıdır. Tabii bunlara bu illerde artan güvenlik harcamaları da eklemeliyiz. Sonuçta bu illerde yaşayan halkın söz konusu dönemde kişi başına düşen gelirleri artmıştır. Öyle ki, bu 17 ilde 2004’de 2590 $ olan gelir 2013’de yüzde 132 artarak 5998 $’a ulaşmıştır. Aynı yıllarda bu 17 ilin dışındaki illerin (yani Türklerin yoğun yaşadığı illerin) kişi başına gelirlerindeki artış ise yüzde 112 olmuş, 4910 $’dan 10408 $’a çıkmıştır. Artış önemli değil diyebilirsiniz. Ama Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bu 17 ildeki gelir artışının Türk illerindeki artıştan daha fazla olması oldukça önemlidir. Bunun Kürtlerin yoğun yaşadığı illerin sosyo-ekonomik yapısında ciddi bir değişime karşılık düşeceği kolaylıkla ileri sürülebilir.
Peki ama bu sonuç nasıl ortaya çıkmıştır? AKP bu politikasıyla ne yapmak istemiştir? Kürtler zenginleşirse kimlik taleplerinden vazgeçerler diye mi düşünmüştür? Bir başka ifadeyle bir tür “asimilasyoncu” politikalar amacıyla mı bu ekonomik politikalar uygulanmış ve sonuçta Kürt illerinde yaşayan vatandaşların gelirleri Türk illerindekilerden daha hızlı artmıştır?
Bu soruların cevapları Kürt meselesi konusunda oldukça ön açıcı olabilir. Bizim yanıtlarımız ise şöyle: Bir kere altını çizmek gerekir ki Türkiye’nin yönetici eliti Kürt sorununu hep bir azgelişmişlik sorunu olarak anlamayı tercih etmiştir. Bir başka ifadeyle, Kürtler yoksuldurlar ve yoksulluk kolaylıkla yabancılaşmaya yol açtığı gibi birileri tarafından manipüle edilmeyi de kolaylaştırır. O nedenle de Kürtlerin kontrollü bir biçimde zenginleştirilip asimile edilmeleri bu sorunu çözebilecek bir yaklaşımdır.
Böyle düşünen bir yönetici elitin yapabileceği kuşkusuz başta kamu harcamalarını bu bölgelerde artırmak, yapılan ihalelerde Kürtler arasında kontrollü bir zenginleşme sağlamak ve böylelikle Ankara’ya bağlı bir elit yaratmak. Böyle bir politikanın niyet kısmına bakarsak görürüz ki bu tür bir politika, baskıcı politika anlayışının bir versiyonudur. Bir başka ifadeyle “masum” gibi görünen kamu harcamalarının artışı aslında baskıcı bir politikanın görünen yüzüdür.
Peki ama bu politikaların ihtiyaç duyduğu kaynaklar nereden gelmiştir? Açıktır ki bu kaynaklar tüm toplumun ve özellikle de daha yüksek gelir seviyesindeki Türklerin yarattığı kaynaklardan karşılanmıştır. O nedenle de Türklerin yoğun yaşadığı illerdeki kişi başına gelirdeki artışlar Kürt illerindeki yaşayanların gelirlerindeki artışlardan daha az artmıştır.
Sonuçta tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. Kürt sorunun çözümü için kullanılan kaynaklar Kürtlerin gelirlerinin daha hızlı artmasına yol açarken, Türklerin gelirlerinin görece daha düşük bir düzeyde artmasıyla karşılanmıştır.
Yani şu: Asimilasyoncu politikalar var olan sorunu çözmüyor. Aksine yeni sorunlar ortaya çıkarıyor. O nedenle de baskıcı, asimilatif politikalardan vazgeçip, barışçı bir çerçevede Kürt sorununa yaklaşmak yalnızca Kürtlerin değil aynı zamanda Türklerin de yararınadır.
Ülkeyi yönetenlere ve yönetme iddiasında bulunanlara duyurulur.