Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili adayı gazeteci Hasan Cemal ile Kürt sorununu ve cumhuriyeti konuştuk: Türkiye’de Kürt meselesi çözüm rayına oturmadan hiçbir şey yapılmaz. Bugüne kadar da bunu gördük. Ne demokrasi, ne hukuk devleti, ne kalkınma, ne ekonomik istikrar… Birinci öncelikli çözülmesi gereken sorun Kürt Sorunu. Bunun için kolları sıvamak lazım
Nezahat Doğan
Ülkede en yakıcı sorunların başında elbette ki Kürt sorunu geliyor… Kürtler yüzyıllardır bu topraklarda zulmün en ağırını yaşadı. Kürtler her türlü baskı ve şiddeti gördü; köy yakmalar, köy boşaltmalar, sürgünler, dillerinin ve kimliklerinin yok sayılmasıyla karşı karşıya kaldılar. Kurtuluşta birlikte savaşan Kürtler, cumhuriyetin birinci yüzyılında yok sayıldı, katliamlarla yok edilmek istendi. AKP-MHP iktidarı da son dönemde bu baskı, şiddet ve yok sayma politikasını en şiddetli biçimde uygulayan despotik bir iktidar rejimini ortaya koydu.
Cumhuriyetin ikinci yüzyılına girerken Kürtlere karşı uygulanan bu politikanın tarihsel bir karşılığı olmadığı, olamayacağı açık olarak ortaya çıktı. Tam tersine, yaşanan tüm acılara rağmen Kürt hareketinin yürüttüğü mücadele ve siyaset ile ikinci yüzyılda demokratik bir cumhuriyet inşasının mümkün olacağı ve bunun tüm halklara büyük bir kazanım sağlayacağı görüldü.
Demokratik bir ülke, özgür bir yaşam ve barış için; adaylığı açıklandığı andan itibaren 54 yıllık gazetecilik yaşamına veda eden ve de son derece enerjik ve heyecanlı bir şekilde siyasete giren Hasan Cemal’in dediği gibi “herkesin elini taşın altına koyması” şart!
Yeşil Sol Parti İstanbul Milletvekili adayı Hasan Cemal meseleyi net tarif ediyor: “Herkesin Kürt sorununu anlaması ve empati kurması önemli” diyor. “Bir Türk’e sen Türk değilsin denebilir mi? Kendi dilin Türkçe’yi değil Kürtçe’yi konuşacaksın diyebilir misin? Türk kimliğini yok sayıp kabul etmeyebilir misin?” “Hayır diyorsan, o zaman bunu Kürtlere nasıl dayatabilirsin?”
Kürtlerin talepleri net… Haklarının anayasal güvence altında tanınması ve sorunun Meclis’te çözülmesi… Hasan Cemal’le Kürt sorununun bugünü ve geleceğini konuştuk…
- Neden siyaset? Neden Yeşil Sol Parti?
Siyaset deyince ilk ettiğim cümle; “elimi taşın altına sokmak”… Çünkü yıllar yılı gazetecilik yaptım, yazı yazdım, yorum yaptım, haber yaptım. Özellikle son 20 yılım Kürt meselesiyle iç içe geçti. Yıllar içinde acılara dokundum, Kürtlerin acılarını dinlemeye, anlamaya çalıştım. Bunları aktaran kitaplar yazdım. Şimdi de bu yazdıklarımı “acaba uygulayabilir miyim” diyorum. Diğer yandan Türkiye çok ilginç bir siyasi döneme giriyor. Bu seçim çok önemli, klasik deyişle “kader seçimi”, yeni bir başlangıç… Bu döneme içinden tanık olmak için Meclis’e girebilirim dedim. Bütün bunlar bir araya geldi. İyi de oldu. Şimdi bu heyecanı hissediyorum, oysa git gide sönüyordum. Şimdi yeniden yanmaya başladım.
- Daima “Kürt meselesi çözülmeden ülkede demokratikleşme olmaz,” dediniz. Bugün Kürt meselesinin çözümü için umutlu musunuz?
Türkiye’de Kürt meselesi çözüm rayına oturmadan hiçbir şey yapılmaz. Bugüne kadar da bunu gördük. Ne demokrasi, ne hukuk devleti, ne kalkınma, ne ekonomik istikrar… Hiçbir şey yapılamaz. Birinci öncelikli sorun, çözülmesi ya da çözüm rayına oturtulması gereken sorun Kürt sorunu. Bunun için kolları sıvamak lazım. Yeni dönemde çok daha yakınlaşıyoruz buna.
- Nasıl bir yakınlaşma?
Çünkü bugün Kılıçdaroğlu’nun liderliğinde kurulan Millet İttifakı ve Demokrasi İttifakı bunun farkında. Bu konuda “öyle diyorsun ama orada şu var, bu var” gibi farklı birçok şey de söylenebilir. Çok fazla katılmıyorum bunlara. Yıllar öyle izler bıraktı ve öyle tecrübeler edindik ki, insanlar artık Kürt meselesini şu yana bu şekilde bir yere oturtmak gerektiğinin farkında. Türkiye’yi yeni baştan inşa edeceksek, demokrasiyi kurmak istiyorsak Kürt meselesini öncelemek zorundayız.
- Geçmişteki çözüm sürecine baktığımızda nasıl bir çözümsüzlükle karşı karşıya kalındı. Eksikliler neydi, ne yapılması gerekirdi? Bugün Kürt meselesinin Meclis’te çözülmesi gerekir derken, nasıl bir diyalog, müzakere ve uzlaşma dilinin oluşturulması lazım?
Bu işin özünde uzlaşma yatıyor. Türkiye her alanda bir yere ulaşmak istiyorsa, bu uzlaşma ruhunu yakalaması lazım. Türkiye uzlaşma geleneğini ya da kültürünü yakalayamazsa, dün olduğu gibi bugün da hiç bir şey yapamaz. Geçmiş çözüm süreci bir şekilde berhava oldu gitti. Yeni dönemde buna çok dikkatle ve suhuletle bakmak lazım. Bunun liderleri kimse önce bir masaya oturacaklar, onların arkasında yer alacak uzmanlar ise “sorun budur, sorun şu parçalardan meydana geliyor ve oluşuyor” diyerek bir yol haritası çıkaracak. Bunu kolayından zoruna kadar, adım adım çözmemiz lazım.
- Neden kolayından zoruna doğru diyorsunuz?
Çünkü önce küçük düğümleri çözersin. Büyük düğümler arkada kalır ve sorunu zamana yayarsın. Bunu hiçbir zaman yapmadık. Biz masaya otururuz, en maksimum talepleri yaparız, sloganlar atarız; sonra biter. Böyle olmayacak. Oturacağız, sakin sakin konuşacağız, birbirimizi ikna etmeye çalışacağız. Önce kolay olanı masaya getireceğiz ve çözeceğiz, sonra adım adım ilerleyeceğiz. Bunu başarabilirsek işimiz zor değil. Bu yaklaşımı öncelikle liderler öğrenecek. Sonra bu işi iyi bilen uzmanlar takımı ve liderleri ikna edecek. Çünkü Türkiye’de liderlerin iknası da kolay olmuyor.
Çözüm süreci sırasında AKP’nin bakanlarıyla oturup konuştuğumuzda, bu konuda ne kadar bilgisiz olduklarını görmüş ve hayretler içinde kalmıştık. Bugün böyle olacağını düşünmüyorum. Yirmi yılda bir tecrübe kazanıldı. Kavga ederek bu sorun çözülmez. Kavga ederek bugün neredeysek orada kalınır.
- Kürt sorununun çözülmesi için diyalog ve uzlaşma ile gerçekleşecek müzakerelerin sonuçta resmi ve kurumsal sonuçlara ulaştırılması gerekmiyor mu?
Tabii. Çözüm sürecinde bir yol haritası hazırlanacak, onun üzerine konuşulacak, öncelikler ve sonralıklar karıştırılmadan diyalog kuracaksın. Bu kolay değil. Dışarıdan, sağdan soldan bu işi bozmak isteyenlere kulak tıkayacaksın ve dikkate almayacaksın. Bu kolay bir iş değil, iyi yönetilmeli.
Hem lider olarak Kılıçdaroğlu’nun hem de HDP’nin yeniden bir çözüm süreci başlatılması için iyi niyeti var, aksini düşünemiyorum. Bu nereye kadar gider, nerede ilerler, nerede durur? Onu bilemiyorum henüz. Ama Türkiye’de yeni bir dönem olacaksa, bu çökmüş çürümüş düzeni değiştireceksek, Kürt sorunu da en öncelikli, çözülmesi gereken ve acil sorunlardan biri. Bu nedenle de tarafların zihinsel olarak hazır olması gerektiğini düşünüyorum.
Öncelikli adım seçim sandığında Erdoğan’ın yenilmesi, Erdoğan’a ‘hadi güle güle’ denilmesidir. Bu ön şarttır ve bu bir başlangıçtır. Ondan sonra ne olacak? Kolay bir süreç olmayacak. Emek ve Özgürlük İttifakı ile Millet ittifakında bir yol haritasının belirginleşmesi lazım
- Seçim sürecinde karışık bir tablo ile karşı karşıyayız. İttifaklar içinde görüşleri olan çok sayıda parti yer alıyor. Geçmişte de koalisyon hükümetleri vardı ama iki-üç partiden oluşuyordu. AKP devrilirse, çok partili diyebileceğimiz bu ittifaklar farklı sıkıntılarla karşı karşıya kalabilir mi?
Öncelikli adım seçim sandığında Erdoğan’ın yenilmesi, Erdoğan’a “hadi güle güle” denilmesidir. Bu ön şarttır ve bu bir başlangıçtır. Ondan sonra ne olacak? Birçok iyi niyetli açıklamalar var, yol haritaları var. Fakat bunun kolay bir süreç olmadığını düşünüyorum. Bunu kolaylaştırmak için Emek ve Özgürlük İttifakı ile Millet İttifakı’nda, yani her iki tarafta da bir yol haritasının belirginleşmesi lazım. Diyalog ve uzlaşmayı öne alan bir yöntem lazım. Bardağın dolu değil boş tarafına bakarsan bu çok da kolay değil. Ama dolu tarafına bakarsak işin içinden daha kolay çıkabiliriz.
- Kronikleşmiş ciddi sorunlar da var. Ekonomi, yoksulluk, işsizlik var… Toplum bu sorunlara alıştırıldı mı? Topluma baktığınızda nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye bir krizler ülkesi haline geldi. Dökülüyoruz! Biraz daha ileriye gittiğimiz vakit enflasyon daha beter patlayacak, TL daha çok pul olacak, kriz çok daha derinleşip acıtacak… Biz deniz bitince, kafayı duvara vurduğumuz zaman hareketleniyoruz. Geçmişte bütün ekonomik krizler de öyle oldu. 2001 ve 1994 yılında da öyle oldu. Kafayı duvara vurduk ve sonra “şimdi IMF’ye mi, ona mı, buna mı gidelim?” dedik. Buna yeniden imkân vermememiz lazım.
- Bir yanda adaylık ve sıralama meseleleri konuşulurken siz “Elimi taşın altına koyuyorum,” dediniz. Siyaset yapanların bu düzenin değişmesi ve iktidarın gitmesini öncelemesi gerektiğine vurgu yaptınız. Bu konuda siyasette yeterli farkındalık var mı? Yoksa daha sığ tartışmalar mı yapılıyor?
Kriz zamanlarında çok güçlü liderlikler doğabiliyor ve o krizi avantaja dönüştürüp çözüm bulmak için yola çıkılabiliyor. Kurtuluş savaşını düşünün; imparatorluk çökmüş, askeri açıdan yenilmiş, her tarafı dökülen bir ülke… Böyle bir dönemde onun içinden bir çözüm doğdu. Milli mücadele verildi, cumhuriyet kuruldu. Bu kolay değildi. Bunun da birçok sıkıntıları ve acıları oldu. Ama bir çözüm bulundu. Bu çözümü bugün bazı açılardan eleştirebilirsiniz. O çözümün getirdiği bir takım sıkıntılar bugüne kadar da geldi. Kürt sorunu da o başlangıçta doğdu. Ama cumhuriyetin kuruluşunda kadın erkek eşitliğinin temeli atıldı. Medeni kanun ve cumhuriyet kurumlarıyla ülkenin yüzü batıya döndü. Bu temeller üçüncü dünya ülkeleri, Arap ülkeleri ve Müslüman ülkelerde atılmadığı için; onlar bu cumhuriyet atılımını yapamadıkları için gelişme kaydedemediler. Şimdi biz öyle bir yere geldik ki; cumhuriyeti demokrasi ile taçlandıracağız, demokratik cumhuriyeti kurabileceğiz. Böyle bir cumhuriyet altyapısı olmasaydı, bugün taçlandırma falan olamazdı. Diğer taraftan benim cumhuriyetin kuruluşuna çok eleştirim var: Özellikle Kürt meselesi ve üniter devlet gibi…
- Kurtuluş savaşı Kürtlerle birlikte kazanıldı ama hemen sonra Kürtlere katliam yapılmadı mı? Kürtlere katliamlarla kurulan devlet sistemi… Bugün devlet partisi olan CHP lideri Kürt sorununu Mecliste çözeceğiz diyor. Geçmişte Turgut Özal ve Mesut Yılmaz da bunu söylemedi mi? Ne kadar samimi ve gerçekçi?
Kaçmayacak bir fırsat var ve bunu kaçırmamak lazım. Onlar o zaman bunu söylediler ama bu fırsatı kaçırdılar diye bir karamsarlığa düşmek bence yersiz. Siyasette böyle fırsatlar kolay gelmiyor, zaman alıyor. 54 yıldır gazeteciyim, kendi hayatıma bakıyorum neler istedik diye. Çok hayal kırıklıkları yaşadık. 80 yaşıma geldim hala demokrasi istiyoruz. Demokrasi için de yapılması gerekenleri söylüyoruz. Bu kuşaktan kuşağa geçen bir durum, yılgınlığa düşmemek lazım…
- Yüzyıllık cumhuriyetin ikinci yüzyılında daha demokratik bir cumhuriyet mümkün mü?
Tabi ki mümkün… Bugüne kadar yapılanlar da bir temel oluşturdu. Birçok açıdan eleştirebiliriz ama küçümsememeliyiz.
- Adaylığınız sol-sosyalist çevrelerden kimi eleştiriler geldi? Geçmişe dönük özeleştiriniz var mı?
En son yazdığım ‘Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor’ kitabımda ve birçok yerde var özeleştiri. Hatalarım şudur demişimdir. Darbecilik, cuntacılık bunlar hatalarımdır. Kürt meselesine bakışım da aynı şekilde… Geçmişte böyle baktım, aslında böyle bakmam gerekirdi dedim
Eleştiriyorlar ne yapayım! Allah’ını seversen, benim bütün kitaplarım kendi kendimle hesaplaşma üzerine. İnsaf edin. Benim bütün kitaplarımda özeleştiri var. “Kimse Kızmasın Kendimi Yazdım” ile başladı. Türkiye’de böyle özeleştiri yapan var mı, hatırlamıyorum. En son yazdığım “Hayat İşte Böyle Geçip Gidiyor” kitabımda ve birçok yerde var bu özeleştiri. Hatalarım şudur demişimdir. Darbecilik, cuntacılık bunlar hatalarımdır. Kürt meselesine bakışım da aynı şekilde… Geçmişte böyle baktım, aslında böyle bakmam gerekirdi dedim. Ermeni meselesinde bir zamanlar böyle düşündüm, yanlışmış, oysa doğrusu buymuş dedim. Doğrusu “1915 Soykırımı” deyince de etmedikleri küfür kalmadı. Sonuç olarak böyle bir derdim yok. Keşke Türkiye’de birçok yazar, çizer, aydın oturup kendisiyle benim kadar hesaplaşabilse. Bugün bakıyorum, benim kuşağım ve benden önceki siyasetçiler dâhil oturup yazmadılar. Ben cuntacılığı, darbecilik dönemimi, darbecilikte Türkiye’nin önünün açılacağını savunduğum zamanları hata olarak gördüm ve yazdım. Ama ne Uğur Mumcu yazdı ne İlhan Selçuk yazdı, ne Doğan Avcıoğlu yazdı. Kimse yazmadı bunları. Bugün birçok insan var halen yazmayan.
- Geçmişte darbeler ve cuntalar dönemlerinde ülke sürekli geriye gitti. Bugün de yaşadığımız bir sivil darbe değil mi?
Aynen öyle… Şu an biz sivil darbeyi yaşıyoruz. Bugün yaşadığımız baskı, şiddet, otoriterleşme tam da geçmişte olanın sivil hali. Popülist ve otoriter tek adam rejiminin seçim sandığı yoluyla tasfiye edilmesi Türkiye’de ilk örnek olacak. Dünyaya da örnek olacak. Türkiye bunu başarabilirse muazzam olacak.
- Siyaset yapmaya hazır mısınız?
Tabi hazırım ve çok heyecanlıyım. Yoksa girer miyim bu işin içine.
- Ben de çok dinamik ve heyecanlı gördüm sizi?
Evet öyleyim! Canlandım ve umudum çok yüksek. Siyasete girişimdeki en temel güçlerden biri de heyecanı yeniden yakalayabilmek. Bunda eşim Ayşe’nin payı büyük.
- Elbette kadınlar olmadan olmaz! Kadınların yönetmediği bir yerde de iş çıkmaz diyoruz. Bu dünyayı değiştirecekse kadınlar değiştirecek.
Ben Kürt kadınları izlediğim vakit bunu daha iyi görüyorum. Üç dört toplantıya katıldım, hepsinde de kadınları görüyoruz. Kürt kadınlarının bu kadar öne çıkmasında, eş başkanlıklarda ve kadın mücadelesinde APO’nun rolü çok büyük. Ben nereye gittiysem bunu gördüm. O kadar sevmelerinin temelinde de bu eşitlik anlayışı var. Özellikle Kürtler arasında bu çok daha önemliydi, bir de dağda…
Dağa gittiğim vakit erkek gerillalar kadın gerillalara karşı çok dikkatlilerdi. “Aman Hasan Abi,” diyerek bana da dikkat edilmesini belirtmişlerdi. Çekilme sürecinde dağda İzmirli bir gerilla ile tanıştım. “Kürdistan Günlükleri” kitabımın da iç kapağında vardır. Taşların üzerinde oturuyoruz. Ben not alıyorum. Çok güzel anlattı, neden 18 yaşında dağa çıktığını. Ben konuşurken ona “genç” ya da, “kız” diye hitap ettim. Hemen bana dönüp, “hayır biz kadın gerillayız ” dedi. Sonra bunu erkek gerillalara söyledim. “Aman Abi, yapılır mı öyle bir yanlış” dediler.
- İlk dağa gittiğinizde ne hissettiniz?
İlk kez, 93’de Bekaa’ya gittim, bir giriş-çıkış yaptım. Ama esas gidişim Murat Karayılan ile görüşmek için olandı. 2009 Mayıs ayıydı. Sonra 2011’de gittim. 2013’te üç kere gittim. Bütün o süreçlerde kadın-erkek olsun hep gerillalarla bir araya geldim. Hep sormak istediğim ve kendi ağızlarından duymak istediğim “Neden çıktınız Dağ’a?” sorusuydu. Bu benim kafamı meşgul eden önemli bir soruydu. Yalnız Kandil tarafında değil, Kürdistan’da dolaşırken de aynı şeye dikkat ettim. Neden? Neden çıktınız Dağ’a? Bu soru ilgimi çekmişti. İkincisi de “Nasıl bir acı ve ne yaşadın da, ben dağa gidiyorum dedirtti?” sorusuydu. Üçüncüsü “Nereye kadar gidecek bu?”. Çok açık konuşurdum ben onlarla: “Bir devletin silahlı gücüyle çatışıp, savaşıp bu işi bitiremezsiniz, devlet de bitiremez ama son tahlilde bir yerde bir uzlaşmanın olması lazım. Buna ne diyorsunuz? Çekilme süreci öyle bir süreçti sınırlı da olsa. Bir yerde ateşkes yapıyorsunuz, bu nereye kadar?” dediğimde bazıları çok sert cevap verir, bazıları da duygulanırdı.
- İşte o mücadelenin ayağı bugün sorunun siyasetle çözülmesine ve kurumsallaştırılmasına, anayasal çerçeveye oturtulmasına gelinmeli… Ne dersiniz?
Öyle tabii. Öncesini bırak, PKK olarak Abdullah Öcalan’ın başlattığı 70’li yıllardaki mücadele 50 yıldır, yarım yüzyıldır bu çekilen acıları, zulmü, ölümleri, basılan köyleri, sürgünleri…
- Bu tam da neden Dağ’a çıktın sorusunun cevabı olmuyor mu?
Tam da bu! Derin acıların ve zulmün bir dili kimliği yok sayma… Bir örnek anlatayım: Yirmi yıl önce taksideyim. Şoför bana “Abi ne olacak bu terör, bu Kürtler de ne istiyor?” gibi sordu. Ona “ben sana bir şey sorayım,” dedim. “Sen Türk’sün ya, burada başka bir devlet olsaydı ve sana deseydi ki ‘hayır sen Türk değil Kürt’sün’, ‘Türk yok Kürt var’, ‘Türkçe yok Kürtçe var’, ‘okula başlarken sana Türkçe değil Kürtçe konuş, konuşmuyorsan al sana bir tokat’ deseler sen ne yapardın?”.“Abi hiç böyle düşünmemiştim,” dedi. Ben kiminle konuştuysam Türkçe zorlamasından, kimliğinin, anadilinin inkâr edilmesinden başlıyor sorun. Bu diğer insanlara çok basit geliyor ve çoğu insan anlamıyor bu durumu; düşünemiyor bunun üzerine… Dağın yolu bu konudaki anlayışsızlık, çözümsüzlük ve baskılardan dolayı başladı.
- Hasan Cemal’in derdi ne?
Benim derdim, insanların mutlu, dertsiz, özgür olarak yaşayabildikleri bir yaşamın yolunu açabilmek. Benim geçtiğim ve geldiğim hayat güzeldi. Benim derdim daha insanca yaşansın, isteyen istediğini söyleyebilsin, isteyen kendi inancını yaşayabilsin, dilini konuşabilsin… Özgür ve demokratik bir ülke yaratma derdim var.