Rüstem Özsev
Siyasi söylemin sürekli konjetürel olarak değiştiği, toplumsal algının büyük medya gruplarına kaldığı topraklarda dün sıradan bir şey olarak söylediğin şeyin bugün bir lince neden olacağını bilmek lazım. Eğer omurgasızlık ve ilkesizlik ile ahenk içinde bir hukuk düzeni varsa, ki Türkiye’de şuan öyle; felsefe, sosyoloji ve siyaset biliminin yerini ne idüğü belirsiz , uzman, analist, yorumcu gibi ortaya karışık iktidar yancılarının safsatalarının alması kaçınılmazdır. Bu yancıların papağan misali tekrarladığı klişeler hakikati sürgüne gönderir . Temel dinamiği tutarsızlık olan içeriksiz milliyetçi söylemin iktidarında en cahilce safsatalar, artık mide bulandıran klişeler sanki makul önermelermiş gibi ukalaca alan bulabiliyor kendine. Sadece sokak röportajlarında değil, o röportajı verenlerin inşa ettiği düzenin gazetecileri ve uzman ve analist diye geçinen medya soytarıları da aynı durumda. Sokak röportajları sadece ultra gerçekçi. Sadece iki dakika saksıyı çalıştırsa sokratik yöntem ile altüst olacak yargılar, cahil özgüveni ile kendini pazarlıyor. Her konuda bu böyle ama Kürt meselesinde pervasızlık kat sayısı artıyor. Bu yüzden bu pervasız, hadsiz safsatalara doğru cevap olabilmek önemlidir. Maalesef bu yeterince yapılmıyor. Kürt Sorunu bağlamında bunu en son HDP Milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun katıldığı bir youtube kanalında gördük. Her ne kadar insan hakları çerçevesinden meseleye bakıp, gelen saldırgan soruları sakince cevaplamaya çalıştıysa da, klişelerin hak edeceği cevapları verdiğini düşünmüyorum. Bu yazı şimdilik iki klişeye cevap verme iddiası taşıyor. Şimdi gelelim klişelere..
İlk klişe şu soru, ki tehlikeli bir soru da, azıcık bilim namusu olan birinin hayatını tehlikeye atabilecek bir soru: PKK’ye terör örgütü diyor musun?
Eğer HDP sol bir gelenekten değil de islamcı ya da ırkçı bir gelenekten gelseydi, takiyecilik hakkı gereği iktidarın ve ona mahkum hukukun istediği her cevabı verebilir, taban anlayışla karşılardı. Fakat sol bir parti yani takiye yapamaz; haliyle bu soruyu HDP’lilere sormak onları varlık nedeni olarak kurdukları siyasi söylem ile hukuk arasında sıkıştırmak olur. Çünkü temel motivasyonu Kürt Sorunu çözmek olan bir siyasi partinin söylemini hukuk zorbalığı ile devlet söylemine eşitlemek, o partiyi işlevsiz kılmak olur. Bu sorunun olumlu veya olumsuz her cevabı HDP’nin aleyhine olacağı aşikardır. HDP tabanının özeti olarak Newroz alanlarındaki milyonların PKK lideri Abdullah Öcalan lehine attığı sloganlar ortadayken HDP’nin bu soruya “evet terör örgütüdür” demesi, HDP’nin siyaseten bitmesi demektir, çünkü bu söylemde onlarca parti vardır ve bu anlamda hiçbir işe yaramıyordur. HDP’nin önemi tam da kendi söylemini kurmasından kaynaklı. Ama öte yandan mevcut Terörle Mücadele Kanunu ortadayken HDP’nin “hayır terör örgütü değildir” demesi, HDP’yi ellerini ovuşturarak kapatma hevesinde olan odaklara yarar ki; bu da HDP’nin parti olarak kapanması yani bitmesi demektir. Yani bu soruya cevap vermek HDP’yi siyasi ya da fiziki olarak ortadan kaldırmaya yarıyor. Haliyle bu soru sorulamaz. Sorulduğu vakit cevap verilmez. Bu sorunun cevabı bu sorunun neden sorulamaz olduğunu açıklamaktır. Kaldı ki o kadar pervasızca faşist bir atmosfer oluşturulmuş ki, terör kavramı sosyolojik olarak bile işlenmiyor. Soğuk savaş döneminde kapitalist hegemonlarının kurduğu komünizm söylemi, Sovyet Rusya dağılınca yerini terör kavramına bıraktı. Batı-Nato ekseninde olan bütün devletler de bu söylemi sahiplenip, legal ya da illegal bütün muhaliflere karşı fütürsuzca kullandılar. Terör listelerinin büyük çoğunluğunun Marksist örgütler ve İslamcı hareketler olması aslında bir anlamda kapitalist hegemonyanın terör söylemini neden kurguladığı da açıktır. Bu nedenle devletlerin işkencelerini, zulümlerini tanımlamak için de ya da IŞİD-El Kaide gibi örgütleri de de tanımlamak için terör kavramını kullanmaktan kaçınmak en doğru tavır olacaktır.
Bir başka klişe olarak; “Neden barış barış diyorsun. Barış devletler arasında olur.”
Birincisi kavramsal düşünmeden bu kadar kopuk bir kitlenin bu kavram hassasiyeti sahtekarlık. İkincisi bu hassasiyet kala kala barış gibi naif bir kavrama mı kaldı! Etimolojik olarak karşılıklı birbirine varmak anlamında olan barış adeta örgüt propagandası olarak işleniyor. Barış Akademisyenleri’ne bu motivasyonla yönelindi. Bunu ilk kim uydurdu bilmiyoruz ama maalesef tutmuş görünüyor bu klişe. Ama bu salakça klişenin yani barışın sadece devletler arasında olduğunu kimin söylediğini merak etmiyor değilim. Küs olduğum arkadaş barışmak isterse şimdi.. Ya da mesela Türkiye’nin içinde olduğu Uluslararası Temas Grubu (UTC) hangi devletler arasında barışı tesis ediyor-du. Ne devletleri; devletler filan yoktu. Filipin Devleti ile binlerce askerini öldüren, boynundan vuran, kaçıran Moro İslami Kurtuluş Cephesi arasında Barış Süreci vardı ve Türkiye bu sürece destek olurken, kimse barış devletler arasında olur, UTG’dan çık demedi. Tutarsızlık hep bizlerde mi bunalıma dönüşecek. Bu utanmaz tutarsızlık gün gibi ortadayken kem küm ile cevap vermek niye. Barış Devletler arasında olur diyene, Barış’ı küreğin tersiymiş gibi ağzına vurmak, saçmalayın lütfen demek en doğrusu olmaz mı ?
Konuşmamızı engelleyen daha onlarca klişe var ve bunlarla mücadele özgürlük ve barış taleplerinin sesinin daha net duyulmasını sağlayacaktır.