Son dönemlerdeki operasyonların çoğu iletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesi sebebi ile yapılmaktadır. Dinlenen görüşmeler cımbızlanarak tape haline getirildikten sonra sabaha doğru siyasilerin aile konutu yüzlerce ekip ile basılmakta…
Ferdi Yamar*
Türk devleti demokratik hukuk devleti ilkesini tamamen yitirdiğini veya da böyle bir özelliğe hiç sahip olmadığını, bunun için bir gayret içerisine girme gereksinimi dahi duymak istemediğini yasama, yürütme ve yargı organları ile tescillemiştir. Almış olduğu kararlar, devam eden haksız eylem ve tutumları nedeni ile de evrensel değerlere de sahip olmak istemediğini tüm kamuoyuna her geçen gün yeni bir olay ile deklare etmektedir. Türkiye’nin insan haklarına saygı gösteren, bütün etkinliklerinde hukuka ve anayasaya uyan, işlem ve eylemleri bağımsız yargının denetimine bağlı olan demokratik bir hukuk devleti olması için mücadele eden demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler her geçen gün ülkede yaşanan onlarca hukuksuzluktan kaynaklı kriminalize edilmekte, hedef gösterilmekte, saldırılan odağı haline gelmekte veya da dikta rejimi haline gelen meşruluğunu yitirmiş iktidarın emir ve talimatları ile hareket eden, bağımsızlığı tüm kitleler nezdinde yitirildiğine inanılan yargı tarafından haksız ve hukuka uygun olmayan gözaltı ve tutuklamalar ile karşılaşmakta. İktidarın ve yargının kendini demokrat, yurtsever, sol sosyalist olarak tanımlayan kişi veya kişiler üzerindeki haksız eylemlerindeki temel amaç herkesçe de bilineceği üzere bir korku yaratmak ve örgütlü mücadeleye darbe vurmaktır.
Demokratik hukuk devleti ve insanca yaşam için mücadele eden demokratik kitle örgütleri, siyasi partiler dikta rejime karşı maalesef ki hiçbir güvenceleri olmadan politika üretmeye çalışmakta ve mücadele etmektedirler. Hemen hemen her gün teknik takip ve fiziki takibin mağdurları haline gelmekteler. Mücadele alanlarının yanı sıra özel hayatları dahi izlenilmekte ve irdelenmeye çalışılmakta, tamamen huzur ve sükunlarının kalmaması için mücadele eden bir ekip ile karşı karşıyalar, bazen karanlık bir sokakta faili belli olan fakat kamuoyuna faili meçhul olarak açıklanan kurşunların hedefi olmaktalar, bazen de gündüz vakti herkesin gözleri önünden kurulu senaryolarla katledilmekteler. Bazen yolda yürürken ansızın yollarını kesen plakasız bir aracın içerisine zoraki sokularak boş bir arazide dövülerek tehdit edilmekteler, bazen de özel hayatlarına ilişkin olmayan şeylerle şantaja maruz kalmaktalar. Kısaca, çeteleşip organize suç örgütüne dönen rejim, yıllardır mücadele edenler üzerinde her türlü yöntemi denemektedir. Mücadele edenler tarihin her döneminde maalesef ki çok ağır bedeller ödemiştir. Yargı ise tarihin her sahnesinde rejimi koruyan, kollayan ve aklayan olarak görev yapmıştır.
Sürekli bedel ödeyen ve asla da bitirilemeyecek olan Kürt siyasi hareketi de yargının her dönem hedefinde olmuştur. Yargının hukuksuzlukları sebebi ile siyasi hareket dönem dönem HEP, DEP, HADEP, DEHAP, ÖTP, DTP, BDP, bugün ise HDP olarak farklı farklı isimlerle her seferinde kendini güncelleyerek daha dinamik olarak yeniden karşımıza çıkmıştır. Tabi tüm bu süreçlerde sayıları milyonlara ulaşan halk bedel ödemek zorunda kalmıştır, kurulan ve hukuksuzca kapatılan partilerin üyeleri cezaevlerine atılmış, katledilmiş ve yıllarca süren zulüm ve işkenceye dönen yargılamaların muhatabı olmuş, kötü koşullar altında cezaevlerinde tutulmuştur. Sayıları binleri aşan siyasetçileri içeride tutan iddialardan biri genel olarak silahlı örgüt üyeliği isnadı olmaktadır. Devletin Kürt siyasi hareketi içerisinde mücadele edenlere yönelik en büyük iddiası budur, bu iddianın temeline ise Siyasi Partiler Kanunu’na uygun olarak kurulmuş olan partinin tüzüğünde yer alan faaliyetler yer almaktadır. Kriminalize edilen parti ve partililerin yapmış oldukları; basın açıklamaları, sivil itaatsizlik, toplantı ve gösteri yürüyüşleri, bildiri dağıtımı, pankart asımı, kitle çalışmaları, partililerin kendi aralarında veya da yakınları ile yapmış oldukları telefon görüşmeleri, izledikleri televizyon kanalları, telefonlarında dinledikleri müzikler, evlerinde bulunan cd, kaset, kitap, gazete ve dergiler, cep telefonlarından girdikleri haber siteleri, sosyal medya paylaşımları, cep telefonu rehberlerinde kayıtlı kişilerden kaç kişinin suç kaydı olduğuna dair tespitler, partililerin birbirleri ile banka kanalı ile yapmış oldukları para transferleri gibi durumlardan kaynaklı gözaltı ve tutuklamalarla karşılaşılmıştır. Yıllar süren düşman ceza hukuku pratiği karşısında siyasetçiler yaptıklarının suç olmadığını anlatmaya çalışmak zorunda bırakılmıştır. Kürt siyasi hareketinin hiçbir ferdi yoktur ki rejim tarafından dinlenilmesin, takip edilmesin. Bırakalım siyasetin içerisinde yer alanları, Kürt siyasi harekete yakın, sempati duyan, dostluk edenler dahil bu çembere alınmış durumdadır. Yapılan tüm faaliyetler illegalize edilmekte, cımbızlanarak niyetten bağımsız yerlere çekilmeye çalışılmaktadır, örneğin bir HDP’li yapmış olduğu bir telefon görüşmesinde karşısındakine yemek tarifi verir ise bu kayıtlara patlayıcı veya da tehlikeli madde tarifi olarak geçer, yıllarca tutuklu bulunduğu cezaevinde mesela etli kuru fasulye tarifi verdiğini yargıçlara anlatmaya çalışır, bir HDP’li küskün iki arkadaşını barıştırmak isterse bu KCK sözleşmesine bağlanacak ve bunun örgüt talimatı ile yapıldığı iddia edilecektir. Yargılamalar maalesef trajikomiktir.
Son dönemlerdeki operasyonların çoğu iletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesi sebebi ile yapılmaktadır. Dinlenen görüşmeler cımbızlanarak tape haline getirildikten sonra sabaha doğru siyasilerin aile konutu yüzlerce ekip ile basılmakta, tüm eşyalar darmaduman edildikten sonra kişiler gözaltına alınmakta, ardından yüzlerce sayfayı aşan çok uzun zaman dilimine tekabül eden görüşme içerikleri teker teker sorulmakta, yıllar önce yapılan telefon görüşmeleri hangi niyetle yapıldığını siyasetçi, onu terörist olarak gören ve görmeye devam edecek olan kolluğa, savcıya ve hakime anlatmak zorunda bırakılmakta.
Yargı tüm bu durumların suç olmadığının farkında olmasına rağmen rejimin talimatı doğrultusunda faaliyeti suç olarak görmek istemektedir, çünkü siyasi alan ne kadar zayıflarsa o kadar dikta rejim güçlenecektir. Bir yöneticinin saçma sapan iddialarla birkaç yıl cezaevinde kalması rejim için şanstır, dikta rejimi bu koşulları kendine fırsat olarak görmekte, ne zaman sıkışsa bir HDP il veya ilçesine operasyon yapmakta, var olan yapıyı dağıtmaya çalışmaktadır. Klasikleşen adeta devlet geleneği haline gelen bu durum ancak demokratik bir hukuk devleti ile değiştirilebilinir.
Umut ediyorum ki bu karanlıktan tez vakitte çıkacağız ve hak, hukuk, adalet kazanacak!
*ÖHD İstanbul Şube Yöneticisi