Kürt nüfusunun büyük çoğunluğu artık kentte yaşamaktadır. Demografik yapısı, ekonomik, sınıfsal, sosyal ve siyasal karakteri de buna göre şekillenmektedir. Hakeza dil ve kültür kentsel yeni yaşamda en hassas konuların başında gelmektedir.
Bugün yeryüzünde de benzer bir durum var. Yani her coğrafyada kentsel nüfus kırsal nüfustan fazladır. Modernite, teknoloji ve yaşam olanaklarının kentte merkezileşmesi cazibesini ve çekiciliğini arttırırken, kırda geleneksel toplum karakteri, ekonomik yapı, sosyal yalnızlık ve izolasyon itici olmuştur. Hakeza, ekonomi ve siyasetin aktörleri de kente doğru göçü teşvik etmiştir. 70’li yıllarda başlayan 90’ların sonlarına doğru zirve yapan bu trend bütün dünyada paralel seyir izlemiştir.
Günümüzde ise kıra doğru tekrar bir dönüş eğilimi gözlemlenmektedir. Çünkü sınırlarını zorlayan milyonluk metropoller ve insanların modernizmin yıkıcı, ayrıştırıcı, atomize edici yanıyla yüzleşmesi yeni arayışları kaçınılmaz kılmıştır. Hele hele teknolojinin, moderniteye ait kaynaklarından yararlanma ve kullanma bakımından kır-kent ayırımını ortadan kaldırması, kıra ilgiyi daha da arttırmıştır.
Kürtlerde göç ve göçertilme
Kır-kent ilişkisinin nüfus hareketlerine etkisi Kürtlerde, dünyadaki süreçlerin paralelinde olduğu gibi, ikinci bir boyutta vardı. Egemen devletler eliyle zorunlu göçertme. Türkiye, İran, Irak ve Suriye her biri ayrı ayrı Kürtleri kırdan merkezi bölgelerine doğru göçertmeyi siyasi bir hedef olarak planlamış ve uygulamıştır.
Doğal göç ve zorunlu göç sayesinde artık Tahran, İstanbul, Bağdat, Şam gibi ekonomik olarak gelişmiş bölgelerin hepsinde Kürtlerin büyük sayılara ulaştığını görmekteyiz. Çünkü siyasal planlamanın amacı kentte toplumu kontrole almaktır. Eğitim, bürokrasi, ekonomi, ulaşım, iletişim, kültür, dil, bilim, sanat yanı sıra güvenlik, adli, siyasal, yasal mekanizmalar devletin ve egemen ulus çoğunluğunun denetimindedir. Göçerlerin gittikleri kentin baskın kültürüne, toplumsal siyasal ve ekonomik gücüne, hukuki ve yasal yapısına ve de zor gücüne tabii olmaları kaçınılmazdır. Zamanla alışma, benimseme, özümseme, benzeşme ve aynılaşma umulmaktadır. Nihayetinde Türkleşme, Farslaşma, Araplaşma sadece kültürel, dilsel ve ekonomik bütünleşme ile olmadı aynı zamanda onların ülküsünü benimseme ve o yolda mücadele etme de söz konusu oldu. Bu bağlamda ekonomide bürokraside siyasette de birçok Kürt önemli yerlere geldiler.
Terörle mücadelede işbirliği” adıyla zaman zaman toplantılar yapıldığını duymaktayız. Mesela pazarlık masasına oturan dört ülkenin istihbarat ve güvenlik bürokrasisi yetkililerinin çoğunluğunun Kürt olma ihtimali yüksektir. Her biri kendi halkı aleyhine İran, Irak, Türkiye, Suriye çıkarına pazarlık yapabilmektedir. Bu insanlık adına büyük bir garabettir. Ama bu güçlerin uzun erimli planlarının da bir sonucudur.
Kent merkezli direnişin görüngüleri
Buna karşılık yaptıklarının terör değil, bir hak mücadelesi olduğunu ve bunun için silahlı, siyasal ya da sivil mekanizmalarla mücadele ettiğini belirten Kürtlerin pes etmesi de mümkün değil. Zamana ve mekana göre tarz ve araçlar değişse de kendini tekrar tekrar var edebiliyor. Mesela kır ve kıra dayalı dayalı toplumdan destek alan örgütlenme göçle beraber kente kaydı. Kentte kendi özgün kurumlarını oluşturma istemi olduysa da pek izin verilmedi. Ama tamamıyla da engellenemedi. Tecrübeyle sabittir ki, toplumlar şartlarının farkına vardıkça, sorunlarına dair bilinç oluşturdukça ve kendi değerlerine sahip çıktıkça baskının kaynağı, biçimi ve şiddeti ne olursa olsun tutunabilir. Bilinçli toplumlar mevcut şartların kalıbına göre de kendini var etmenin yollarına yaratır. Mesela Kürtler eliyle sivil toplum örgütleri oluşturuldu. Siyasal partiler kuruldu. Sendika ve emek örgütlerinde ya da ticaret ve sanayi odalarında özgün örgütlenmelere gidildi. Belki dil ve kültür alanında kendini yenilemekte zorlanan ve her gün eriyen toplumsal dokular oluştu. Ancak, örgütlenme, kimliğine sahip çıkma, kendi toplumsal ilişki ağını oluşturma, egemen toplum içinde duyarlı veya muhalif kesimlerle ortak noktalarda buluşma ve örgütlenme gibi adımlarla büyüdü.
Bu süreç Bakur’da özellikle 90’lı yıllarla birlikte hız kazandı. Defalarca kapanmalarına rağmen siyasal partiler, medya, dil, kültür ve sanat kurumları tekrar tekrar açıldı ve çalışmalarını sürdürdü. 2000’li yıllarla birlikte belediyelerin kazanılmasıyla Kent merkezli Kürt siyaseti daha görülür olmaya, teritoryal bir hakimiyet oluşturmaya başladı. 2010’larla birlikte Rojava’da kendi kültürü, dili ve siyasal projesiyle bir üst aşamaya geçtiği gibi Başur’u da içine çekti.
Devlet egemenliği ve uygulamalarının sonuçsuz kalması
Hemen fark edilen bu yükseliş eş zamanlı olarak saldırıların hedefi haline geldi. KCK operasyonları, Özerk yönetim talebine karşılık kentte kıyımlar ve belediyelere kayyımlar, siyasetçileri ve sivil toplum temsilcilerini yoğun tutuklama ve tecrit, kent savaşları ve Başur ile Rojava’da askeri müdahale Türkiye eliyle direkt gerçekleşirken, Kerkük’e üç ülkenin birlikte ve geleneksel mantıkla müdahalesi, Suriye’nin de hala Rojava’nın statüsünü ret etme eğilimi peşi sıra geldi. Bütün bunlar Kürtlere yönelik demografik müdahaleler ve asimilasyonda ısrar olduğunu gösterse de sahadaki gerçeklik hesaplarının tutmadığını gözler önüne sermektedir.
Çünkü siyasal dengeler, hele hele Ortadoğu söz konusu olunca, sürekli değiştiği için bazen süreci doğru okuma, isabetli gözlemlemek mümkün olmuyor. Ama demografik değişim penceresinden bakılırsa daha tutarlı ve somut sonuçlar almak mümkün. Örneğin sadece Kürt toplumunda değil siyasal hareketinin sosyolojisinde de değişim olduğunu gözlemlemek ve bunun etkilerinin siyasetin tarzına yön verdiğini tespit etmek gerek. Önceleri kır merkezli katılım, savaşa ve sert mücadeleye rengini verirken, şimdilerde kent yaşamını bilen, eğitimli, modern, teknolojiyi kullanabilen, modern siyasetin dinamiklerini kavrayabilen, birçok dili kullanan, ilişki ağlarını zengin yöntemlerle organize edebilen, kısa orta uzun vadeli taktik ve stratejik planlamalar yapabilen, yeni organizasyonlar oluşturabilen, üstelik birbirinden bağımsız ama kolektif bir bilinç taşıyan yeni nesil giderek sahnedeki ağırlığını ortaya koyuyor. Bu süreç bölge devletlerinin hizmetinde olan Kürtleri dahi etkilemektedir. Özlerine dönme, işbirlikçi yapıları terk etme eğilimi artmaktadır. Hatta işbirliklerini dahi, artık kendi projeleri bağlamında pazarlık konusu yapıyorlar ki, kimliklerini kabul ettirme eğiliminden ayrı değildir.
Bu dinamizmin sert yöntemlerle bitirilemeyeceği defalarca ispat edildi. Bir an önce uzlaşma yollarının yaratılması tüm güçlerin hayrına olacaktır.