Kürt siyasetine yönelik 1990’lardan bugüne 3’ü AKP döneminde olmak üzere dört ‘siyasi darbe’ yapıldı. Hatip Dicle, Kürt halkının tüm parçalarda hedef alındığını vurgularken, Öztürk Türkdoğan ise hep aynı hatanın tekrar edildiğini söyledi.
Diyarbakır, Van ve Mardin büyükşehir belediyelerine İçişleri Bakanlığı kararıyla 19 Ağustos günü kayyumların atanması, Kürt siyasi hareketi ve muhalefet tarafından “sivil darbe” olarak tanımlandı. Kürt siyaseti, 90’lı yıllardan bugüne “sivil darbe” olarak değerlendirilen 4 ayrı yönelime maruz kaldı.
Bunlardan ilki, 1994 yılı Mart ayında DEP’li milletvekillerinin Meclis’te gözaltına alınarak tutuklanmasıydı. Diğer üç olay ise, AKP döneminde yaşandı. Bunlar da, 14 Nisan 2009’de Demokratik Toplum Partisi (DTP) operasyonu, 4 Kasım 2016’da HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında olduğu 9 milletvekilinin tutuklanması ile 19 Ağustos’ta üç büyükşehir belediyesine yapılan kayyum atamaları oldu.
2 Mart darbesi
Genel Başkanlığını Hatip Dicle’nin yaptığı Demokrasi Partisi (DEP), 12 Aralık 1993 tarihinde Meclis’e girdi. DEP vekili Leyla Zana’nın Meclis’te Kürtçe yemin etmesi üzerine DEP’li vekiller hedef haline getirildi.
Meclis oylamasında DEP milletvekilleri Orhan Doğan, Hatip Dicle, Leyla Zana, Ahmet Türk ve Sırrı Sakık ile bağımsız milletvekili Mahmut Alınak’ın dokunulmazlıkları, o dönem DYP, ANAP, MHP, BBP ve bazı CHP vekillerinin “Evet” oyları ile 2 Mart 1994’te kaldırıldı.
Meclis’ten çıkmama kararı alan DEP milletvekilleri Orhan Doğan ve Hatip Dicle, polisler tarafından yaka paça gözaltına alındıktan 13 gün sonra tutuklanarak, Ankara Merkez Kapalı Cezaevi’ne konuldu. Ardından Anayasa Mahkemesi, DEP’i 16 Haziran 1994’te kapattı.
Bu süreç, milletvekillerin tutuklanması ve parti kapatma ile sınırlı kalmadı. İHD’nin 1994 yılı Hak İhlalleri Raporu’nda, 14 bin 473 kişinin gözaltına alındığı, toplam 537 yıl hapis cezası verildiği, 292 faili meçhul cinayetin yaşandığı, çatışmalarda 5 bin kişinin yaşamını yitirdiği, bin 500 köyün yakıldığı ve boşaltıldığı yer aldı.
2 Mart Darbesi’ni izleyen süreçte ülkenin ekonomik ve siyasi yaşamında çoklu krizler yaşandı. Öyle ki Dönemin İçişleri Bakanı olan Nahit Menteşe, 2 Mart Darbesi’nin Türkiye açısından iyi sonuçlar doğurmadığını ve Kürt sorununun çözümüne fayda sağlamadığını yıllar sonra itiraf edecekti.
Yine Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun raporunda, 2 Mart Darbesi’yle ilgili “DEP’li milletvekilleri, dokunulmazlıkları kaldırıldıktan sonra 2 Mart 1994 tarihinde polis zoruyla Meclis’ten çıkartılmıştır. Bu olay, Kürt sorununda çözüm umutlarının tükenmesine yol açmıştır” saptaması yer aldı.
DEP davasını izleyen Yazar Yaşar Kemal ise, “Milletvekilleri mahkûm olursa, Türkiye 21’inci yüzyıla lanetlenmiş olarak girecektir” demişti.
Yapılan göstermelik yargılama sonucu DEP’liler 15 yıla mahkûm edildi. İlerleyen süreçlerde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), DEP vekillerinin adil yargılanma haklarının ihlal edildiğine hükmetti. 2004’te gelindiğinde Yargıtay, mahkûmiyet kararlarını bozdu. Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan ve Selim Sadak, 10 yıl sonra cezaevinden tahliye edildi.
14 Nisan darbesi
Sonraki “siyasi darbe”, 15 yıl sonra AKP’nin ikinci döneminde yaşandı. KCK “çatışmasızlık” ilan ettikten bir gün sonra 14 Nisan 2009 tarihinde “KCK yapılanması” adı altında Kürt siyasetine Diyarbakır merkezli operasyon başlatıldı. Sabaha karşı yapılan baskınlarda aralarında DTP Genel Başkan Yardımcıları Kamuran Yüksek, Selma Irmak ve Bayram Altun’un da bulunduğu 51 kişi gözaltına alındı.
DTP, 11 Aralık 2009 tarihinde Anayasa Mahkemesi tarafından kapatıldı. Aynı yıl kurulan Barış ve Demokrasi Partisi’nin (BDP) milletvekilleri ve eski DTP’liler Ahmet Türk, Emine Ayna, Selahattin Demirtaş ve Aysel Tuğluk hakkında “zorla getirme” kararı çıkartıldı ve Meclis’te kriz haline geldi.
2 Mart Darbesi’nde, Orhan Doğan’ın gözaltına alınmasıyla simgeleşen fotoğrafın benzeri, bu kez KCK davalarında elleri kelepçeli siyasetçilerle verildi. KCK operasyonları aralıklarla 2012 yılına kadar devam etti. BDP’nin, 2011 yılı Ekim ayında açıkladığı raporunda, KCK operasyonlarının ilk 30 ayında 7 bin 748 kişinin gözaltına alındığı, 3 bin 895 kişinin tutuklandığını yer aldı.
Konuyla ilgili BDP’nin soru önergesine 2012 yılı Ağustos ayında dönemin Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in verdiği cevapta, 992’si tutuklu olmak üzere 2 bin 146 kişinin KCK operasyonlarından yargılandığı belirtildi.
Dönemin seçilmişleri, siyasetçiler, hukukçular, gazeteciler ve sendika yöneticileri halen KCK dosyalarında yargılanıyor.
Gülen cemaatine bağlı hakim, savcı, emniyet mensuplarının aktif rol oynadığı KCK davaları, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı tarafından “Kumpas Davaları” arasına alınmıştı. Ancak bu yıl içinde KCK davaları, “Ergenekon”, “Balyoz” “Selam Tevhid” gibi davalar arasından çıkartıldı.
4 Kasım darbesi
1990’da HEP ile başlayan süreç, Türkiye demokrasi güçleriyle birlikte Halkların Demokratik Partisi’nin (HDP) kurulmasına kadar geldi. 7 Haziran genel seçimlerinde 13.2 oy alan HDP, Meclis’te 80 milletvekili ile temsil edilme başarısı gösterdi. Tek başına iktidar şansını kaybeden AKP’nin koalisyon görüşmeleri ise sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Erdoğan, 1 Kasım için yeniden seçim kararı verdi.
1 Kasım genel seçimlerinde HDP, yüzde 10 barajını aşarak 10.7 oy aldı ve 59 milletvekili ile Meclis’te temsil edilme hakkı kazandı. Kürt siyasi hareketinin bu başarısı, çatışma ve savaş politikalarının yeniden devreye girmesine neden oldu ve HDP’li vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılması yeniden gündeme geldi. AKP’nin dokunulmazlıkların kaldırılması teklifine CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Anayasa’ya aykırı ama evet” cevabı, sürecin meşru zeminini oluşturdu.
AKP ve MHP’nin uzlaştığı, CHP’nin yönetiminin de destek vermesiyle 20 Mayıs 2015 tarihinde Meclis’te yapılan oylamayla milletvekili dokunulmazlıkları kaldırıldı. 4 Kasım 2016 gecesi ise, aralarında HDP Eş Genel Başkanları Figen Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş’ın da olduğu 9 milletvekili tutuklandı. Daha sonraki süreçte de gözaltına alınanlarla birlikte 12 milletvekili tutuklandı.
“4 Kasım Darbesi” Kürt siyasi hareketi için sadece milletvekillerinin tutuklanmasını ifade etmiyor. Bu süreçte 10 bine yakın HDP’li gözaltına alındı. Parti binalarına sık sık polis baskınları düzenlendi. HDP’nin siyasi çalışmaları “terör” kavramı içerisine alınarak, yargılamalara konu edildi.
HDP milletvekillerinin tutuklanmasından önce DBP’li 96 belediye kayyum atanması ve belediye eş başkanlarının tutuklanmasıyla süreç başlatılmıştı.
19 Ağustos darbesi
15 Temmuz darbe girişimi sonrasında sağlığı hakkında duyulan endişeler nedeniyle Kürt siyasetçilerinin Diyarbakır’da başlattığı açlık grevi sonucu PKK Lideri Abdullah Öcalan, 11 Eylül 2016 tarihinde kardeşi Mehmet Öcalan’la görüştürüldü. Öcalan’ın mesajı bir gün sonra Diyarbakır’da kamuoyuna duyuruldu. “Kürt meselesinin çözümü için devletle görüşmelerin devam etmesi” yönünde mesaj veren Öcalan’ın çağrısı üzerine açlık grevi eylemi sonlandırıldı. Öcalan’la kardeşinin görüşme yaptığı gün (11 Eylül), DBP’li belediyelere kayyum atanma süreci başlatıldı ve kısa bir sürede DBP’li 97 belediyeye kayyum atandı.
19 Ağustos’ta yapılan kayyum atamaları da, Öcalan’ın mesajlarının zamanlaması ve niteliğiyle ilişkilendirildi. Öcalan, 7 Ağustos 2019 günü avukatlarıyla yaptığı son görüşmede yine “Kürt sorununda çözüm için hazırım” mesajı verdi. Öcalan’ın çağrısına 2016 yılına benzer şekilde, 12 gün sonra “kayyum” politikaları ile verilmiş karşılık verilmiş oldu.
Kayyum atama kararına AKP-MHP iktidar bloğu dışında kalan çok büyük bir kesim hukuksal olmadığı ve anti-demokratik niteliği nedeniyle karşı çıktı. Hükümet, kayyum kararını savunma devam ederken, diğer tarafta DTP’nin kapatılma sürecine benzer bir gündem yaratılmış durumda. AKP Sözcüsü Ömer Çelik ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, kayyum atamalarının ardından kapatılan Bask partisi Herri Batasuna örneğini gündeme getirdi.
Dönemin Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç, DTP’yi kapatma kararı sonrasında “Mahkememiz Batasuna kararını (AİHM) göz önünde tutmuştur” açıklaması yapmıştı. Yaşananlar parti kapatma politikasının yeniden devreye girebileceği tartışmalarını beraberinde getirdi.
Kürkçü: HDP’ye dokunma, çarpar
HDP Onursal Başkanı Ertuğrul Kürkçü, parti kapatma tartışmalarına dair, “Böyle bir niyet varsa, her şeyden önce HDP’nin kapatılmasını elimizdeki tüm güçle, yani toplumsal, siyasi, ahlaki tüm güçle karşı koymamız gerekir. Bu akla bile getirilmemelidir. Mevzuatı biliyoruz. Buna göre HDP’nin kapatılmasını gerektirecek bizim bildiğimiz, bizim yaptığımız bir şey yok. HDP’yi kapatmaya kalkışmak hukukla değil, ancak bir zorbalık projesiyle mümkün olabilir” dedi.
Kürkçü, AKP’nin parti kapama konusunda, “yargısal süreçlerde partilerin tüzel şahsiyetinin değil, partilerde yer alan bireylerin gerçek şahsiyetlerin sorumluluğunu esas alınması” noktasında düzenleme yaptığını da hatırlattı.
Batasuna hatırlatmasına dikkat çeken Kürkçü, “İspanya’da şöyle olmuş, olmamış, biz bunları bilmeyiz. Bu dosyalara vakıf değiliz. Bunlara bakarak konuşulamaz. Sanki İspanya’daki her şey Türkiye’de varmış da, bir Batasuna’yı kapatmak eksik kalmış” diye konuştu. Kürkçü, parti kapatma girişiminin Batasuna örneğindekinin aksine, siyasi iktidarın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) yargı alanından çekilmek anlamına geleceğini söyledi.
Kürkçü, parti kapatma gündeminin altında yatan asıl gerçeği ise şöyle olduğu ifade etti: “Demek ki, AKP’nin kafasında Kürdistan’da yeni bir siyasi spektrum oluşturmayı öngören bir siyaset mühendisliği projesi vardır. Bu denenecektir. Nitekim sağdan soldan gelen sinyallere, ‘Balıkçı’nın tablasından dökülenlere, Independent Türkçe’nin haberlerine, aynı çöplükte eşelenen sözüm ona muhafazakâr-liberallerin ağızlarında geveledikleri senaryolarına bakarsak, devlet sponsorluğunda bir Kürt siyaset mühendisliği projesinin üzerine fikir jimnastiğinin süregittiğini anlayabiliriz. Bu sızdırma haberler de reaksiyonları ölçmek için ortaya atılan yemlerdir. Ben, ‘HDP’ye dokunma, çarpar’ diyorum! Her demokratın da öyle demesi gerekir.”
Dicle: Kürt halkı hedef alındı
2 Mart 1994 tarihinden bu yana yaşanan süreçlerin içinde olan DEP milletvekili ve İmralı Heyeti Üyesi Hatip Dicle ise, 31 Mart seçimleri öncesinde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, HDP’li belediyelere yönelik kayyum atama sözlerini hatırlattı.
Dicle, kayyum atamak için 4,5 ay beklenmesinin nedenini şöyle açıkladı: “Hemen kayyum atamadılar çünkü İstanbul seçimleri sendelemeye yol açtı. AKP-MHP-Ergenekon ittifakı içinde derin bir tartışma başladı. İktidar, ‘başka bir strateji düşünmeye gerek yok. Önümüze koyduğumuz 2071 devlet hedefini, yani Ortadoğu’da işgalciliği, Kürt halkının iradesini kırmayı, hegemonyayı hedef alan stratejimize devam’ dedi. Bunun da temelinde Kürt halkına saldırı vardı. Nasıl ki Birinci Dünya Savaşı’nda Ermeni Soykırımı İttihat ve Terakki tarafından gerçekleştirildiyse, şu anda – dünya eski dünya değil ama- Kürt halkının tüm parçalarda bütün olarak hedef alındığı konusunda kimse kuşku duymamalı.”
Dicle, bugün yaşananların 1994 ve 2009 yılındaki süreçlerden farkını ise, iktidarın Kürt halkının bir kısmını kazanma veya Kürtlerle tekrar barışma düşüncelerini bir kenara koyması olarak gösterdi.
Kayyum atama kararlarının CHP’li belediyelere de sıçrayacağını söyleyip, “Bu noktada Ergenekon’un görevi çok kapsamlı” diyen Dicle, CHP Gençlik Kolları ve CHP içeresindeki demokratik kesimlerin “hareket geçme” yönündeki inisiyatiflerinin durdurulmasının bu görev içinde olduğunu söyledi.
Türkdoğan: Hep aynı hatalar
İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan’a göre ise, Türkiye, barışçıl politikalardan uzaklaştıkça hep aynı hataları tekrar ediyor.
Son 10 yılda uygulanan güvenlikçi politikalarının işe yaramadığını söyleyen Türkdoğan, “Kürt siyasi hareketinin gücü sürekli arttı. Hiçbir baskı artık HDP’yi yüzde 10’nun altına düşüremez. Türkiye içinde ciddi anlamda demokrasiden yana davranan güçler var. 23 Haziran’da görüldü. Türkiye demokrasi güçleri halkın çoğunluğunun desteğini alacak hale geldi” diye konuştu.
Türkdoğan, Öcalan’ın mesajlarının akabinde kayyum atama kararlarının alınması konusunda ise, şu görüşte: “Abdullah Öcalan, ısrarla ve inatla barıştan yana tutum takınıyor. Türkiye’nin, Kürt halkı ve siyaseti üzerinde bu kadar büyük etkisi olan belirleyici olan bir kişinin varlığını görmesi, saygı duyması gerekiyor. Bu tarihsel bir fırsattır. Mandela gibi Öcalan’ın hakkının teslim edilmesi gerekiyor. Siyasi iktidar bir muhasebe yapmalı ve yanlışlardan vazgeçecek siyasi olgunluğu göstermelidir. ‘Rasyonel devlet aklı’ denilen şey de budur. Öcalan, bu çağrıyı yapmaktadır. Bu çağrının çok anlamlı olduğunu ve olumlu cevap verilmesi gerektiğini düşünüyorum.”
Türkdoğan, bu noktada iktidarı da “Barışa giden süreci açarsanız iktidarda belki kalırsınız. Ama barışa giden süreci kapatırsanız, zaten iktidar da kalamazsınız” diye uyardı.
Kaynak: MA/Deniz Nazlım-Selman Güzelyüz