Kürt müzisyen Xemgin Birhat ile Kürt müziğini, sürgünü, ulusal birliği ve eskiye özlemi konuştuk
“Hep acı değildir sürgünde olmak” diyor Xemgin Birhat. Bazen ülkeyi en iyi uzaktan görmenin avantajlarına değiniyor. Bu söyleşide Birhat ile Kürt müziğini, sürgünü, ulusal birliği ve eskiye özlemi konuştuk. Nasıl mı? Elbette ki geleceğe dair büyük umutlarla…
Sayın Xemgin Birhat, Jîn u Hebûn (Yaşam ve Varlık) albümünle başlamak istiyorum. Ülke özlemine çokça yer verdiğiniz bir albüm. Diasporada mülteci bir yaşam sürüyorsunuz, müzik üretiminizi nasıl etkiliyor bu durum?
Sürgünde olmak her zaman olumsuz değildir. Sürgün ortamı bazen sanatçıların sonunu getirdiği gibi bazen de ön açıcı, geliştirici ögeleri de kapsıyor. Önemli olan sanatımıza konu olan ögeleri ruhumuzda yaşamaktır diye düşünüyorum. Eğer bir olguyu ruhunuz ve yüreğinizle yaşayamıyorsanız o zaman nerede olursanız olun sonuç almanız mümkün değil. Bazen de bir olgunun farkına varmak için, onun anlam ve önemini anlamak için ondan uzak olmak gerekir. Sürgünde genel olguların bir parçasını değil, tümünü görme şansına sahipsiniz adeta kuş bakışı tüm coğrafyayı görürsünüz. Sonuçta ülkemizden uzak da olsak, sürgün; ülkemizin tarihini ve sosyal yapısını tanıma fırsatını da sunuyor. İletişim araçlarının hızla geliştiği, dünyanın artık giderek küçüldüğü bir ortamda artık sürgünden bahsedemeyiz. Bu gelişmeler karşısında bence sürgün kelimesi anlamını yitirmiştir.
1993’te çıkardığınız Kilamên Kilasîk (Klasik Şarkılar) albümünde dengbêjî makamına daha çok yer vermiştiniz. Zaman geçtikçe müzikal formunuz değişti. Yeni bir arayış mı söz konusu? Yoksa tekrar bir dönüş düşünüyor musunuz?
Bahsettiğiniz albüm Koma Berxwedan grubunun çıkardığı bir albüm. O albümde grup üyeleri birer klasik eser okuyor. Ben de o albümde Şahino diye klasik bir eser okumuştum. Bazı sanatçı arkadaşlar var olan eski klasik parçaları yani anonim halk müziğini yenileyerek okuyorlar. Güzel de yapıyorlar. Ben de albümlerimde bir iki tane halk müziğine yer veriyorum ama genellikle üretimi esas alıyorum ve kendi eserlerimi bana özgün olanı dışa vurmak istiyorum. Var olanı yapmak beni tatmin etmiyor ve üretken de kılmıyor. Dolayısıyla kendime özgün bir tarzım var.
Hepimizin zihninde unutulmaz acılar bırakan, bir yönüyle direniş geleneğinde yeni bir yol/yöntem açan diğer yönüyle kapanmaz acılar açan Diyarbakır Zindanı’nı belki de en iyi anlatan eserlerden biri de sizin ‘Hepsa Diyarbakır’ parçası. Son toplumsal olayları da göz önüne alırsak, sizce devletin tutumu ve direnişi sürdüren halkta bir değişim oldu mu, nasıl değerlendiriyorsunuz?
Biliyorsunuz Kürtlerin yaşadığı topraklar dört devlet arasında bölüşülmüş durumda. Sadece bölünmekle kalmamış bir de varlığı tartışma konusu yapılmış veya kabul görülmemiş. Kürtlerin herhangi bir talebi söz konusu olunca bu dört devletin rahatça anlaştıklarını tarihte gözlemlemek mümkün. Gelinen aşamada çok değişen bir durum söz konusu değil. Her ne kadar Kürtlerin varlığı eskiye nazaran kabul görülse de Kürtler, ciddi bir asimilasyon ve soykırımla karşı karşıyalar. Kürtleri egemenlikleri altında tutan devletler hâlâ Kürtlerin özgürlük istemlerini nasıl bastırabiliriz, bu halkı nasıl yok edebiliriz hesaplarını yapıyorlar. Bu durum çağımızın özellikleriyle çelişmektedir. Teknolojik ve ekonomik gelişmeler özellikle son 20 yılda gerek ülkeler arası gerekse de bireyler arası iletişimi ve buluşmayı daha da hızlandırdı. Kocaman dünya adeta bir ülke konumuna dönüşmüş bulunmakta. Bu durumda artık herkesin gördüğü olgu ve olayları kimse rahat bir şekilde yadsıyamaz. Bu durum Kürtlerin mücadelesini biraz daha uluslararası mecraya taşırken, onu egemenlikleri altında tutan devletleri kendi politikalarını göz önünde geçirmeye sebep verse de bu devletler sorunun çözümü konusunda hiç adım atma niyetinde değiller.
Kürtlerin kendi haklı taleplerini değişen çağımızın özelliklerine göre biraz daha renklendirdiklerini, eskiye nazaran biraz daha cesaretle dillendirdiklerini görüyoruz. Kürtler tarih boyunca farklı mücadele yöntemlerini denemiş bir halktır, gerek istemlerinde gerek kullandıkları araçlarda bir değişim elbette ki söz konusu. Bu değişimin sadece eylemde değil, düşüncede de geliştiğini gözlemlemek mümkün.
Dünyanın her yerinde eski ütopik düşüncelerin sınıf savaşı veya sosyalist devrim ve ulusal kurtuluş savaşı gibi düşüncelerin yerini değişen ekolojik dengelere, bireyin özgürlüğü ve toplumsal refahın gelişmesi gibi farklı alanlara kaydığını görüyoruz. Sonuçta çağımızın belirleyici özelliği olan iletişim olgusu ve sosyolojik gelişmeler Kürtlerin beraber yaşadıkları devletlerle sorunlarını diyalog yoluyla çözebileceklerini dayatıyor.
Bütün dünyayı etkisi altına alan pandemi süreci elbette kültür ve sanat alanında da köklü değişikliklere neden oldu. Bu süreçte kültür ve sanat anlamında siz neler üretebildiniz ya da nasıl bir yol izlediniz?
Pandemi süreci elbette ki kötü bir süreç oldu ancak hızlı değişen dünyayı biraz frenlemesi iyi de oldu.
Özellikle iklim değişiminde bir nebze de olsa nefes aldırdı diyelim. Doğa bir şekilde kendisini yok etmek isteyen insanlara karşı korumaya çalıştı. Bana da bu süreç biraz daha yoğunlaşmama sebep oldu tabii. Bu süreçte benim 80’li yıllarda kaset formatında çıkardığım üç albümden sevilen eserlerimi “Best Of” olarak çıkarmaya çalışıyorum. Sanırım ocak ayında bitecek. Aynı zamanda yeni bir albüm çalışmasını da yürüttüm, onu da ilkbaharda bitirmeyi planlıyorum.
Geçmişte dengbêjlik tamamen toplumsal olaylara paralel bir şekilde vücut bulurdu. Bugün Kürt müziğinin direnişle bir paralelliği var mı, varsa ne şekildedir?
Genel olarak Kürdistan toplumunun sosyolojik yapısını göz önünde tutarsak, müziğin Kürtlerin toplumsal yaşamı içinde önemli bir yer aldığını görebiliriz. Dili, kültürü ve kimliği yasak olan Kürtler toplumsal olayları ve değişimleri müzikle dile getirmişler ve bunu bölgeden bölgeye, jenerasyona aktarmışlardır. Yani onlar için müzik bir iletişim aracı durumundadır. Böyle olduğu için müziğin Kürtler için ayrı bir etkisinin olduğunu belirtmek gerekir. Söylediğiniz gibi bu toplumsal olaylar dengbêjler tarafından topluma yansıtılırdı. Bu durum özellikle Kürt Özgürlük Mücadelesi’nin gelişimiyle farklı bir formasyona kavuştu. Özellikle 80’li yıllarda gittikçe form ve içerik yönünde değişim gösteren Kürt müziği kaynağını Kürt halkı içinde gelişen özgürlük ideolojisi ve politikasından almıştır. Bu yıllarda Kürtler siyasi, sosyal ve kültürel yönden yeniden bir reorganizasyon sürecini yaşıyordu. Bu yıllar Kürt halkının geçmiş tarihini sorgulama ve kendi geleceğine yönelik plan ve projelerini geliştirdiği ve bunun için eyleme kalktığı yıllardı. Bu durum genel olarak toplumsal bir değişim ruhu ve gerçekliği yarattı, tabii ki bu sanatla ilgilenen bireylere de bir heyecan verdi ve bu gelişmeler sanatın konusu oldu. Bu yıllardaki sanat eserlerinin içeriği genellikle Kürtleri uyanışa ve direnişe davet eder.
Değişen toplumsal koşullar buna uygun gelişen özgürlük ideolojisi ve örgütlenmesini adeta bir yanardağın volkan patlamasına benzetebilirim. Böylesi bir ortam tabii ki insanların ruhunda da yansımasını buluyordu. Bu gelişmelerin sonucunda Kürtlerde derin yoldaşlık ve arkadaşlık duyguları gelişti, aynı zamanda kolektif paylaşımcılık gibi yeni değer yargıları oluşmaya başladı. İşte böyle bir ortamda sanatla daha doğrusu müzikle uğraşmak da aynı şekilde heyecan verici bir durumdu. Bunun sonucu çeşitli sanatsal örgütlenmeler gelişti, aynı şekilde bu örgütlenmeler sonucu çok sayıda müzik grupları ve yeni sanatçı adayları yetişti. Kürt toplumunda gelişen direniş ve özgürlük arayışı var olan tüm sanatçıların ilham kaynağı olmuştur. Her dönemde olduğu gibi Kürt müziği bu dönemde de yine Kürt halkının acılarını ve sevinçlerini paylaşmıştır.
Kürt müziği için zirve dediğimiz ‘KOM’ dönemlerini bir dinleyici olarak özlemiyor değilim. Sizce KOM dönemlerinden sonra Kürt müziği üretkenliğini yitirdi mi yoksa sadece yöntemsel bir değişim mi söz konusu?
‘KOM’ dediğimiz grup müziği tabii ki kolektif çalışmayı esas alan biraz da grupta yan yana gelen müzisyenlerin belli bir ideolojik yapıya bağlı olmaları ve o döneme has direniş müziği diyebileceğimiz belli politik ve ajitasyon içerikli eserler üretiliyordu ve topluma belli mesajlar veriliyordu. Bu süreç tabii ki sonsuz olamazdı ve sonuçta yaşam sadece direniş şarkılarından ibaret değildir, hayatın değişik alanlarına dair de müzik olacaktır. Bir dönem sadece direniş şarkıları yapıldı ve toplumda artık belli bir doyuma ulaşıldı, insanların farklı müzik dinleme istemleri, teknolojik gelişmeler ve özellikle Kürtçe medya araçlarının gelişmesiyle bütünleşince Kürt müziğinde de farklı pazar mantığı, popüler olma gibi çeşitli ‘sanatsal kaygılar’ ön plana çıktı. Bu durum tüketime dayalı bir sürü müzik yapımlarının pazarlanmasına yol açtı. Ama bu yapımlar maalesef halkın sanatsal ihtiyaçlarına cevap olmaktan uzak yapımlar. Çünkü gerçek hayatın içinde yapılan yapıtlar değil, daha çok popüler olma, ticari yönü önde olan ürünler. Böyle olunca sanatın sadece bir eğlence kültüründen başka bir amacı kalmıyor. Oysa bizim gibi toplumlarda sanatın bilinçlendirme, yönlendirme, değiştirme ve dönüştürme gibi fonksiyonları olmak zorunda. Dikkat ederseniz son yıllarda çıkan sanatçı arkadaşlarımızın görünüşleri bile Türk medyasında tanıdığımız tiplerin görünüşüyle aynı. Sadece görünüş değil, neredeyse yaşamları da aynı hal almış.
Birlik en zayıf yanımız
Diasporada siyasi mücadeleyi gözlemleyen birisiniz, ulusal birlik ve dört parçadaki Kürtlere dönük sistematik saldırılar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Her konuda olduğu gibi Kürtler bu konuda da çok geç kaldılar, bazı tarihsel fırsatları kaçırdılar veya kaçırmak üzereler. Kürt halkının en zayıf olduğu yani yumuşak yanı birlik sorunudur. Bu durum tarihte süregelen bir olgudur ve halk tarafından veya çeşitli siyasi hareketler tarafından çokça dillendirilmesine rağmen gerçekleşmesi bir türlü mümkün olmuyor. Bunun tek sebebi Kürtlerde ulusal bir ideoloji ve demokratik bir kültürün gelişmemesidir. Her ulusun üzerinde şekillendiği bir ideoloji ve felsefesi vardır. Aslında son 40 yıldır Kürtler kendi tarihlerini ve toplumsal yapılarını gözden geçiriyor, eksik ve yetmezliklerinden kurtulmaya çalışıyorlar ama bir diğer kesim adeta bu eksik ve yetmezliklerden kurtulmuyor. Bu durum kendi içinde antagonist çelişki dediğimiz yani uyuşması ve beraber yaşanması mümkün olmayan bir olguyu ortaya çıkarıyor. Kuzey’de gelişen kaynağın sol ideolojiden alan modern diye tabir edebileceğimiz ideolojik yapı ve Güney’de kökleşmiş feodal ve aşiretsel örgütlenme bazında kendini gösteren ideolojinin bileşimi maalesef bir ulusal ideoloji yaratamaz.
Birinin varlığı diğerinin yokluğu demek dolayısıyla bu ideolojilerin yan yana gelip daha kapsamlı, Kürtlerin çıkarına hitap eden ortak bir paydada buluşması çok zor. Bunun için Kürtlerin tek başına kendilerine uygulanan baskılara ve saldırılara karşı durabilmeleri her geçen gün ağırlaşıyor. Bu durum da Kürt Özgürlük Mücadelesi veren güçlerin kendi öz güçlerine güvenmekten ziyade daha çok hegemonik güçlere sığındıklarını gözlemlemek mümkün. Olur da hegemonik güçler Ortadoğu’da var olan kargaşada yeni bir düzenlemeye giderlerse, belki Kürtlerin de taleplerini göz önünde tutarlar anlayışı her geçen gün hâkim oluyor.