HDP’li bir kişi olarak, benim de “Kürt meselesinin Türkiye’nin en önemli meselesi” olduğuna dair söylediklerimi, yazdıklarımı biraz abartılı bulanlar olabilir. Hatta, benim İstanbul’da doğmuş büyümüş ama “kökeni” Trabzonlu olan biri olduğum da işin içine girince “Ne bu ya, nedir bu abartılı Kürt-yanlısı tutum diyenler de olabilir. Hatta, hatta, Türk partilerinden yüz bulamadığım için Kürtlerle birlikte HDP’de siyaset yaptığımı o nedenle de “Kürtçü” (!) olduğumu söyleyenler dahi çıkabilir.
Ama ne derler “Kazın ayağı öyle değil”. Kürt meselesi gerçekten de Türkiye’nin en önemli meselesi. Neden mi?
Günümüz insanlığının geldiği yer toplumların eşit haklara sahip bireylerden oluşması gerektiği ve bunun da demokratik bir yönetimle olacağı fikridir. (Her ne kadar benim gözümde “demokrasi” kavramı bir yönetim şeklinden çok bir “zihniyet” konusu olsa da burada o konuya girmeyeceğim). Bu sistemin en önemli özelliklerinden biri her vatandaşın hiç kimsenin elinden alamayacağı bazı temel haklara sahip olmasıdır. Yani bu sistemde bireyler, haklar bakımından eşittirler.
Şimdi düşünelim ki böyle bir demokrasinin olduğu bir ülkede yönetim, uygulamada toplumun bir kesimine karşı “ayrımcılık” yapmaktadır. Yani, demokrasinin en temel ilkesi olan “eşit haklar” ilkesini çiğnemektedir. Bu durumda bu ülkede demokrasi var diyebilir miyiz?
Bu soruya durumları farklı kişiler, doğal olarak farklı cevaplar verirler. Ayrımcılığa uğramayanlar “Bizdeki de biraz “eksik” ama” ne yapalım” deyip geçebilirler, ayrımcılığa uğrayanlar ise demokratik haklarını talep eden tutumlar benimserler, siyaset yaparlar vs.
Fakat burada önemli bir nokta var. Yönetim bu ayırımcılığı nasıl yapmaktadır? Yani ne tür araçlarla yapmaktadır ve bu ayırımcılığın, ayrımcılığa uğramayanlara gerçekten de hiçbir etkisi yok mudur?
İki örnek vereceğim: 2000’li yılların öncesinde yönetim “baş örtüsü” üzerinden İslami kesim üzerinde bir ayırımcılık yapmaktaydı. Peki bu ayırımcı uygulama gerçekten de yalnızca İslami kesimi mi etkiliyordu? Hayır! Çünkü bu ayırımcı uygulama toplumu ikiye bölüyor, laik kesimin de sinirlerini geriyor ve toplumda negatif bir hava yaratıyordu. Bu olumsuzlukların yanı sıra belki de bundan da önemlisi toplumun bir kesimine bu ayrımcılığı yapabilen iktidar erki benzer uygulamaları diğer kesime de yapmanın bir çeşit meşruiyetine sahip oluyordu. Yani, yalnızca ayırımcılık yapılan (İslami) kesimi değil ama aynı zamanda ayırımcılık yapılmayan (laik) kesimi de mağdur edebilecek olan bir güç kazanımına sahip oluyordu.
Benzer bir örnek Kürtlere yapılanlar. Burada çok sayıda örnek var ama ben yalnızca birine değineceğim. Kayyumlar konusu. Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok uzun zamandan beri Türkiye’nin toplam nüfusu içinde 20 milyondan fazla olan bu halkı ayrımcılığa tabii tutuyor. Bu bilinen bir durum. Onlar bunu reddetseler de böyle. Son örnek olaylardan biri HDP’nin kazandığı 60 küsur belediyeye kayyum atanması. Burada da yukarıdaki örnekte olduğu gibi bu ayırımcı uygulama yalnızca Kürtleri değil aynı zamanda bütün Türkiye’yi mağdur etmiştir. Öyle ki, Kürtlere bu uygulamayı yapan iktidar, bu ayırımcılık yapabilme gücünü Türklere de göstermiş, örneğin Boğaziçi Üniversitesine kayyum bir rektör atamıştır.
Özetle, Kürt meselesi yalnızca bir Kürt meselesi değildir. Kürt meselesi, toplumun yönetiminde bir bahane gibi kullanılarak demokrasiyi delme meselesidir. Dolayısıyla Kürt meselesini çözemeyen bir Türkiye’de demokrasi olamaz. Bu nedenle de Kürt meselesini konuşamayan bir muhalefet ise Türkiye’ye demokrasi getiremez.
Not: Bu konuya devam edeceğim.