Zulüm ve şiddetle geçen beş yıl sonunda AKP-MHP ittifakının arkasına dizilen muhalefet ve destekçisi devlet aklına rağmen Kürt halkı realitesi ve Kürt meselesi son dönemde bir kez daha sahnenin ortasında yerini almaya başladı
Sezai Temelli
Türkiye halklarının 24 Haziran’da AKP-MHP ittifakına verdiği mesaj Kürt meselesinin inkârı ve demokrasiden uzaklaşmaya itiraz şeklindeydi. Fakat 7 Haziran 2015’te olduğu gibi 24 Haziran 2018’de de bu mesajı almak istemeyen iktidar Kürt meselesinde inkâr ve Kürt dilini, kültürünü, varlığını toplumsal hafızadan silmek gibi tarihsel bir hatada ısrar etti. 31 Mart 2019 yerel seçimlerine kadar dozajı artarak süren savaş ve inkâr politikaları neticesinde sonuç almaya çalışan AKP-MHP ittifakı, HDP’nin tarihindeki en önemli stratejik hamlelerden birinin sonucu olarak güçlü bir yenilgiye uğradı. Kürt halk iradesi kayyımları süpürdü. Milliyetçiliğin ve İslamcılığın yuvalandığı büyük şehirlerde HDP’nin iradesi bu ittifaka büyük kaybettirdi.
Elbette ki seçim sonuçları siyasetin okunmasında bakış açısını ve parametreyi oluşturmaz. Seçim sonuçları siyasetçilere karşı biriken fikir ve duygulara hem bir cevap hem de geleceğe dair bir rota çizmenin görüntülerinden biridir. Bu kapsamda 31 Mart ve hatta 23 Haziran seçimleri bir yandan beş yıldır sürdürülen onurlu direnişinin sandığa yansıması, öte yandan geleceğe dönük Kürt meselesinde onurlu barış talebinin ete kemiğe bürünmesiydi. 31 Mart, deyim yerindeyse, inkâr kalıbına sığmayan cinin şişeden çıkışının ilanıydı.
O güne kadar AKP-MHP ittifakının savaş ve inkâr politikasının arkasına dizilenler, bu aralıktan sonra yaklaşan Kürt fırtınasının gücüne göre kendini ayarlamaya başladı. Bu süreç ve 31 Mart’taki büyük başarının ilanından sonra AKP-MHP ittifakının ve devlet aklının inkârı kural haline getirme çabasına karşı çokluğun yaratıcılığı politik zaferini elde etmiştir.
Bugün artık Türkiye’de Kürt sorununu inkâr, beş yıllık direniş neticesinde tarihin kara sayfalarına not olarak yazılmıştır. Kürt halkı ve iradesi sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu’nun her bir köşesinde ve egemenlerin üzerinde haklı talepleriyle bir hayalet gibi dolaşıyor.
5 Nisan 2015’te yapılan son görüşmenin ardından Sayın Öcalan üzerinde başlatılan mutlak tecritle beraber HDP mitingleri ve parti binalarına başlayan saldırılar, çanların savaş tamtamları niyetine çaldığını gösteriyordu.
Çan sesinin savaş tamtamı olduğunu anlamak için 20 Temmuz 2015’te kameralar önünde 33 canımızı, yoldaşımızı kaybedeceğimiz Suruç Katliamı’nı beklemek gerekti. ‘Savaş siyasetin başka araçlarla sürdürülmesidir’ cümlesini kıble edecek şekilde siyasetini savaşla sürdürmek isteyen AKP-MHP ittifakı ve devlet aklı, Suruç Katliamı ile birlikte Kürtlerle dayanışma içerisinde olacak her bir direniş cephesinin topyekûn hedef alınacağının ilk mesajını verdi.
Suruç Katliamı ile devreye konan savaş-siyaset denklemi gittikçe büyüyerek Kürt meselesinin, Kürt dilinin, kimliğinin görünmez kılınması sınırlarına kadar vardı. “Toledo yapacağız” diyerek yıktıkları şehirlerde duvarlara yazdıkları ırkçı yazılar, Kürtçe tabelalara yönelik saldırılar, zırhlı araçlarla dağıtılan ölümler, teşhir edilen çıplak bedenler, atanan kayyımlar ve diğer tüm zor aygıtları AKP-MHP ittifakının rızaya dayalı olmayacağını bilerek talep ettiği siyasal onayı çağırdı.
Hakikatin sahneye dönüşü
Zulüm ve şiddetle geçen beş yıl sonunda AKP-MHP ittifakının arkasına dizilen muhalefet ve destekçisi devlet aklına rağmen Kürt halkı realitesi ve Kürt meselesi son dönemde bir kez daha sahnenin ortasında yerini almaya başladı. AKP-MHP ittifakının Kürt halkına yönelik “teslim ol” çağrısı, muazzam bir demokratik sabır ve direnişle karşılığını buldu.
Erdoğan’ın 31 Mart seçimleri öncesinde Balıkesir’de sarf ettiği “Kürt sorunu yoktur” cümlesinde kristalize olan AKP-MHP ittifakının stratejik yaklaşımını büyük bir başarısızlık olarak kayda geçen sahneye geri dönüş, elbette ki, büyük bedeller ve badireler neticesinde sağlandı. AKP-MHP ittifakı binlerce tutuklamayla, dümdüz ettiği şehirleri boşaltmayla, açlık ve yoksulluğu dayatmayla hatta silahların gölgesinde oy kullanmaya zorlamayla dahi amacına ulaşamadı. Bu yolda AKP-MHP ittifakının tüm beka çağrılarına rağmen 24 Haziran seçimleri siyasal mücadelenin ilk yarısında sonucu belirleyen düdüğün sesi oldu. Her türlü baskı ve eşitsiz ortama rağmen HDP bir kez daha barajı aşarak salt şiddetsiz bir ortamın değil, aynı zamanda her türlü koşulda sadece Türkiye’de değil, Ortadoğu coğrafyasında siyasetin belirleyeni olacağını gösterdi.
Muhalefetin tutumu
Halkın ve demokrasi güçlerinin ortak direnişi ile hakikatini eline tekrar alan Kürt halkına karşı bugünlerde eski ve yeni muhalif siyasetçiler hep bir ağızdan Kürt meselesinin varlığını tanıdıklarını ifade ederek çözüm önerilerini sunmaya başladılar. Öyle ki, henüz birkaç yıl önce ‘Kürt sorunu yoktur’ diyen AKP-MHP ittifakının arkasında dizilerek HDP’yi marjda tutan partiler dahi Kürt sorununda makyajlı cümleler kullanmaya başladı.
Ana muhalefet partisi CHP’nin tutumu ve politika belirleyici kurulları Kürt meselesinin tarihsel, siyasal ve ekonomik ağırlığını kaldıracak ciddiyette değildir. Kürt meselesi ile kurduğu ilişki stratejik ve tarihi olmaktan uzak, taktik ve pragmatist bir çizgidedir. Demokratikleşme ve Kürt meselesi arasında kurduğu korelasyon amaçsal değil, araçsaldır. CHP’nin barış çizgisine kendi dinamikleri ile erişmesi kolay olmayacaktır. Elbette ki, toplumsal muhalefet CHP’nin bu yaklaşımını stratejik bir noktaya çekecek kudrete sahiptir. Biliniyor ki, CHP kendi iç dinamikleri ile değil, halkların demokrasi mücadelesi sonucu AKP-MHP ittifakının arkasına dizilmekten vazgeçerek kazanma ile ilgili hayaller kurabildi.
Yakın zamanda Amed’de Kürt meselesine ilişkin beyanlarda bulunan Gelecek Partisi Genel Başkanı, anlaşılan Neo-Osmanlıcı hülyalardan hala uyanamamış olmanın sancılarını yaşıyor. Neo-Osmanlıcılığın merkezine Türklüğü koyarak her konuşmasının satır aralarında millet-i hâkime ilan eden Davutoğlu açısından Kürde düşen görev millet-i mahkûme olmaktan başka bir şey değildir. Bu yönüyle, Kürt halkı ve Türkiye halklarının uzunca zamandır aştığı bu sömürgeci, hiyerarşik ilişkiyi rüyalarında dahi yaşatmak zamanın ruhundan ne kadar geriye düşülebileceğinin bariz örneğidir.
Kürt sorununu inkâr eden AKP-MHP ittifakına karşı AKP’nin ilk günahlarının sorumlularından biri olan Ali Babacan’ın genel başkanlığında kurulan Deva Partisi de Kürt halk gerçekliğini kabul ederek siyaset hayatına başladı. Kürt meselesi liberal demokratik çizgide temel hak ve özgürlükler potasına sıkıştıracak ve yüzü halka değil, orta-üst sınıfa dönük olan bu anlayış, apolitik yaklaşımını politik çözüm olarak örgütleme gayesindedir. Bu gaye orta-üst sınıf işbirliğine dayalı ama barış çizgisinden uzaktır ve halüsinasyon yaratma girişiminden başka bir gerçeğe tekabül etmemektedir. Kürt sorunu gibi tarihsel ve siyasal bir sorunu, makyajlı sözler ve hakikatinden koparan yaklaşımlar ile siyasetin konusu etmek, ham bir siyaset bilmezliktir. Bunun yanı sıra Deva Partisi’nin yöneldiği orta-üst sınıf uzlaşmasına karşı Kürt halkının kokuşmuş uzlaşmalardan her daim uzak durduğunu ve bu kokuşmuş uzlaşma çağrılarına karşı mücadele ettiğini görememek Kürt halk gerçekliğinden kopukluğun boyutlarını da göstermektedir.
Kürt meselesinin değişen çehresi
Her ne kadar her biri kendi içinde sorunlu ve eksik olsa da bugün artık Ortadoğu’da ve Türkiye’de Kürt halkının iradesi ve hakikatini dikkate almayan, çözümün gerçek adresini tecritte ısrarcı olan bütün siyasi aktörler kaybetmeye mahkûmdur. Bu yönüyle AKP-MHP ittifakı kendisi için sonun başlangıcını inkâr ve ret anlayışına tutunarak başlatmıştır.
Bu uğursuz ittifakın başlattığı son, halkların yeni bir başlangıç eşiğine işaret ediyor. Aradan geçen beş yıllık zamanda gerek Türkiye’de gerek Ortadoğu’da gerekse de dünya üzerinde Kürt meselesi çeperinde yaşanan gelişmeler de Kürt meselesini yeniden tanımlamayı, çehresini yeniden belirlemeyi ve sınırlarını yeniden çizmeyi gerektiriyor.
Kürt meselesinin tarihsel hakikatini de kapsayacak şekilde yeniden tartışılması ve tanımlanması, bugün hiç olmadığı kadar zaruridir. Çünkü Kürtler aradan geçen bu zaman zarfında hakikatlerini ellerine almış ve emekle büyüttükleri mücadelelerinde tarihte görülmemiş eşikleri aşarak güçlü bir noktaya varmıştır. Kürt meselesinin düşünüldüğü sınırlar, mekân ve jeo-stratejik çerçevesi dönüşmüş; Kürtlerin ezildiği ama direnerek kazandığı bambaşka bir çehreye ulaşmıştır.
Dolayısıyla artık devletler veya ulusalcı-milliyetçi çevrelerin gramerleri ile anlaşılamayacak ölçüde genişlemiş bir mesele ortada durmaktadır. Bu yönüyle Kürt meselesi sadece kültürel hakların iadesi veya hukukun üstünlüğü gibi liberal anlayışa işaret eden sıfır noktasına teslim edilemez.
Kürt meselesinin çözümünü salt Türkiye ekonomisinin düzelmesine veya demokrasi ile ekonomi arasında kurulmak istenen ilişkiye bağlamak eksik ve yanlış bir yaklaşımdır. Liberal demokrasi veya sosyal demokrasi esintili her bir çözüm önerisi HDP’nin en önemli düsturlarından radikal demokratik potansiyeli kaçırdığı için politika dışına itilmek ve çözümden uzaklaşmak zorundadır.
Demokrasiye prosedürel yaklaşan bu “demokrasi” iddialarına karşı eylemi çağıran ve örgütleyen radikal demokratik potansiyeli mümkün kılmak kaçınılmazdır. Liberal demokrasi ve sosyal demokraside gördüğümüz eylemi dışlayan, düzenin içine yerleşerek kartel hale gelen anlayışlara karşı demokrasinin dilini daha güçlü şekilde söze ve iddiaya dönüştürmek radikal demokratik çözümün yegâne asabiyetidir.
Uzaklaştığımız yahut unutmaya yüz tuttuğumuz kuruluş ilkelerimizden hareketle anımsatmak gerekirse radikal demokratik dilin grameri Demokratik Cumhuriyet’tir. Bir yaşam formu ve yönetim yapısı olarak Demokratik Cumhuriyet, Kürt meselesini hem kimlik hem de sınıf açısından kesen, çoklukları bir arada düşünmeyi mümkün kılan, eşit ve adil bir yaşamı toplumun kılcal damarlarına kadar örgütleyen demokrasinin adresidir. Demokratik Cumhuriyet iddiası tekçi ulusalcılığa ve faşist milliyetçi-muhafazakarlığa karşı Üçüncü Yol’un mümkün kılınmasıdır. Üçüncü Yol aynılığı değil farklılıkları; tekliği değil çokluğu; merkezileşmeyi değil yerel demokrasiyi; eşitsizlikleri değil adaleti; burjuvanın makyajlı politikliğini değil devrimci politikayı örgütlemektir.
Bu kapsamda;
‘Kürt meselesinin geri dönüşü’ AKP-MHP ittifakının kesin yenilgisi olarak kendi başına kıymetli olsa da bugün Kürt meselesinde toplumu esas almayan çözümler üzerinden tartışmak, tekrar baskılanma tehdidini yaratmaktır. Bu tehdit yeni bir ölüm, kan ve savaş dönemini çağırma potansiyeline her zaman sahiptir. Bu sebeple, Kürt meselesinde tüm siyasi partiler kendi yaklaşımlarını tekrar gözden geçirmeli; sınıfsal farklılıkları, kültürel ve kimliğe dair özgünlükleri, inanç farklılığına dayanan toplumsal gerçekliği radikal demokrat bir anlayışla yeniden düzenlemelidir. Ya kadın, Alevi, Sünni, Kürt, işçi, emekçi, genç, işsiz, çiftçi yani tüm kimliklerimizle ve sınıfsal pozisyonlarımızla birlikte eşitliğe, özgürlüklere ve demokrasiye kavuşacağız ya da yeni ihtilafların ve ayrışmaların kapılarını aralayacağız.
Unutmayalım ki; 21. yüzyılın Kürt halkının yüz yılı olması hem Türkiye hem de Ortadoğu halkları açısından büyük bir şanstır. Çünkü Kürt halkının iradesi radikal demokratik çözümün garantisidir…
*Halkların Demokratik Partisi Van Milletvekili