Ortadoğu uzmanı Hamide Yiğit ile konuştuk: AKP, erken seçim yapma olanağı yaratmaya çalışsa da, yapamıyor. Kürtlere karşı savaş söylemi üzerinde elini güçlendirdiği alanlar vardı, ama bunlar da tükendi
Hüseyin Kalkan
Ortadoğu uzmanı ve Artı Gerçek yazarı Hamide Yiğit, artık Kürt karşıtlığının tükendiğini söylüyor. Yiğit’in bu söylemle kastı, AKP’nın Irak ve Suriye’de giriştiği askeri hareketler için kamuoyu yaratırken kullandığı Kürt fobisinin artık iş görmediğidir. Bu bence önemli bir tespit. Eğer bu tespit kamuoyu yoklamaları ile de desteklenirse Türkiye çok önemli bir aşamaya geldi demektir. Yiğit’in ikinci önemli tespiti ise erken veya zamanında seçim ile ilgili söyledikleri. Yiğit, AKP’nin Ayasofya dahil son dönemde giriştiği hamlelerin nedeninin erken seçim için uygun bir ortama yaratmak olduğunu belirterek, bunun için tehlikeli iç ve dış hamleler yapabileceğini ekliyor. Hamide Yiğit’in sorularımıza verdiği yanıtları ilgi ile okuyacağınızı umuyoruz.
-Türkiye’nin bölgeye ilişkin politikalarını değerlendirerek başlayabilir miyiz söyleşimize?
AKP’nin dış politikasını, iç siyasetten bağımsız olarak ele almamak gerektiğini düşünüyorum. Ne zaman dışarda bir agresif tutum yükselişe geçerse mutlaka içerde sıkışmışlık hali söz konusudur diye bakmak gerekir. İç siyasettekinin üstünü dış siyasette savaş gerilimini yükselterek örtebiliyor, tersini de yapabiliyor.
Dış politikada genellikle Türkiye’nin kendinden söz ettirdiği üç bölge var; Irak, Suriye ve Libya. Libya hamlesi hatırlarsanız, İdlib’deki derin bir iflastan sonra geldi. Ondan önce de Kuzey Suriye’ye yöneliş, İdlib’le ilgili verdiği sözleri yerine getirmemesi nedeniyle oldu. Suriye politikası iflasın süzülerek biriktiği bölge. İdlib Türkiye’nin sorumluluğunda olan bir bölge, buraya dair verdiği taahhütleri yerine getirmesi olası değil. Terör listesinde olan cihatçı grupların tasfiyesini Türkiye yerine getirmez. Çünkü çok iç içe ilişkiler var. Nusra Cephesi ile, Heyeti Tahrir Şam ve özellikle Türkistan İslam Partisi ile. Sonuncusu Türkiye’nin sınırına çok yakın bir yerde konuşlanmış bir örgüt ve terör listesinde. Bunlarla iç içe ilişkilerden dolayı ayıklamayı, ılımlıları radikallerden ayırma işini ve radikal İslamcıları tasfiye taahhütünü yerine getirmeyeceği başından beri belliydi. Ama ne zaman buraya Suriye ordusunun ve Rusya’nın uyarıcı operasyonları başladı, Türkiye buradan başka bir yere savaş gerilimini taşıdı. Kuzey Suriye’ye yönelik ‘Barış Pınarı’ Hareketi böyle bir döneme denk geldi. Ama Türkiye kamuoyuna pazarladığı ‘güvenli bölge oluşturacağız’ taahhütünü yerine getiremedi. Sadece orada bir pozisyon edinmiş oldu.
Suriye cephesi böyle tıkanınca, Libya’ya yöneldi. Libya’ya yöneliş savaşı çok tırmandıran bir noktaya taşıdı. Hatırlarsanız ABD’nin verdiği güvenceye güvenerek, açıkta Suriye ordusuna savaş ilan etti. Ama verdiği çok büyük kayıplar nedeniyle olduğu yerde durmak zorunda kaldı. Moskova mutabakatı gereğince ateşkesi imzalayıp bütün kayıpları sineye çekmek zorunda kaldı. Ama hemen arkasından Libya hamlesi geldi. Yani burada rasyonel bir politika gütmediği açık. Doğu Akdeniz’de Türkiye hiçbir zaman bu davranışları ile bir pozisyon edinmez. Sadece anlık siyasi tıkanmışlığı gidermek üzere atılan adımlar diye düşünebiliriz. Çünkü savaş geriliminin taşındığı her yerde Türkiye’nin karşısında bir cephe oluşuyor. Irak’ta mesela, Irak’ta evet ABD’den de güvence alarak sınır ötesi harekat başlatmış olabilir, o yeşil ışık yanık olduğu müddetçe devam edebilir ama Irak hükümeti notasını verdi ve bundan rahatsız olduğunu, meşru sınırlarını ihlal edildiğin ilan etti ve bundan dolayı uluslararası yasalar çerçevesinde gayri resmî bir operasyon olarak ortada duruyor.
-Bir süre önceye kadar Libya’da inisiyatif Türkiye’de görünüyordu. Şimdi hala öyle mi? Yoksa Mısır’ın devreye girmesi ile durum tersine mi döndü?
Peşinen şunu söyleyeyim. ‘Türkiye dengeleri belirliyor orada, Türkiye oyun kuruyor’ gibi bir söylemin atı boş. Doğru değil. Ama dengeleri değiştirdiği doğru. Çünkü orada Trablus merkeze sıkışmış, seçilmemiş ama BM tarafından meşru kabul edilen bir Ulusal Mutabakat Hükümeti (UMH) var, halk desteği yok arkasında ve bütün askeri gücü toparlanmış milislerden oluşan bir güç ama Türkiye ile İhvan kardeşliği üzerinde kurulan bir ilişki var. Türkiye bunun çağrısı üzerinden Libya’ya müdahale etti. UMH’yi sıkışmışlıktan kurtarmış oldu. Yani gerçekte Tobruk Meclisi’nin ordusu olan Libya Ulusal Ordusu, Trablus’u ele geçirmek üzereydi. Türkiye buna engel oldu. SİHA’ları, İHA’ları ile bunu engelledi.
Uluslararası toplum da Türkiye dengeleri değiştirdi demeye başladı. Çünkü UMH müzakere isteyen bir taraf olmaktan çıktı, rakibinin çekilmesini istemeye başladı. Alan genişletmeyi önüne koydu. Bu da Türkiye sayesinde oldu. O yüzden uluslararası toplum, Arap ülkeleri, özellikle Kuzey Afrika’daki Arap ülkeleri için olay şu hale geldi. UMH ile Hafter arasında bir savaş değil, Türkiye ile Libya arasında bir savaş var noktasına geldi. Evet dengeler böyle değişti. Fakat bu arada UMH’nin görev süresi son erdi, Türkiye’nin yaptıklarının meşruiyeti kalmadı. Şu anda en çok tartışılan konu bu. Bunun ardından Türkiye’nin karşısına şu çıkacak; 2011’de BM kararı ile Libya’ya uygulanan silah ambargosunun Türkiye tarafından delindiği uluslararası toplum tarafından söylenmeye başlandı. Bu nedenle Türkiye’ye yaptırım uygulanması gerektiği söylenmeye başlandı. Dolayısıyla Türkiye’nin hem hava gücü hem denizden silah taşıması, uluslararası yasalara aykırı ve savaş suç olarak kabul ediliyor.
Bu durum Türkiye için büyük sorun. Orada desteklediği güçler alan genişletti ama, meşruiyet kalmadı. Üstelik Türkiye’nin Suriye’den oraya taşıdığı sayıları 17 bini geçen paralı askerler meselesi Birleşmiş Milletler’e müzakere konusu olarak taşınıyor, Mısır sayesinde. Dolayısıyla bu bir kazanım mıdır, yoksa çıkmaz mıdır, tartışmak gerekir.
-Türkiye’nin tekrar inisiyatif kaybetmesi, Mısır’ın devreye girmesine mi bağlı?
Elbette ki. Çünkü Mısır deklarasyonuna kadar Türkiye Sirte ve Cufra’yı almadan, ardından petrol hilalini ele geçirmeden durmak yok demişti. Böyle bir zafer sarhoşluğu içinde batıdan doğuya doğru ilerleyiş startı verildi ve kararlılık bildirildi. Ama Kahire deklarasyonundan sonra Türkiye’nin bu atakları karşısında bir blok oluştu. Bu blok bir yerde durdurdu Türkiye’yi, fakat ABD’den cesaret almaya devam etti, bu defa Sirte ve Cufra’yı kendi kırmızı çizgisi ilan etti. Ardından Mısır Ordusu devreye girdi ve Türkiye’yi durdurdu. Şimdi ABD’nin Türkiye’yi ne kadar destekleyeceğine bakmak gerekiyor. Hızlıca dengeler değişti yeniden, Türkiye’nin bu iki üsse saldırması halinde Mısır Ordusu’na savaşa girme yetkisi verildi. Bu yetki doğurdan Türkiye’ye karşı Mısır Ordusu’nun Libya’ya girmesi anlamına geliyor. Yani Mısır ile Türkiye’nin savaşı anlamına geliyor.
-Böyle bir çatışma bekliyor musunuz?
Eğer Türkiye gözünü karartırsa olabilir. Ama çok büyük felaket getirir. Bölge ülkeleri ve basın bunu tartışıyor. Türkiye’nin bu savaşı sürdürmekten başka bir şansı yok. Buna mecbur. Çünkü ekonomisi çok kötü durumda, işsizlik meselesi, ayrıca taban desteğini yitirmesi söz konusu. Bütün bunların toplamı Türkiye için tek seçenek bırakıyor. Bir yerlerin servetini ele geçirmek, başka bir şansı yok, gerekirse uzun vadeli bir bölgesel savaşa girmeye bile hazır. Ama bu ülkeyi iflastan kurtarmaz. Bir savaş başka felaketleri getirir. Ama AKP bu. AKP’nin çıkmazları var. AKP’nin sıkışmışlığı var. Hayır yapamaz diyemiyor hiç kimse. Girebilir. Ama bunun Türkiye’ye büyük bir felaket olarak döneceği de aşikâr.
-Türkiye’nin karşısındaki blokta Mısır ve Birleşik Arap Emirlikleri’nden başka hangi güçler/ülkeler var?
Suudi Arabistan var, körfez ülkeleri var. Tunus ve Cezayir de Türkiye’nin karşısındaki bloktalar. Şunu net olarak söyleyebiliriz ki, Ortadoğu ülkeleri içinde sadece Katar Türkiye’yi destekliyor. AB ülkelerinden hiçbirisi Türkiye’ye destek vermiyor. ABD ise Türkiye’yi destekleyen pozisyondan ortaya doğru gelmeye başladı. Şu anda ABD Türkiye’yi destekliyor diyemeyiz.
Bölge ülkeleri Türkiye’nin karşısındayız mesajları veriyor, çünkü Türkiye’nin açıktan Libya’ya müdahalesi söz konusu ama bütün mesele bundan ibaret değil. Türkiye’nin Libya’ya taşıdığı El-Kadeciler bütün ülkeler için bir tehlike teşkil ediyor. Dolayısıyla bu ülkelerin güvenliği söz konusu. Bundan dolayı Türkiye’ye tavır alıyorlar. Türkiye, sadece Tunus İhvanı lideri olan Reşit Ganuşi’nin şu anda parlamento başkanı olmasından faydalanarak bir işbirliği kurmak istiyor. Ancak Tunus meclisi Ganuşi’nin Türkiye lehine bir girişimde bulunmasın izin vermiyor.
-Ama tam bu sıkışıklıkta Kobani’ye yönelik bir hareket gündeme geldi.
Türkiye, Libya’da sıkışırsa, Suriye’nin herhangi bir bölgesine gerilimi taşıyacağı aşikâr. Bunu rahatlıkla söyleyebilriz. Ama İdlib mi olur, yoksa Kuzey Suriye’deki başka herhangi bir bölge mi olur şimdide söylenemez. İşte Türkiye’nin gerilimi tırmandıran malzemesi olarak kullandığı ‘Kürtlere kaşı sınır güvenliği sağlama’ argümanı kapsamında Rojava’ya yönelik bir hareket mi olur onu kestiremiyoruz.
Ama ihtimal verdiğimiz şey İdlib krizi. Savaşı oraya taşıyacak. Oyalanacağı ve Türkiye iç politikasında propaganda edeceği bir İdlib meselesi olabilir. Ama Rusya ve İran şu anda Türkiye’yi markaja almış durumdalar. Türkiye iki süper güç arasında geliş-gidişler yaparak bazı şeyleri elde ettiğini düşünüyor, ama aynı zamanda sıkı kontrol de ediliyor. İster Fırat’ın doğusunda olsun ister Fırat’ın batısında olsun Türkiye’nin konumunu belirleyecek olan iki süper güç olacak.
-Tam seçimlere giderken, ABD Türkiye’yi bölgede güçlendirecek bir angajmana girer mi?
ABD girebilir. ABD her zaman Türkiye’ye alan kazandıran taraf olmuştur. Ne kadar siyasi kriz yaşasalar da, ilişkileri ne kadar gergin olursa da, biliyoruz ki ABD, Türkiye’nin müttefikliğinden vazgeçmeyecektir. Vazgeçmedi, karşılıklı restleşmeler oldu ama her zaman Suriye’de Türkiye’nin bir alan elde etmesini sağladı. Bunu da hep kendi işine öyle geldiği için yaptı. ABD için şöyle bir durum var, Kürtlerle müttefikliği ile Türkiye ile müttefikliği aynı ve eşit düzeyde gitmiyor. ABD bunu dengelemeye çalışıyor. Trump, biraz bu dengeleri bozdu. Çünkü Trump orda Türkiye’ye görev verdi, kendi yerine IŞİD’in geri kalanları ile mücadele için. Bu ABD politikasına uymayan bir hamleydi. ABD seçime giderken Kürtleri ilgili bir politik malzemeye de ihtiyaç duyabilir, onun için de Kürtleri güçlendirecek bir hamle de yapabilir. Ama bunlar seçim yatırımıdır.
-Yakın gelecekte bir çatışma bekliyor musunuz?
AKP’ye kalsa büyük bir çatışma başlatır. Bundan kimsenin kuşkusu yok. Ama ABD’nin desteği veya en azında yeşil ışığı olmasa bunu yapmaz. ABD de kendi çıkarları nasıl gerektiriyorsa öyle konumlanacaktır. Bütün AB ülkeleri Türkiye’nin Libya’daki varlığını sonlandırmak istiyorlar. Bir açıdan şöyle düşünelim, yani çok kutuplu bir paylaşım savaşı bu ve Libya şu anda paylaşılıyor. Bu çatışmalar Libya’yı paylaşmak üzerine ama AB ülkeleri için ayrıca bir risk var. Türkiye’nin oradaki varlığı şöyle bir tehlike oluşturuyor. Libya’ya Suriye’den taşınan bütün o cihatçıların, radikal İslamcıların yasa dışı yollardan Avrupa’ya gönderilmesi söz konusu olabilir, Türkiye bunu bir şantaja dönüştürebilir. Daha önce de gördük, mültecileri bir şantaj unsuru haline getirdi, burada da yapabilir. Bu yüzden Türkiye’nin Libya’daki varlığının tamamen sona ermesini istiyor Avrupa ülkeleri.
-Peki bütün bunları toparlarsak bunu Türkiye’nin iç politikasına etkisi nedir? İktidar erken seçim zemini mi hazırlıyor?
2023 öncesi seçim olmaz deniliyor ama 2023’e kadar AKP fazlasıyla eriyeceğini biliyor. Daha erken bir zamanda seçim yapma olanağı yaratmaya çalışsa da, yapamıyor. Kürtlere karşı savaş söylemi üzerinden elini güçlendirdiği alanlar vardı, ama bunları da tüketti. Milliyetçi duygulara oynayarak en azından tabanını konsolide etmeye çalıştığını biliyoruz. Ayasofya son kozdu, bu kozu da kullandı. Turban meselesini tüketti, Kürtlere karşı şiddeti artırarak şoveniz yaratmayı da tüketti. Ayasofya da tükeniyor. Üstelik bu sefer Avrupa’yı da karşısına alarak tüketiyor.
Yeniden tabanını konsolide edecek, yeniden güç toplayacak hamlesinin ne olacağını bilemeyiz kestiremeyiz. Eğer öyle bir hava yakalarsa erken seçime hemen gider. Ama şu anda öyle bir imkân görülmüyor. 2023 kadar gidecek bir gücü de yok. Öyle bir ikilemi var şu anda AKP’nin. O yüzden çok tehlikeli kararlar alabilir, çok tehlikeli hamleler yapabilir. İç politikada olabilir, dış politikada olabilir.