‘Jineolojî’nin Kurdistan’da kadın temalı serisini ve özelikle de Lozan’dan çok daha önce 1600’lü yıllardan itibaren parçalanan Rojhilat’ı konu edinen ‘Rojhilat’ sayısını, yine Rojhilat’lı kadınların dilinden, hakikatinden ve deneyimlerinden okumanın ve bir bağ kurmanın; bu yüzyıllık sınırları aşacağına ve toplumsal-tarihsel hafızamıza büyük bir katkı yapacağına inanıyorum’
Suzan Akipa
Bildiğimiz bir şey var: Siyasetten ekonomiye kadar, felsefeden edebiyat ve sanata kadar, sağlıktan hukuka kadar erkek egemen ideoloji; bütün zamanlarda bütün bilmeleri istila etmiş bir durumda. Bu istilanın içinde de kadın gerçekliği karartılmıştır ama bitirilememiştir. Aslında belki de daha da önemlisi bugünün mevcut bilimi; kadın hakikatine en yakın bilimlerden biri olan arkeolojinin de ifade ettiği gibi, kadınların açığa çıkardığı buluşlar üzerinden yükselmiştir. Bugün savaşı, açlığı, kapatılmayı, yoksulluğu, yurtsuzluğu, kadın katliamlarını, ekolojik tahribatları açığa çıkaran ve bir yandan da bu krizleri çözme iddiasında olup da çözüm gücünden yoksun olan pozitivist bilimden bahsediyorum. Yani kadından, toplumdan ve doğadan kök alan ama sonradan kadına, topluma ve doğaya karşı bir silaha dönüşen bir bilim. Bir iktidar aygıtı. Gasp üzerine yükselen bir bina misali.
Jineolojî, buradan yola çıkarak hem kadınların yarattığı ama görünmez kılınan o değerleri ve kadınların tarihsel-kolektif deneyimlerini açığa çıkararak bir kurama ulaştırmayı hedefliyor hem de erkeklik istilasına karşı kadın gerçekliğini araştırıyor ve bunu toplumla buluşturmayı hedefliyor. Diğer taraftan da bilimin içinde olduğu bu krizli halin tam da mevcut bilimsel paradigmadan, yani pozitivist paradigmadan kaynaklandığını söylüyor. Dolayısıyla paradigmasal düzeyde yeni bilme biçimlerine, iktidarla bağını koparmış yeni yöntem arayışlarına girişiyor. İşte kadınların bu mücadele deneyimlerini ve bu yeni yöntem arayışlarını en çok tartışabildiğimiz, en özgür ifade edebildiğimiz zeminlerden biri de Jineolojî Dergisi oluyor. Dergi, kadınların sesinin en çok yükseldiği bir 8 Mart gününde, 2016 yılının 8 Mart’ında yayın hayatına başladı. Ve şimdiye kadar çok geniş bir çerçevede ve yaşamın her alanında yeniden kadın bakışını esas almayı hedefledi ve bu alanlarda bir kez daha kadınların kendi sözünü kurmasına imkân araladı. Sondan bir önceki sayıda da “Toplumsal Hareketler” dosya konusu ile okuyucuları ile buluştu. Hem bu toplumsal hareketlerin dününü ve bugününü inceledi hem de toplumsal hareketlerin bilimle ilişkisini ve bu toplumsal hareketlerde kadınların öncü rolünü tartıştı. Ve son sayı olan 28. Sayı ile birlikte de bu toplumsal hareketlerin en canlı örneğini gördüğümüz, birebir tanıklık ettiğimiz, içinde yaşadığımız Kurdistan’ı bir kez daha odağa aldı. Yani Kurdistan’ın coğrafyasını, değerlerini ve dört parçasını…
Kurdistan’da kadın temasına ayrılan bu seri, birçok yönüyle önem teşkil ediyor aslında. Çünkü küresel sömürgeci güçlerin Kurdistan’daki kırım ve imha politikaları artarak devam ediyor. Tabi bu kırım politikalarına karşı büyük bir direnişin de örgütlendiği bir süreçten geçiyoruz. Hem zaten bu kırım politikalarının artarak devam etmesinin en büyük sebebi de direnişin artarak devam etmesi değil midir?
Diğer taraftan da Kurdistan’ı bölen, parçalayan, sınırların ardında kaybolmasını “arzulayan” Lozan’ın 100. yılındayız. Yani bir erkek sistem olarak inşa edilen Cumhuriyet’in resmi kuruluş sözleşmesi… İma ettiği gibi barışı değil, aksine Kurdistan’da aralıksız sıcak, soğuk, özel bütün savaş biçimlerini sürdüren ve en çok da bu savaşı Kürt kadın bedenine ve iradesine karşı sürdüren bir sözleşmenin 100. yılındayız. Aynı yüzyılda “21. yüzyıl kadın yüzyılı olacak” tespitinin vücut bulduğuna da tanık oluyoruz. İşte bu tespitin en görünür olduğu bir coğrafyadır Kurdistan.
Evet parçalanmış bir gerçekliğimiz var. Bedenlerimiz, coğrafyamız, duygularımız parçalanmış ve sınırlar konulmuş aramıza. Ama bu parçalı halin içinde ve dört parçada sistemin saldırı motivasyonu ve biçimini, sistemin kuruluş ve devam gerekçesini, dört parçada kadın ve Kürt düşmanlığının tarihsel-ideolojik zeminini ve yine bütün bunlara karşı Kürt kadınların deneyimlerini, itirazlarını, direnişlerinin bilimle olan ilişkisini ve bu deneyim ve direnişin yarattığı yaşamsal ve bilimsel değerleri incelemek, yeniden açığa çıkarmak ve buradan mücadele birliğini geliştirerek kadın devrimine ivme kazandırmak meselesi; tam da iddia ettiği gibi ve hatta icra ettiği gibi, bu devrimin bilimi olarak jineolojî açısından da önemli bir mesele.
Kurdistan’da kadın serisinin ilk dosya konusu da “Rojhilat” oldu: “Jîna’nın saçları Molla rejimi için ne anlam ifade ediyordu?” sorusunu sorduğumuz, sormaktan vazgeçmediğimiz, vazgeçmememiz gerektiği şu zamanlarda. “Kadının saçını, fikrini, bedenini hapseden bu rejimin varoluş gerekçesi neydi? Kuruluşunu nereden alıyordu?” Evet bütün bu sorular tarihsel anlamda. Bu sebeple de jineolojî penceresinden bu soruların peşine düşme iddiası, tarihsel-toplumsal yorum yöntemini kaçınılmaz kılıyor. Çünkü evet, Rojhilatê Kurdistanê’den başlayan Jin Jiyan Azadî isyanı, neredeyse bir yıldır devam ediyor. Bu isyan, Kurdistan’ın diğer parçaları ve İran başta olmak üzere bütün dünyada büyük bir etki yarattı. Bu etki, Jin Jiyan Azadî isyanının taşıdığı hakikatten bağımsız değil. Bu hakikat, özgür bir yaşamın şifresini işaret ediyor. Aynı zamanda, kadınların bedenini, saçını ve iradesini hapseden -daha tarihsel bir ifade ile tecrit eden- molla rejiminin de kuruluş zeminini işaret ediyor. Bu anlamda; belki de tecride, hapsedilmeye, kapatılmaya karşı en köklü çıkıştı kadınların özgürlük isyanı. Zaten ‘Jin Jiyan Azadî’ isyanı sürecinde gözaltına alınan veya tutuklanan kadınlara “pişmanlık yasasını” dayatan rejimin arzu ettiği şey; yine kadınların çatlattığı o temeli, kadınların sesini kısarak ve rızalarını üreterek tamir etmek istemesi değil midir?
2022 yılında başlayan ve bir yıldır devam eden bu isyanı tarihsel yorum yöntemi ile okuduğumuzda ise bu özgürlük isyanının köklerini Rojhilatlı kadınların hakikatlerinde görebiliyoruz. Çünkü Rojhilat’ta neolitik kültürün çok canlı etkilerini, ana-kadın kültürünün çok diri örneklerini, Kürt kültür-sanat ve müziğinin çeşitliliğini ve direnişini görebiliyoruz. Yüzyıllardır devam eden sömürgecilik ve asimilasyon politikalarına karşı, modernizme karşı, genç Kürt kadın kimliğine yönelen özel savaş politikalarına karşı, yoksullaştırarak sisteme bağımlı kılma politikalarına karşı Rojhilatlı kadınların ve Rojhilatlı Kürtlerin direnişlerini, kendi kimliklerinde ısrarını görebiliyoruz. Bununla birlikte; evlerden sokaklara kadar, kamusal alanlardan hapishanelere kadar kadınlar üzerinde, kadın bedeni ve iradesi üzerinde neredeyse eşi görülmemiş derecede baskılar var. Kürde ve kadına düşman dinci, gerici, milliyetçi, despot rejimin baskıları… Jin Jiyan Azadî devrim süreci ile birlikte işkenceler, tecavüzler, idamlar hız kesmeden devam ediyor. Bütün bu saldırıları sürdüren ve meşrulaştıran da rejimin bilgi yapılanmasıdır. Yani hapsettiği şeye hapsedilmeyi hak gören ve bu hakkı inşa eden bir sistemin bilgi yapılanması. Bu yapılanmayı ters yüz eden, bu sistemi yapı bozuma uğratan Rojhilatlı kadınların başlattığı bu isyan ise yeni özgür yaşamın ancak kadınla mümkün olabileceğini bir kez daha gösterdi bize. Bize gösterilen bu şeyi zamana ve bu zamanın yarattığı suni gündemlere meydan okurcasına diri tutmak, özgürlük isyanı karşısında toplumsal bir ödev olsa gerek.
Son olarak; evet Lozan’ın yüzüncü yılındayız. Parçalanmışlığın, bölünmüşlüğün yüzüncü yılı. Küresel sömürgeci güçlerin Kürt toplumsal varlığının tam ortasına koyduğu sınırlar var. Bu sınırların zihnimizdeki yansımaları da bir o kadar derin ve köklü. Tam bu noktada, zihnimizdeki bu yansımalarla mücadele etmek ve buradan hareketle de yeni bir zihniyet inşası iddiasında olan Jineolojî’nin Kürdistan’da kadın temalı serisini ve özelikle de Lozan’dan çok daha önce 1600’lü yıllardan itibaren parçalanan Rojhilat’ı konu edinen “Rojhilat” sayısını, yine Rojhilat’lı kadınların dilinden, hakikatinden ve deneyimlerinden okumanın ve bir bağ kurmanın; bu yüzyıllık sınırları aşacağına ve toplumsal-tarihsel hafızamıza büyük bir katkı yapacağına inanıyorum.