Av. Rengin Ergül, ‘Ağırlaştırılmış müebbet’ ve Öcalan’a yönelik hukuksuzluk üzerine yazdı: Türkiye’nin yakın tarihinde idam tartışmaları yapılırken Mehmet Ali Şahin milletvekili sıfatıyla “Eğer bir kişiyi idam ederseniz bir defa ölür. Eğer ona ciddi bir ceza verirseniz her gün öldürürsünüz” açıklamasıyla niyeti ortaya koymuştu
Av. Rengin Ergül
“Henüz mevcut olmayan, henüz bilincinde de olunmayan ama pekâlâ reel olarak mümkünü düşlemek ve o düşün peşinde harekete geçmek bizzat maddi bir kuvvettir” (1) der Tanıl Bora, Ernst Bloch’un Almanca aslından Türkçe’ye çevirdiği Umut İlkesi kitabının önsözünde… Elbette burada Ernst Bloch’un ‘umut’ kavramından henüz var olmayan mümkün olarak bahsetmek gerekir.
Bugün reel olarak mümkün olan “umut hakkı” ve somut olarak Sn. Abdullah Öcalan’ın fiziki özgürlüğü üzerine konuşmak istiyoruz artık. Elbette bir hukukçu olarak, bu mümkünün yasal çerçevesini sarihleştirmeye çalışacağım sadece, ancak bugünün yasal çerçevesine ve imkânlarına gelmeden önce yalıtılmış ve öylece bir meta olarak önümüze sunulan geçmişi, yani Sn. Öcalan’a verilen “ölünceye kadar hapis cezası”nı açmam gerekecek.
İdam kaldırıldı mı gerçekten?
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan 2002 yılına kadar ülkede infazı gerçekleştirilmeyen idam cezaları da dâhil olmak üzere, koşullu salıverilmenin (yani tahliye imkânının) öngörülmediği herhangi bir cezai yaptırım yasada ya da uygulamada söz konusu değildi. 2002’de yürürlüğe giren Kanun değişikliği ile bu tarihe kadar idam cezası almış olan kişilerin cezaları ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrildi ve ilk defa yasada tahliye umudu olmayan hapis cezası tanımlandı. Yasa kapsamında “idam cezaları müebbet ağır hapis cezasına dönüştürülen terör suçluları hakkında (…) şartla salıverilmeye ilişkin hükümleri uygulanmaz. Bunlar hakkında müebbet ağır hapis cezası ölünceye kadar devam eder” (2) düzenlemesine yer verildi.
2004 yılında ise Türkiye’de idam cezası tamamen kaldırıldı ve ülkedeki en ağır ceza müebbet ağır hapis cezası oldu. Bu ceza yasa koyucu tarafından siyasi suçlar bakımından ağırlaştırılmış müebbet cezası almış kişilerin ölünceye kadar hapishanede kalması anlamına gelmekteydi. Peki, Türkiye’de idam cezası hangi koşullarda kalktı? Bu sorunun cevabı ağırlaştırılmış müebbet cezasının siyasi suçlar bakımından neden ölünceye kadar hapishanede kalmak anlamına geldiğini de ortaya koyabilecek bir cevap. Ölüm cezasının yasal olarak kaldırılması 1999 yılında Sn. Abdullah Öcalan’ın Türkiye‘de yargılanmasının ardından gerçekleşti. Ancak ölüm cezası Sn. Öcalan’ın yargılanmasından önce aslında fiilen uygulanmıyordu. Türkiye’de 1973-1980 tarihleri arasında ve 1984 sonrasında idam cezası uygulanmamıştı, en son 25 Ekim 1984’te 12 Eylül cuntası tarafından yargılanan Hıdır Aslan idam edilmişti.
Tartışmalar sürerken
İdamın cezasının tartışıldığı günlere yeniden döndüğümüzde; 10 Mart 2001’de AB üyeliği için ülkelerin yerine getirmesi gereken kıstasları belirleyen Kopenhag Kriterleri’nin nasıl uygulanacağına ilişkin düzenlenen Ulusal Program kabul edildi. Program kapsamında 2001 yılının Ekim ayında savaş ve yakın savaş tehdidi ile terör suçları dışında idam cezası kaldırılacağı düzenlendi. Yine Türkiye bu programda yaşam hakkına özüne dokunulmayacağı yönünde taahhütte bulundu. 2003 yılında ise idam cezasını savaş ve yakın savaş tehdidi dışında yaşama hakkı ihlali sayan AİHS 6 No’lu Ek Protokol’ü imzalayarak aynı yıl içinde yürürlüğe soktu. 2004 yılında ise “Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun” (3) ile idam cezası yasaklandı ve idama ilişkin tüm hükümler ağırlaştırılmış müebbet cezası ile ikame edildi. Son olarak İdam cezasını tamamen yasaklayan AİHS 13 No’lu Ek Protokol ise 2006 yılında onaylandı. Tüm bu süreçler devam ederken idam cezası verilen Sn. Öcalan’ın avukatlarının başvurusu üzerine AİHM Öcalan/Türkiye kararında, henüz idam cezası resmi olarak kaldırılmamış ama Türkiye’de moratoryum ilan edilmişken dahi bunun Öcalan nezdinde bir güvence oluşturmadığı gerekçesiyle Türkiye’yi mahkum etmişti.
Özgürlüğün önünü kesmek
Hem AİHM’in Öcalan/Türkiye kararının hem de Abdullah Öcalan’ın Türkiye’de tutuklu bulunmasının yasal süreçler üzerindeki etkisini irdelemek gerekir. 2002 yılında TBMM’de idam cezasının kaldırılmasına ilişkin tartışmalar yürürken dönemin Başbakan yardımcısı Mehmet Ali Şahin “terörist başı (Abdullah Öcalan’ı kastederek) başta olmak üzere, idama hüküm giymiş tüm teröristlerin, 17’nci maddeye göre -şu anda üç buçuk yıldır cezaevindedir- otuz üç buçuk yıl sonra çıkma ihtimali var; bütün bunların önünü keselim diyoruz. Bunların önünün kesilmesinin yolu, idam cezalarının ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çevrilmesi, bunlar için şartla salıvermeden, ertelemeden ve aftan yararlanamayacağı şeklinde bir düzenleme yapılmasıdır” (4) demiştir. Başbakan yardımcısının sözleri siyasi yasa koyucunun Abdullah Öcalan ve siyasal gerekçelerle yargılanan diğer kişilere daha ağır ceza verme kastı taşıdığını ortaya koymaktadır. Yine Türkiye’nin yakın tarihinde idam tartışmaları yapılırken Mehmet Ali Şahin bu kez milletvekili sıfatıyla “Eğer bir kişiyi idam ederseniz bir defa ölür. Eğer ona ciddi bir ceza verirseniz her gün öldürürsünüz” (5) açıklamasını yaparak siyasal iktidarın ‘uygulanmayan’ idam cezasına karşı siyasi gerekçelerle yargılananlar açısından tahliye umudu olmayan ağırlaştırılmış müebbet cezasını daha ağır bir ceza olarak gördüğünün ispatı niteliğinde bir beyanda bulunmuştur.
Hukukun parçalanması
Peki, siyasi yasa koyucu tarafından herhangi bir zamanda değiştirilebilen kuralların meşruluğunu temellendiren nedir? Şüphesiz burada parçalanmış doğal hukukun yerine artık ikame edileni Konstantinos Kavafis çürüyen sisteme atfen yazdığı “Barbarları Beklerken” şiiriyle şöyle cevap veriyor:
“Ne kanunu geçirsin bundan sonra yasa koyucular (senatörler)?
Geldikleri gibi barbarlar, kendi kanunlarını koyarlar…” (6)
Kapıda bekleyen “düşman”a karşı “dost”lar yine bir arada bu yasaları meclisten geçirdi.
Sonra ne oldu? Sn. Öcalan’ın idam cezası, yargılaması yeniden yapılmadan dosya üzerinden ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına yani “ölünceye kadar hapis cezasına” çevrildi. Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası üzerinden yeniden dosya AİHM’e taşındı ve AİHM Öcalan-2 Türkiye kararıyla Türkiye’yi 2014 yılında yeniden mahkûm etti. “Ölünceye kadar hapis cezası”nın işkence yasağının ve dolayısıyla “umut hakkı”nın ihlali olduğuna hükmetti. Pozitif hukukun sınırları içerisinde “umut hakkı”nın belirleyen 4 ilke ortaya koydu ve Türk Hukuku’nda bunların karşılık bulamadığını belirtti. Bu 4 ilkenin meali, tahliye imkânının de jure(yasal) ve de facto (fiili) olarak mümkün olması, mahpusun hapis cezasının gözden geçirilme süreçlerinde usuli güvencelerinin olması ve mahpusun tutulma koşullarının resosyalizasyonuna uygun olması gerektiği… En kısaltılmış haliyle mahpusun bir gün tahliye edilebilme imkânı olduğu bilgisine sahip olması ve tecrit altında tutulmamasıdır. Ancak Öcalan-2 kararı ve bugünkü İmralı koşulları ile Sn. Öcalan için bunun aksinin işletildiği ortadadır.
AİHM kararları dışında, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi Tavsiye Kararları, CPT’nin Genel Raporları, Birleşmiş Milletler Mahpusların Islahı İçin Asgari Standart Kuralları, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme, Uluslararası Ceza Mahkemesi Roma Statüsü dahil birçok uluslararası sözleşme ve metinde mahpusların tahliye umudunun olması gerektiği düzenlenmiş ve en yüksek hapis cezası olarak 25 yıl dünyada teamül olarak kabul edilmiştir.
Türkiye geçiştiriyor
AİHM ihlal kararı ve diğer uluslararası metinler karşısında Türkiye ne adım attı? Türkiye AİHM’in verdiği kararların bireysel ve yapısal ölçüde yerine getirilip getirilmediğini, yaptığı periyodik izlemeler ile denetleyen Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’ne 2015 yılında Öcalan-2 Türkiye kararını çevirip tüm yargı makamlarına yolladığını ve kararı icra ettiğini iddia eden bir eylem planı sundu. 2015’ten bu yana kararın icrasını denetleyen Bakanlar Komitesi ise Öcalan-2 ve onu takip eden (Gurban, Kaytan ve Boltan kararlarını) “umut hakkı” dosyalarını popüler tabiriyle sessize aldı. Bu sırada Macaristan ve Litvanya’ya ağırlaştırılmış müebbete dair yasa değişikliği yapmaları için düzenli izleme ve bildirimde bulundu ve bu ülkelere adım attırdı. Sn. Öcalan’ın avukatlarının başvurularına rağmen 7 yılda hiçbir gelişmenin sağlanamadığı dosyaya 2021 yılında 4 sivil toplum kurumu (ÖHD, İHD, TİHV, TOHAV) olarak Türkiye’nin kararı uygulamadığına, yasasında değişiklik yapmak için hiçbir adım atmadığına, Öcalan-2 ihlal kararından sonra, yani 2014’ten beri kaç müebbet ağır hapis cezası verildiğine dair bilgileri sivil toplumla paylaşmadığına, Terörle Mücadele Kanunu denen ucube yasa ile infazda eşitlik ilkesini uygulamadığına ve nihayetinde İmralı’da ağır tecrit koşullarının sürdürüldüğüne dair bildirimde bulunduk. Bu arada Türk hükümeti manipülatif bir cevap ve eylem planı sundu ancak Bakanlar Komitesi 30 Kasım-2 Aralık tarihlerinde yaptığı 1419. Toplantıda “umut hakkı” dosyalarını gündeme aldı ve daha fazla gecikme olmaksızın mevcut mevzuatın kararlarla uyumlu hale getirilmesine ilişkin Türkiye’ye acil çağrıda bulundu. Komite, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan mahpusların sayısına ilişkin bilgi talep ederek genel tedbirlere dair benimsenen gelişmeler hakkında en geç Eylül 2022’de Komite’ye Türkiye’nin eylem planı sunmasına karar verdi.
Sn. Öcalan’ın özgürlüğünü savunmalıyız
Peki, henüz önümüzde uzanan, sonuca bağlanmamış oluşumun sahası olan gelecekte (7) ne olacak? Türkiye Sn. Öcalan’ın 25 yılının dolacağı tarihe kadar yasa ve uygulamalarında bir değişikliğe gidecek mi ve de en önemlisi biz ne yapacağız? Müebbet ağır cezası için hukukun sıfır noktası denilen sürecin Sn. Öcalan’ın tutuklanmasıyla başladığını görerek, siyasi yasa koyucunun Schmitt’çi bir düşünce ile bütün sınıflandırma ölçütlerini yoktan var edebilme ve her şeyi sıfırdan belirleyebilme (8) egemen iradesini kendine biçtiğini ve siyasi yasa koyucunun dünyevileştirilmiş teolojik kurumlarının da (9) bugün artık hepimizin karşısında dikildiğini kabul etmek gerekiyor. En açık örneği olarak ise bugün AİHM ve Bakanlar Komitesi kararlarına karşı halen tutsak edilen Kavala ve en sade, en yalın vatandaşın hayatını dahi etkileyecek kararların bir gecede Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile verilmesi ya da değiştirilmesi…. Mutlak iradenin sahibi olarak görünen siyasi yasa koyucu önceden belirlenmiş (Avrupa Konseyine üye olma, AİHS’e taraf olma gibi) tüm sınırların, belirleyiciliklerin dışına çıkarak Scmitt’çi bir zemine sahip olabilir ancak bu koşullarda meşru zeminini artık kaybetmiştir. Ne halk iradesine dayanan bir pozitivizm ne de değerlere bağlı bir doğal hukuk kalmamıştır.
Şüphesiz bu çürümüş düzene karşı Kavafis gibi karşı koyacak bir şiir yazamıyor olabiliriz, ancak onun da “artık bundan gayrı barbarlar yok!” (10) çağrısı gibi bugün biz hukukçular olarak yüksek sesle ifade etmeliyiz ki; belirleyici tüm sınırların dışına çıkan siyasi yasa koyucunun karşısında meşru olan Sn. Öcalan’ın umut hakkıdır; özgürlüğüdür. Bugün bunu savunmak ekmek kadar, su kadar meşrudur. Son olarak Bloch, umut için asıl itkinin arzu olduğunu söyler, Kürt halkı 2022 Newrozu’nda bu arzusunu ortaya koydu. Şimdi sözü başladığım yere bağlamak isterim, “düşün peşinde harekete geçmek bizzat maddi bir kuvvettir” ve bu kuvvetle Kürt halkının mümkünü, elbette Sn. Öcalan’ın özgürlüğü olabilir.
****************
(1) Ernst Bloch, Umut İlkesi, İletişim Yayınları, çev. Tanıl Bora, 2012
(2) 4771 No’lu Çeşitli Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun, Kabul Tarihi: 03.08.2012, Madde 1 <http://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2002/08/20020809.htm>
(3) Ölüm Cezasının Kaldırılması ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun, Kabul Tarihi: 14.07.2004 https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2004/07/20040721.htm#1 <https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2004/07/20040721.htm>
(4) TBMM Tutanak Dergisi, Cilt 102, 125. Birleşim, 02.08.2002, <https://www.tbmm.gov.tr/tutanak/donem21/yil4/bas/b125m.htm>
(5) Ak Partili Mehmet Ali Şahin: Eğer bir kişiyi idam ederseniz, 11 Ağustos 2016, <http://www.internethaber.com/ak-partili-mehmet-ali-sahin-eger-bir-kisiyi-idam-ederseniz1706127h.htm>
(6) <https://www.agos.com.tr/tr/yazi/4054/barbarlari-beklerken-baris>
(7) Ernst Bloch, Umut İlkesi, İletişim Yayınları, çev. Tanıl Bora, 2012
(8) Cansu Muratoğlu, ‘Özgürlük ve Egemenliğe Dair Olağan Yanılsamalar’, Düşmanı Yargılamak, Zoe Kitap, 2020
(9) Carl Scmitt, Siyasi İlahiyat, Dost Yayınları, çev. A. Emre Zeybekoğlu, 2016
(10) <https://www.agos.com.tr/tr/yazi/4054/barbarlari-beklerken-baris>