Bu adaletsiz zorba sistemin tek panzehri çağımızın hakikat arayışçılarıdır. Hakikati zindanlar ve ölümler pahasına dile getiren arayışçılar toplumun yegâne umudu olarak en zor koşullarda, en kıt imkânlar ile mücadelelerini sürdürüyorlar ve çoğalıyorlar
Rubar Amedi
Kürtler yaşadıkları coğrafyada tarih boyunca hep adalet arayışları içinde olmuşlardır. Kürdistan’da işgalcilerinin adları değişse de işgal yöntemleri asla değişmemiştir, kan ve gözyaşı adeta bir kadermiş gibi Kürtlerin yakasına yapışmış zulümden bir etiket gibi olmuştur. Kürtler bu acıya rağmen yaşama umutla yaklaşan ender halklardan biridir. Bu kadar baskı ve zor yöntemlerine rağmen asla yaşama inancını ve umutlarını yitirmemişlerdir. Onları ayakta tutan çektikleri acılara karşı direniş umududur
Adil olmak, adaletli olmak öncelikli olarak vicdanlı olmaktır, acıyı hissetmektir. Merkezinde insan olmayan hiçbir hukuk hiçbir ideoloji asla adil değildir ve adaletli olmayacaktır. Onun içindir ki dünyaya ve özelliklede Kürdistan’a egemen olan hukukun üstünlüğü değildir, üstünlerin hukukudur, güçlünün güçsüze karşı uyguladığı zorbalığın hukukudur. Bu zorba hukukun beslendiği kaynak Kürdün dilinin, tarihinin ve Kürdün kendisinin inkârıdır. Bu öyle bir inkâr ki dinden uydurma hadislerle bile beslenilmek istenmektedir.
Bu inkâr öyle bir inkâr ki akla, mantığa ve vicdana sığmayan söylemler ile topluma dayatılmak istenmiştir.
Bu inkâr öyle bir inkâr ki Kürdün tanımlanmasını dağda yürürken ayaklarından çıkan kart kurt sesinden Kürt isminin olduğunu okul müfredatlarına işleyen bir zihniyettir.
Bu inkâr öyle bir inkâr ki Kürdüm diyenin ağzına tükürürüm söylemini yaratan bir zihniyettir.
Bu inkâr öyle bir inkar ki Kürdü celladına aşık ettirmeye çalışan bir zihniyettir.
Bu inkâr öyle bir inkâr ki Diyanet’in çıkardığı kitaplarda Kürdün tanımlamasını şeytan ile cinlerin birleşmesinden ortaya çıkan mahlûktur diyen bir zihniyettir.
Günümüzde Kürtler bu inkârları ağır bedeller ödeyerek ve direnerek beş para etmez bir duruma getirmişse bile yine de adalet yerini bulmamıştır ve arayışları sürmektedir.
Özelikle Kürdistan’da işlenen on binlerce faili meçhul (faili belli) cinayetlerin soruşturmaları kesin delil ve tanıkların olmasına rağmen yargı tarafından bilinçli olarak zamanaşımına uğratılıp katillerin aklanması ve ödüllendirilmesi bir devlet politikası haline geldi. Çünkü Kürdün varlığı devlet için bir tehdittir. Bu tehdidin ortadan kaldırılması için girişilen hiçbir eylem suç sayılmadığı için cezalandırma da olmayacaktır yaklaşımı esastır.
Ha keza belleklerimizde ve vicdanlarımızda derin travmalar yaşatan Muş’un Vartinis (Altınova) beldesinde 3 Ekim 1993 tarihinde aynı aileden 7’si çocuk 9 kişinin evleri ateşe verilerek katledilmesinin yıllardır devam edem davası bilinçli olarak zamanaşımına uğratılarak dosya kapattırıldı. Katletme emrini veren dönemin Hasköy (Têlî) İlçe Jandarma Alay Komutanı Bülent Karaoğlu’nun bu davada tutuklama kararı olmasına rağmen bulunamaması ve düzenli emekli maaşını alması durumu Kürtlere karşı sömürgeci hukukun nasıl işletildiğinin en basit örneğidir.
Herkesin tanıdığı Berfo Ana 12 Eylül 1980 darbesinde gözaltında kaybedilen oğlu Cemil Kırbayır’ın cenazesini almak ve akıbetini öğrenmek için yıllarca direndi, adalet aradı. Cumartesi Anneleri’nden biriydi. Katledilen oğlunun en azından cenazesini almak için ona bir mezar taşı yaptırabilmek için ömrünün son nefesine kadar direndi ve adalet aradı. Gücü yetmedi, kırık bir kalp ve buruk bir yürekle oğlunun mezar taşını görmeden aramızdan ayrıldı.
57 yaşındaki Taybet İnan (Taybet Ana) da Silopi’de özyönetim direnişleri sürecinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarında yasağın beşinci gününde evinin önünde özel timlerden oluşan keskin nişancıların hedefi sonucu vücuduna isabet eden 10 kurşunla katledildi. Taybet Ana’nın cenazesi, 7 gün boyunca sokak ortasında bekletildi. Köpekler cesedi yemesin diye çocukları uzaktan nöbet tutuyorlardı. Cenazeyi almak isteyen herkese kurşun yağdırıldı ve ancak bir hafta sonra cenaze alınabildi. Bu bir vahşettir, insanlık suçudur. Kürde ölümden başka hiçbir hak tanımayan sistemin en zalimane uygulama biçimidir.
İki oğlunu ve eşini kaybeden Emine Şenyaşar annenin durumu çok daha yakın tarihte Kürt halkının belleklerinde halen diri kalmaktadır. 14 Haziran 2018’de Suruç’ta AKP’nin işbirlikçi milletvekili İbrahim Halil Yıldız ve akrabaları alenen devlete güvenerek en vahşi bir şekilde bu ailemizi katletmişlerdir ve katiller halen devlet koruması altındadır. Saldırıda oğlu Fadıl Şenyaşar ise kardeşlerini korumak için meşru müdafaa hakkını kullandığı için 37 yıl ceza almıştır.
Yedi yıldır Emine anne ve oğlu Ferit tüm engellemelere rağmen yaz-kış, gece-gündüz demeden adalet nöbetinde adalet arayışı içinde olmuşlardır. Bu zulümden de öte bir durumdur. Güçlünün ve zorbanın hukukunun Kürt halkına karşı nasıl uygulandığının en somut örneği olmaktadır.
Yukarıda verdiğimiz örnekleri daha da çoğaltabiliriz, sonuç hiç değişmeyecektir. Egemen sömürgeci yargı sisteminde asla Kürde adalet yoktur ve olmayacaktır.
Ebetteki adalet yoktur diye adaletsizliğe sessiz kalınmayacak, adalet sağlanıncaya kadar arayış ve mücadele hep olacaktır. Bu zorba sistemler mücadele ile ancak geriletilebilinir. Nice diktatörler ve zorba sistemler mücadeleler ve arayışlar sonucu yıkıldı. Asla ebediyen kalmayacaklardır. Adalet arayışları ve savaşçıları çoğaldıkça onlar nefes alamaz ve yürütemez konuma gelecektir.
Bunun için toplumsal duyarlılık yaratmak, örgütlenmek en başta gelen temel önemli olgular olmaktadır. Biz çoğaldıkça onlar tükenecektir, biz geliştikçe onlar gerileyecektir.
Kürt halkının inançlı ve kararlı mücadelesi varlığını inkar aşamasından artık çıkartmıştır fakat bu zorba sistem kendini öyle bir kodlamış ki bu kodları yıkmak hiç de kolay olmayacaktır. Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze kadar gelen bir inkârdan, asimilasyondan ve soykırımdan bahsediyoruz. Elbette kolay olamayacaktır. Varlığını Kürdün yokluğu üzerine kuran bu sistem artık yıpranmıştır. Hakikat gerçeği karşısında yalanlar ve aldatmalar ile ayakta kalmaya çalışmaktadır.
Bu adaletsiz zorba sistemin tek panzehri çağımızın hakikat arayışçılarıdır. Hakikati zindanlar ve ölümler pahasına dile getiren arayışçılar toplumun yegâne umudu olarak en zor koşullarda, en kıt imkânlar ile mücadelelerini sürdürüyorlar ve çoğalıyorlar. Toplumun tüm ezilen kesimine umut olmaya devam ediyorlar. Egemen sömürgeci güçler ne kadar bunu zindanlar ve ölümler ile engellemeye çalışsa da asla gerçekliğin ve hakikatin önüne geçemeyeceklerdir.
Şairin dediği gibi
Ve cellat uyandı yatağında bir gece
“Tanrım” dedi “Bu ne zor bilmece:
Öldürdükçe çoğalıyor adamlar
Ben tükenmekteyim öldürdükçe…”