5 Mart’ta Erdoğan-Putin görüşmesi yapıldı. Önceden planlanan normal bir görüşme olmadığından; öncesi ve sonrasında yoğun tartışma ve değerlendirmelere konu oldu.
Görüşmenin magazin boyutu da yer işgal etti. Türk heyetini iki dakika kapıda bekletme, Katerina heykeli önünde ayakta tutma gibi. Magazinin de diplomaside sembolik değeri vardır. Ancak konumuzun dışında tutuyorum.
Asıl olan görüşmenin içeriği, yaratacağı siyasal sonuçlar üzerinde yoğunlaşma ve uygun pozisyonları açığa çıkarma açısından daha anlamlıdır.
Görüşmenin çok yönlü sonuçları vardır. Konuya ilişkin değerlendirmeler de yapılıyor. En çok üzerinde durulan Türk iktidarın Suriye’de sıkışıklık halidir. Moskova’ya gitmeden Şam’a yürümekten, Şubat ayı sonuna kadar rejim güçlerinin Soçi mutabakatının sınırlarına geri çekilmez ise gereği neyse yapılacağından söz ediliyordu. Hele hükümet ortağı Bahçeli çok daha üst perdeden dem vuruyordu. Ancak sonuç, içinde ateşkesin dahi olup olmadığı anlaşılmayan üç maddelik kısa bir metindi.
Stratejik yollar diye nitelendirilen M5 ve M4 karayolları rejimin kullanımına açıldı. Sadece M4 karayolu kuzey ve güneye doğru 6 kilometre derinlikte Türk ve Rus askeri devriyeleri görev yapacak. Sonuç olarak Şam seferi suya düşmüş, rejim 5 Mart öncesi elde ettiği yerleri koruyor ve üstelik M4 karayolunu da kullanır duruma geliyor. Türk heyeti umduğunu bulamamış, geçici de olsa rejim ordusuyla çatışmasızlık durumuyla yetinmiştir. Rusya önemli bir sonuç elde etti, çok kayıp vermesine karşın Türk iktidarını adım adım Suriye sahasını terk etme dönemine hazırlandığı gerçeği perdelenemez oldu.
Hal böylede olsa da Erdoğan başkanlığındaki Türk heyeti epey rahatlamış olarak döndü. Zafer kazanmış bir iklim yansıtılmaya çalışıldığı gözden kaçmadı. Yandaş medya başarıyı yansıtmak için hayli çaba göstermeye gayret etti. Ancak başarı gösterilecek fazla bir şey de ortada olmadığından, inandırıcılığı daha fazla sorgulanır oldu. Yine de Moskova’dan rahatlamış dönme halini nasıl değerlendirmek gerekir?
5 Mart öncesi Moskova’dan gelen açıklamalar Erdoğan iktidarının tedirgin olmasını sağlamaya fazlasıyla yeterli olmaktaydı. Putin’le bir görüşme alabilmek için yoğun bir mesai yapıldı. Zar zor Moskova’da bir randevu kurtarıldı.
Randevu alınmış olunsa da sonuçlanma şekline ilişkin ciddi endişeler taşınıyordu. Putin, Suriye’yi hemen terk etme vaktinin geldiğini dayatabilir ve bu konuda ısrarcı olabilirdi. Buna karşın yapılacak fazlada bir şey kalmıyordu. Her ne kadar ABD’den Türkiye’ye arka çıkan açıklamalar, destek çıkışları ve heyetlerini peş peşe Ankara’ya gönderse de güven verici olamıyordu. O yüzden Moskova sonucu tatminkârlıktan uzak olsa da şimdilik Erdoğan iktidarı için yeterliydi. Çünkü İdlib’den çıkış demek Efrin, Cerablus, Bab hattından ve Fırat’ın doğusundan da çıkışın başlangıcı olacaktı. Özcesi başta Suriye olmak üzere Yeni Osmanlıcılığın tüm iddiaların sonu anlamını taşır.
Ayrıca Suriye’nin terki içteki iktidarlarının sonunun başlangıcı olma gibi yeni bir durum ortaya çıkacaktı. Nitekim iktidar koalisyonunun dağılma çatırdamaları başlamış durumdadır. İlker Başbuğ’un açıklamaları, Oda TV’nin karartılması ve gazetecilerin tutuklanması dağılmanın ilk sendromlarıdır. Memlekette Kürt’e vurma normal! Gazetemizin genel yayın yönetmeni Ferhat Çelik ve yazı işleri müdürümüz Aydın Keser arkadaşlarımız da gülünç iddialarla tutuklandı. Bu korku, iklimi daha da koyulaştırarak iktidar güvencesi sağlamak istemidir.
Suriye terki aynı zamanda Kürtlerin statü kazanımının önünü geçememektir. Onun korkusudur. Korkunun ecele faydası yoktur. Hakikat er ya da geç hayat bulacaktır. Yüz yıldır baskılanan, özgürlüğünden mahrum bırakılan Kürtler özgür olacaktır. Tarih aynı zamanda hakikat arayıcılığıdır; Kürt’te hakikatini arıyor ve bulacaktır.
Şimdilik Suriye’de çıkışı öteledim, güçlerimi orada tuttum, Rojava’ya ilişkin kimi sözler de aldım, yeni fırsatlar doğabilir ve onları değerlendirir, olası bir yıkımın önüne geçilebilirim düşüncesi yaratmıştır. Moskova dönüşü Türk heyetindeki memnuiyet kaynağı bu olmaktadır.
Tek adamlık dönemi sona doğru ilerliyor. Suriye bağlamında yaşanan kırılma içteki iktidar kırılmasının ipuçlarını veriyor. Ancak kendiliğinden terk edeceği, Türkiye’nin demokratikleşeceği beklentisi hayalden öte anlamı yoktur. Siyaset boşluk tanımaz denir. Doğacak boşluğu yine iktidarcılar doldurabilir. Özgür bir ülkede yaşamanın şartı, demokratik güçlerin hazırlığına bağlıdır. Despotik iktidara karşı ciddi bir direniş gösterildi. Ancak onun yeterli olacağı söylenemez. Yerele dayalı demokrasi ve özgürlüğü örme en temel görevdir. Ne kadar güçsen yönetime de o kadar ortaksın. Toplumsa örgütlülük düzeyi yeni Türkiye’yi şekillendirecektir. Bu bağlamda HDK-HDP’ye büyük görevler düşüyor.