Reber Aziz*
Küresel bir felaket olarak nitelendirilen ve kısa sürede dünyayı saran bir salgın ile karşı karşıyayız. Covid-19 virüsünün ortaya çıkışı ile ilgili ortaya atılan bir çok komplo teorisine karşın virüsün hem ortaya çıkışı hem de hızlı bir şekilde tüm dünyayı etkisi altına almasını kapitalizmin doğaya karşı talancı saldırısı ile açıklamak daha doğru olacaktır.
Tüm dünya pandemi ilan edilen salgın ile mücadeleyi tartışırken ülkemizde yürütülen salgın ile mücadele beraberinde bölgesel ayrımcılığı da getirmektedir. Yüz yıldır Kürdistan’da yürütülen savaş, soykırım, insansızlaştırma, kültürsüzleştirme saldırıları devam ettirilmektedir. Bunun yanı sıra Kürdistan illerinde yeterli testlerin yapılmaması, yoksullaşan halka yönelik tedbirlerin alınmaması, geçimini tarım ve hayvancılıkla sağlayan halka kolaylıklar sağlamaması, mevsimlik işçilerin durumuna yönelik tedbirlerin alınmaması, infaz yasasında siyasi tutsakların kapsam dışı bırakılması ve belediyelere kayyum atayarak halkın iradesinin gasp edilmesi, salgın sürecinde Kürdistan’a yönelik ayrımcı politikalar yürütüldüğünü göstermektedir.
Türkiye‘de ilk vakanın görülmesi ile birlikte HDP’nin yönettiği belediyeler, toplumcu belediyecilik ilkesi gereği hemen harekete geçip halkın yaşamını kolaylaştıracak bir dizi planlamayı hızlıca hayata geçirdi. Dayanışmayı esas alan bir yaklaşım sergilendi. Toplu taşıma, temizlik, su ihtiyacı, kira, gıda yardımı vb. konularda hayati kararlar alındı. İktidar buna karşılık sekiz HDP’li belediyeye kayyum atayarak, eş başkanları tutuklayarak, salgın ile mücadeledeki toplumsal dayanışmayı yıkmayı amaçladı. Daha önce de bir çok HDP’li belediyeye kayyum atayarak halkın iradesi gasp edilmişti. Kürt halkının devlet dışı dayanışma çabalarına bir kez daha kayyumla cevap verilmesi, siyasi ayrımcı politikaların devamıdır. Yerlerine kayyım atanan belediye eş başkanlarının, kurulan koordinasyonlarda halen aktif çalışma yürütmesi ve toplumsal sorumluluklarını yerine getirme çabası kayyumcu zihniyete cevap olmaktadır. Yine tüm toplumsal kesimlerle halkın kendi kendine yetebileceği dayanışma ağları kurup salgında ortaya çıkabilecek olumsuzluklara karşı mücadele yürütülmesi, Kürtlerin öz örgütlülüğünün sonucudur.
Kırk yıldır aralıksız bir şekilde Kürdistan’a yönelik sınırları aşan operasyonlar yapılmaktadır. Zaman zaman askeri operasyonlara karşı halkın direnişleri, engel olma çabaları vardı. Salgın ile beraber askeri operasyonların devam ettiğini hatta daha da sıklaştığını görmekteyiz. On bin askerle Amed bölgesi, Botan bölgesi ve Güney Kürdistan’daki bazı noktalara askeri operasyonlar düzenlenmektedir. Tüm sınır hattı boyunca neredeyse her yüz metreye bir kalekol yapılmaktadır. Hatta sınırın Güney Kürdistan tarafında kalan bölgelerinde de askeri yığınak yapmaktadır. Güvenlik adı altında güvenlik barajlarının inşaatları devam etmektedir. Dünyada askeri faaliyetlerin nerdeyse durma noktasına gelmesine karşılık Türkiye’nin Kürdistan’ın dört parçasına savaşı yaydığını, Rojava’ya yönelik saldırıları devam ettirdiğini görülüyor. On binlerce askerle Kürdistan’da yürütülen askeri operasyonlar doğayı daha fazla katletmekte ve salgının köylere ve yaylalara taşınmasına neden olmaktadır. Tüm bu askeri faaliyetler salgının facia boyuta ulaşmasına sebep olmaktadır.
Salgın tehlikesine rağmen operasyonları devam ettirmesi hatta salgını da fırsat görecek bir yerden operasyonlarını hızlandırması Kürt düşmanlığının en açık göstergesi olup salgının yayılmasına neden olmaktadır. Nitekim Kürdistan’da çıkan pozitif vakaların içerisinde asker ve polis sayısı bir hayli fazladır. Hem salgının kontrol altına alınması hem de bölge barışının sağlanması için askeri faaliyetlerin durdurulması gerekmektedir.
Doksanlarda köy boşaltmalarından sonra işçileşen Kürt halkı bölgede iş olanakları bulamayınca mevsimlik tarım işçisi olarak geçimlerini sağlamaya çalışmaktadırlar. Her yıl özellikle bahar aylarında binlerce mevsimlik işçi ülkenin değişik kentlerinde çalışmaya gitmektedirler.
Güvencesiz ve düşük ücret gibi çok kötü çalışma koşulları olan mevsimlik işçileri, salgın ile beraber daha da kötü koşullarda çalışmak zorunda bırakılmaktadır. Gittikleri yerlerde barakalarda; kalabalık, hijyenik olmayan yerlerde barınmaktalar. Bu alan salgının en rahat yayılacağı ve ölümlere sebep olacağı bir alandır. Ayrıca mevsimlik işçilerinin ülke içerisindeki hareketlilikleri de salgının ülkenin her yerine taşınması anlamına gelmektedir. Bu kişilerin sezon sonu Kürdistan’a dönüşlerini de düşünürsek Kürdistan’da bir salgın dalgasıyla karşı karşıya olacağını belirtmek gerekir. Tarım ülkesi olan ve ihracatta büyük payı olan tarımın durmaması Türkiye’nin bu süreçte yürüttüğü bir politikadır. Bu derece öneme sahip bir alana yönelik herhangi bir tedbir ve destek açıklanmış değildir. Mevsimlik işçilerin barınma alanlarının iyileştirilmesi, günlük mesai saatlerinin düşürülmesi, ekonomik olarak ücretlerinin yükseltilmesi ve güvenceli bir çalışma sisteminin uygulanması hem salgın ile mücadelede hem de işçi sağlığı ve güvenliği noktasında atılması gereken adımlardır.
Salgında en çok bulaş riski taşıyan toplu yaşam alanlarının başında cezaevleri gelmektedir. Hijyenik ve yeterli dengeli beslenme açısından uygun olmayan cezaevlerinde binlerce hasta, engelli, hamile ve çocuk olması, koğuşlarda kapasitenin üstünde kişinin kalması riski daha da artırmaktadır. İnfaz düzenleme yasasının siyasi (çoğunluğu Kürt olan) tutsakları, gazeteci, aydın, öğrenci ve düşünce tutuklularını kapsamaması eşitlik ilkesine aykırıdır. Darbe ile getirilen 1982 darbe anayasasının kanun önünde eşitlik ilkesini dahi uygulamaya koymayan hükümet darbe anayasasından çok daha anti demokratik bir tavır takınmaktadır. Siyasi tutsakların kapsam dışı bırakılması Kürtlere yönelik ayrımcılığın bir sonucudur. Ayrımcı tutuma yönelik HDP dışında bir muhalefetin örülmemesi, sivil toplum, insan hakları aktivistlerinin, sağlık meslek örgütlerinin ve tutuklu aileleri örgütlerinin parçalı duruşu ve salgının sokağı imkansız kılması on binlerce siyasi tutsağı ölüme terk etmektedir. Siyasi tutsaklar içeride ölmeye terk edilmişken, başta kadın ve çocuklar olmak üzere tüm toplumu tehlikeye sokan mafyatik kişiler sokaklarda tehdit olmaya devam edeceklerdir. Cezaevinden çıkan kişilerin şimdiden suç işlemeye başlaması aslında hükümetin şiddete dayalı bir toplum yaratma çabasını da göstermektedir.
Yine bir devlet politikası olarak yürütülen köy boşaltmaları ile; Kürdistan genelinde köylerin yakılması kentleşmeyi büyütmüş, halk kentlerde işsiz ve yoksul yaşayamaya mahkum edilmiştir. Bölgede halkın en yoğun ekonomik uğraşı olan tarım ve hayvancılık, yılları bulan yayla yasaklarıyla halkın elinden alınmış ve işsizlik ve yoksullukla beraber kötü yaşam koşulları baş göstermeye başlamıştır. Irak, İran gibi sınır kapılarının kapatılması, sınır ticareti yapan binlerce kişinin işsiz kalmasına neden olmuştur. Alternatif bir iş bulamamakla beraber geçinemeyen binlerce aile ortaya çıkmıştır. İşçi, emekçiler enfekte olma riskini göze alarak çalışmak zorundadır. Devletin bu kişilere yönelik sosyal devlet olma misyonunu yerine getirmemesi yeni bir felakete kapı aralamaktadır. Yine özyönetim direnişleri sonrası Kürdistan’da binlerce ev yıkılmıştı. Halkın hijyen açısından uygun barınma alanlarının, yeterli ve dengeli beslenme olanaklarının olmadığını görülmektedir. Halen barınma imkanına erişemeyen birçok aile kalabalık ve dar yerlerde yaşamak zorundadır. Kötü koşullarda barınmak zorunda olan aileler salgın açısından risk altındadır.
Savaşın sürdüğü Rojava’da salgın ile yürütülen mücadele örnek teşkil etmektedir. Saldırılar devam etmesine rağmen Rojava yönetimlerinin toplum ile kurduğu demokratik komünal ilişki sayesinde salgın bir tehdit olmaktan çıkmıştır. Koruyucu sağlık hizmetlerinin ekolojik ve demokratik bir perspektifte yürütülmesi ve toplum ile kurulan komünal ekonomik ilişkiler, salgın ile mücadelede kolaylaştırıcı olmakla beraber toplumsal bir mücadele anlayışı hakim kılınmıştır.
Rojava örneğinde olduğu gibi salgınlarda başarı sağlamak için toplum ile beraber süreci yönetmek önemlidir. Toplumsal mücadele salgının hızını yavaşlatacak önemli bir etkendir. Mücadelenin planlanması ve yürütülmesinde toplum katılımı, yapılacak uyarıların, bilgilendirmenin hayata geçirilmesi açısından önemlidir. Sağlık meslek örgütleri ve sivil toplum kurumları, toplum ile kurulacak mücadele hattı açısından önemli misyonu olan kurumlarımızdır. Fakat tekçi ve gerici yönetim anlayışında ısrar eden hükümet salgın ile mücadeleyi bir iktidar toplama alanı olarak görmeye devam etmektedir. İnsan ve toplum yaşamının tehdit altında olduğu bu süreci siyasi çıkara dönüştürme çabaları, salgın ile mücadelenin toplumsal ayağını ortadan kaldırmaktadır. Yapılan uyarıların ve bilgilendirmelerin tekçi yapısı gereği egemen dilde yapması, toplumun nerdeyse tamamının konuştuğu dil olan başta Kürtçe ve Arapça, Zazaca, Ermenice, Süryanice yapılmaması toplumda bir karşılık bulamamaktadır. Özellikle karantinada olanların refakatçileri aracılığı ile şikayetlerini dile getirememesinden kaynaklı zorlandıklarını görülmektedir. Hasta ve sağlıkçı arasındaki iletişim imkansız hale gelmektedir. Bu süreç, yıllardır anadilde sağlık hizmetlerinin planlanması ve yürütülmesi için verilen mücadelenin önemi açısından önemlidir. Kürtçe bilgilendirmelerin yapılması ve belediyeler aracılığı ile bildiriler hazırlanıp yaygınlaştırılması toplum ile kurulacak iletişim açısından kolaylaştırıcı olacaktır.
Salgının ortaya çıkışı ve yayılmasının kapitalizm-ulus devlet birlikteliği ve doğaya müdahalesi sonucu olduğunu söylemiştik. Yine salgın ile mücadelenin önündeki en büyük engel, salgın sürecinde hükümetin yürütmüş olduğu ayrımcı politikaları ve özünde Kürt düşmanlığıdır. Kürt halkını alternatifsiz bırakmak adına atılan her toplumsal adımı engellenmektedir. Tüm bu ayrımcı politikalara karşın; hem salgın ile mücadelede hem de devletin Kürt düşmanlığına yönelik yürütülen mücadelede bir örgütlenme zemini olgunlaşmıştır. Bu süreci toplumsal dayanışma ve mücadele içerisinde yürütmekten başka hiçbir yol görünmemektedir. Tam da toplumsallaşmaya ihtiyaç duyduğumuz bu süreçte Kürt ulusal birliği ayrı bir önemdedir. Bu yönlü bir adımın atılması tarihi olmakla beraber daha özgür yarınlar için de gereklidir. Dayanışma ve birliktelik ile sağlıklı ve özgür bir toplum yaratılabilir. Kürt özgürlük mücadelesinin dinamik yapısı ve toplumsallığı bu süreci bir devrime dönüştürecek nitelikte olup kendi öz savunması ile bu süreci devrimci bir çıkışa evriltecek potansiyeldedir.
Hem devlet politikaların boşa çıkarılması hem de salgınların önlenmesi ve kontrol altına alınmasının tek yolu toplumsal bir mücadele hattı örmektir. Faşizme rağmen, toplumsal özünü kaybetmeyen; demokrasiyi, ekolojiyi ve özgürlüğü önüne koymuş Kürt halkı, salgın ile mücadelede de başarılı olacaktır. Savaş ile toplumsal soykırımlara karşı dayanışma ve birlikte mücadele mutlaka zaferle sonuçlanacaktır.
*Şırnak Sağlık ve Politika Okulu