11 Ekim 2007’de yaşama gözlerini yuman Kürt edebiyatının büyük ismi Mehmed Uzun’u anıyoruz
Fırat Cewerî
Kürt edebiyatının büyük ismi Mehmed Uzun’un aramızdan ayrılışının üzerinden 13 yıl geçti. Kürt edebiyatına unutulmaz katkılar yapan Uzun’u, Kürt edebiyatçı Fırat Cewerî’nin kendisi ile 1992 yılında yaptığı ve Nûdem dergisinde yayınlanan edebiyat söyleşisi ile anıyoruz. Uzun’un romanları ilk Nûdem dergisinde tefrika ediliyor, sonra kitap halinde basılıyordu. Mahmut Lewendî ve Xelil Duhokî’nin de eşlik ettiği Kürtçe söyleşiyi, kısaltarak ve Türkçe’ye çevirerek yayınlıyoruz. Anısına saygıyla…
- Fırat Cewerî: Mehmed Uzun’un ilk romanı ‘Tu (Sen)’ ismiyle 1984 yılında İsveç’te yayımlandı. Roman yeniyetme, okumuş, entelektüel bir Kürt’ün hayatı üzerinedir. Bu yüzden bu romandan biraz bahsetmemiz iyi olur diye düşünüyorum. Mehmed Uzun acaba bu eseri yazdığında ne tür zorluklarla karşılaştı?
Mehmed Uzun: Benim ilk zorlandığım husus dildi, en çok zorlandığım husus yine dildi. Benim dönemime kadar Kürtçe yazılan şeyler kısa metinlerdi, azdı. O zamana kadar Kürtçe uzun bir eser yazmamıştım. Doğrusu uzun bir eser yazabilir miyim yoksa yazamaz mıyım bilemiyordum. En büyük zorluk buydu. İkinci zorluk da roman alanında hiçbir deneyimim yoktu. Aslında böyle bir gelenek de yoktu.
- Fırat Cewerî: Birinci romandan sonra art arda üç roman daha yazdın. Acaba ilk romanı yazarken bahsettiğin önemli zorluklar diğer romanların için de geçerli mi?
Mehmed Uzun: Zorluklar hep vardır, fakat o ilk romanımdaki zorluklar yavaş yavaş ortadan kalktı. Ama her yeni eserde insan yeni zorluklarla karşılaşıyor. Geriye dönüp de Sen romanıma baktığımda zorlandığım yerleri ve eksikliklerimi iyi görüyorum. Ben hiçbir romanımı yeterli görmüyorum, onların eksikleri çok fazladır. Fakat Sen’de dil yönünden çok eksiklik vardır. Bugün dönüp ona baktığımda görüyorum ki Kürt dilini uzun bir eserde kullanmak için kendimi çok yormuşum.
- Fırat Cewerî: Mahmut, eğer Sen romanını ve ondan sonra çıkan ‘Mirina Kalekî Rind (Yaşlı Rindin Ölümü)’ romanını karşılaştırsan Mehmed Uzun romancılığında ne tür değişiklikler fark edersin?
Mahmut Lewendî: Bana göre roman tekniği bakımından Sen romanı Yaşlı Rindin Ölümü romanından daha iyidir.
- Fırat Cewerî: ‘Roman tekniği’ hakkında neler söylemek istersin?
Mahmut Lewendî: Romanda, roman kahramanı çok öne çıkıyor, meseleleri açıkça söylüyor, bilinmeyenlerden insanı uzaklaştırıyor. Sen’de bu var. Bildiğiniz gibi, bir insan hücrede bir böcekle konuşur ve o böceğin aracılığıyla başlar, hayalen ailesine gider, kendi eski zamanlarına kadar gider, yine hapishaneye döner, psikolojik durumunu böylece göz önüne serer. İnsan onda böyle daha modern bir şey görür. Yaşlı Rindin Ölümü romanında ise böyle bir şey göremedim.
Xelil Duhokî: Bana göre bu romanlar hem teknik bakımdan hem de şekil ve içerik bakımından başarılıdır. İlk defa Sen romanını bundan beş altı yıl önce Şam’da gördüm. O zaman Irak’taki diktatör yönetimden kaçmıştım. Ben hapsedilmiş, dayak yemiş ve işkence görmüştüm. Sen romanını okuduğum zaman onda kendimi ve yaşamımı gördüm. Bütün Kürtlerin kendilerini Sen romanında bulacaklarına inanıyorum.
- Fırat Cewerî: Doğrudur, yurtsever, mücadeleci, tutuklanan, dayak yiyen, işkence ve zulüm gören her Kürt Sen romanında kendini görür. 70’li yıllarda Sen bu Kürtlerden biriydi ki kendi payına düşeni almıştı, dayak yiyip işkence görmüştü. Bu romanın senin serüvenin olduğunu söyleyebilir miyiz?
Mehmed Uzun: Bu benim başımdan geçenlerin bir bölümüdür. Kahramanın bazı yönlerinde benim bazı tecrübelerim ve serüvenlerim vardır. Fakat bu ben değilim. Kendimden öte bir şahsı tasvir etmek istedim ki Kürtler kendilerini onda bulsunlar, halk kendini onda bulsun. Yani ortak bir deneyim, ortak bir his olsun istedim. Bu yüzden birçok şey onda daha fazladır. Benim gördüğüm, yaşadığım şeyler edebi bir yaklaşımla onda çoğaltılmıştır. Romanda küçük bir bölüm benim serüvenim ve deneyimimdir fakat çoğunluk kurmacadır.
- Fırat Cewerî: Sen romanında genç, bilgili, aydın, yetenekli bir delikanlının hayatını gözler önüne seriyorsun. Bu delikanlı okumayı çok seviyor, hem dışarıda hem de hapishanede birçok kitap okuyor, meşhur kişilerle temaslarda bulunuyor, küçük yaşıyla bunlarla arkadaşlıklar, dostluklar kuruyor. Kahramanın yaşça küçük fakat fikir yönünden büyük biri. O, bu büyüklüğünü hapishanede kitap okuyarak bu bilgili ve meşhur kişilerle fikir alışverişinde bulunarak elde ediyor. Bizim şahsi sohbetimizde hapishanenin senin için okul olduğunu hep söylerdin, sen kendini hapishanelerde yetiştirdin. Bundan bahseder misin?
Mehmed Uzun: Bu roman çıktığı zaman ben birkaç yerde bunun üzerine konuşmuştum. Bir seferinde biri çıktı ve dedi ki: ‘Sen bu kadar yazar ismi veriyorsun da acaba bir delikanlı bu kadar yazarı okuyup hepsini tanıyabilir mi?’ Evet, yapabilir. Ben Diyarbakır Hapishanesi’nde tutukluyken bütün o saydığım kitaplar orada vardı. Ben tutuklandığımda 18 yaşındaydım. Dünyayı pek tanımıyordum, Kürtlüğü pek tanımıyordum.
Hapishanede Dimitrov’un ‘Faşizme Karşı Birleşik Cephe’ kitabını 11 defa okuduğumu hatırlıyorum. George Politzer’in ‘Felsefenin Temel İlkeleri’ kitabını 16 defa okudum. O zamanlar Şolohov’un sadece 6 kitabı Türkçe basılmıştı, ben bu 6 kitabı 15 günde okudum. O zamanlar hapishanenin atmosferi böyleydi. 70’lerin hapishaneleriyle 80’lerin hapishaneleri kesinlikle aynı değildi. Birbirinden çok uzaktı. Hapishane benim için kendi toplumumun aynası oldu. Çünkü orada her kesimden insanlar vardı ve biz orada hep birlikteydik. 160-170 kişi bir aradaydık. Gözlerim Diyarbakır Hapishanesi’nde açıldı, Kürtlüğüm orada başladı. Bunu ölene kadar hiç unutamam. Romana dikkat ettiğinizde kahramanın pasif olduğunu görürsünüz. O bir gözlemcidir, olaylar sadece onun etrafında oluşur. O niçin tutuklandığını bilmez, fakat tutuklanır; o işkence görmek istemez fakat görür. Yani çok pasiftir. Sadece konuşmalarında aktiftir. Ben bilinçli şekilde onu pasifleştirdim ki dönemin toplumunu gözlemleyebileyim. Burada ne kadar üstüne gittim bilemiyorum fakat durum öyledir. Başka bir şey de var ki ben burada hapishaneden bahsettim, fakat yüz yıl var ki bizim vatanımız zaten bir hapishanedir.
- Fırat Cewerî: Mehmed Uzun’un Sen ve Yaşlı Rindin Ölümü romanlarını okuduğumda ikisinin arasında bir bağlantı gördüm. Sen ile adlandırılmış, dayak yemiş, işkence ve eziyet görmüş, haksızlığa uğramış ilk roman kahramanı; serbest bırakılır, zulüm, zorbalık ve haksızlıktan kaçar, birçok sıkıntı ve zorlukla hududa varır, sınırı geçer ve İsveç’in başkenti Stockholm’e ulaşır. İlk romanın kahramanı Sen, Yaşlı Rindin Ölümü romanında ‘Serdar Azad’ olur. Serdar Avrupa’ya yetişmeden, o sınır ötesinde Kamışlı’nın bir köyünde garip bir yaşlıya rastlar. Yaşlı her yönüyle Serdar Azad için dikkat çekicidir. Serdar Azad zamanımızın bir aydınıdır, yaşlıda birçok sır görür, bu yüzden onu bırakmaz. Gece gündüz yaşlının etrafında gezer ve yaşlının sırlarını ortaya çıkarmak ister. İnatla bu düşüncenin peşinden gider ve bir zaman sonra tecrübeli, bilgili, birçok yeteneği olan bu yaşlıyı tanır. Yaşlı Rindin Ölümü ihtiyar ve Serdar Azad etrafında gider gelir. Umut ve gayeleri, his ve hayalleri, istek ve düşünceleri sırf dildir. Üçüncü eserin olan ‘Siya Evînê (Aşkın Gölgesi)’ yine 19. yüzyılın başlangıcında yaşamış bir Kürt aydınının yaşamı üzerine yazılmış. Bu roman, usta bir yazarlığın olgunluğuyla yazılmıştır. Okuyucular ve bazı eleştirmenlerce beğenilmiş. Rüya ve hayal, sevgili ve sevmek, güzellik edebiyatı, kavga, çatışma, başkaldırı, millet sevgisi, gurbet, uzaklık gibi bütün bu kavramları getirip aydın Kürt Memduh Selim Bey’in şahsiyetinde toplamışsın. Bu üç romana göz attığımızda Kürt aydınının hayatını bunlarda görüyoruz. Fakat dördüncü romanda konuyu değiştirmiş ve epik bir konuya girmişsin. Sen ‘Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê’yi (Abdalın Bir Günü) yazmışsın. Bildiğimiz gibi her yazar bir romanını ya da bir şiirini över ve onu sever. Örnek olarak Gabriel Garcia Marquez ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ adlı romanıyla Nobel edebiyat ödülünü aldığında demişti ki: ‘En sevdiğim romanım ‘Yüzyıllık Yalnızlık’ değil ‘Kırmızı Pazartesi’dir’. Mehmed Uzun biz sana böyle bir soru yöneltirsek acaba sen hangi romanının ismini verirsin?
Mehmed Uzun: Maalesef ben buna cevap veremem. Her romanımda yeni bir dil, yeni bir stil ve yeni bir teknik vermek istedim. Her romanımda değişik zorluklar çektim. Romanlarımı yazdığımda her şeyden önce bazı kavramlar belirler ve romanlarımı onların etrafına sererim. Örneğin sürgün kavramını hümanizme bağlayıp memleket sevgisini, dil sevgisini, arkadaşlığı, sevgiyi, ihaneti ve benzeri kavramları romanımın etrafında toplarım ve her romanımda bunlardan bazıları biraz ön plandadır. Bu yüzden benim için ben bu romanda ya da başka bir romanda daha başarılıyım ve onu seviyorum demek zordur. Ben onların hiçbirine de tam anlamıyla başarılıdır diyemem.
- Fırat Cewerî: Fakat Xelîl Duhokî’nin bunlardan bir tanesinin çok başarılı olduğuna inandığını söyleyebilirim. Bu yüzden bütün romanların içerisinden Aşkın Gölgesi romanını seçmiş, onun üzerinde çalışıyor ve romana dair uzun bir yazı yazmış. Niçin özellikle Aşkın Gölgesi romanı da bir başkası değil Xelîl?
Xelîl Duhokî: Biz önceden de Memduh Selim Bey’den bahsettik. Doğrusu Aşkın Gölgesi hem dil yönünden hem içerik yönünden hem de teknik yönden başarılı bir romandır. Burada roman hakkında uzun ve derin bir konuşma yapmak istemiyorum. Bunun hakkında uzun bir yazı yazdığım ve ileride bunu yayınlayacağım için konuşmak istemiyorum. Bana göre bu roman önemli bir romandır.
- Fırat Cewerî: Mahmut sen bu konuda ne söylersin?
Mahmut Lewendî: Xelîl’in dediği gibi bana göre de teknik bakımdan bu bir ‘roman’dır diyebiliriz. Şimdiye kadar Mehmed Uzun’un dört romanı çıktı ama bana göre bunlardan ikisi romandır. Bunlar da Aşkın Gölgesi ve Sen’dir. Diğer ikisi Yaşlı Rindin Ölümü ve Abdalın Bir Günü romana benzemiyor. Mehmed Uzun’un en başarılı romanı Aşkın Gölgesi’dir diyebilirim. O, bu romanında kavga, çatışma ve hastalıklarla birlikte sevgiyi de çok iyi kullanıyor.
- Fırat Cewerî: Mehmed Uzun, sen bir Kürt aydınının hayatından epik ya da folklorik bir romana geçmişsin. ‘Rojek Ji Rojên Evdalê Zeynikê’yi (Abdalın Bir Günü) yazmışsın. Memleketimizde Evdalê Zeynikê ismini duymayan neredeyse yoktur. Fakat maalesef kimse Evdal’in kim olduğunu, nereli olduğunu bilmez. Sen bunun gibi bazı soruların cevabını romanın birkaç yerinde vermişsin. Bu kadar meşhur fakat tanınmayan Evdal’i bize tanıtmışsın. Acaba Evdalê Zeynikê’nin Günlerinden Bir Gün, Evdalê Zeynikê’nin durumunun ve hayatının kaynakçası olabilir mi?
Mehmed Uzun: Sözlü edebiyat eserlerinde olduğu gibi Evdal üzerine söylenen şarkı ve hikâyeler çok ve çeşitlidir. Her varyasyona göre Evdal başka bir memlekettendir. Bir şekilde yaşamış, bir yerden gelmiş ve başka bir yere gitmiş. Onun üzerine söylenmiş ve söylenenler birbirini tutmuyor. Yazmaya başlamadan önce istedim ki bütün rivayetleri toplayayım, fakat gördüm ki böyle bir şey doğru ve yerinde olmaz. Her rivayete göre herkes bir şey söylüyor. Birileri diyor ki Evdal buralıdır, birileri diyor şuralıdır. Evdal’in şarkılarında geçen isim ve yerleri söyledim fakat diğer bir tabirle ben hiçbir ad koyamadım. Nerede doğmuş, ne zaman doğmuş, nerede yaşamış, kimin yanında yaşamış bu konularda hiçbir bilgi yoktur. Ben sadece bir Kürt Bey’inden bahsettim, bu Bey hayalidir, gerçekte öyle biri yoktur.
- Fırat Cewerî: Bu romanında Yaşar Kemal stiline bir yakınlık görülüyor. Yaşar Kemal’in ‘Ağrı Dağı Efsanesi’ romanını saymazsak, ‘Yer Demir Gök Bakır’ adlı romanında da Evdalê Zeynikê vardır. Onun efsanesi var, Evdal’in gözlerinin açılması var. İki romanın konusu birbirine yakın, ikisi de Kürt folklorunun kaynağından doğuyor.
Mehmed Uzun: Maalesef Yaşar Kemal’in ‘Yer Demir Gök Bakır’ romanını okumadım fakat filmini seyrettim. Unutmayalım ki Yaşar Kemal’in bütün romanlarının kaynağı Kürt folklorudur, Kürt şarkılarıdır, Kürt destanlarıdır. Edebiyatımızın tarihine bakacak olursak Kürt efsanelerinin, Kürt şarkılarının, Kürt destanlarının, Kürt hikâyelerinin bizim için kaynak olduğunu görürüz. Edebiyatımız bunların üzerinde gelişmiştir. Doğrusu dilimizin zenginliği, Kürtçe söyleyişlerin zenginliği bunlardadır, sözlü edebiyattadır. Biz ona ulaşmalıyız. Bir vazifemiz de onu yeniden canlandırmaktır. Yeni bir stille, yeni bir formla, yeni bir teknikle, yeni bir kalıpla bunlara yeni bir kıyafet giydirmeliyiz. Yeni nesil için ilginç olmalı. Yeni nesil okuduğunda hem kendini onda görebilmeli hem de tarihiyle güçlü bir alışverişe girebilmelidir. Diğer milletlerin öne çıkan birçok yazarı bu şekilde yapmıştır. Bir örnek vereceğim. İrlandalı yazar James Joyces en büyük eserini ‘Odysseus’ destanı üzerine kurulmuştur. O, Odysseus destanını esas tutmuş Dublin’in hayatından tasvirler yapmış. Böyle örnekler binlercedir. Neden biz yapmayalım? Şimdi benim için çok önemli ve dikkat çekici olan şeyleri ben Kürt dilinde birçok stil ve teknikle kullanmak istiyorum. Kürt dilinin hangi stiller, hangi teknikler için uygun olduğunu görmek için epik bir roman da yazmak isterdim.
*Kürtçe’den kısaltarak çeviren: Mehmet Öztunç
*Kaynak: Nûdem dergisi, sayı 1, 1992.