Özgür Müftüoğlu
Bir ülke düşünün enflasyon oranlarında, gelir eşitsizliğinde, çalışan yoksulluğunda ve çalışanlara yönelik hak ihlallerinde dünyada ilk sıralarda yer alan; halkının çoğunluğu açlığa sürüklenmiş, eğitim, sağlık, sosyal güvenlik sistemleri çökmüş; gençleri, orta yaşlıları, eğitimlileri eğitimsizleri iş bulamadığından ya da insanca çalışma ve yaşama koşulları olmadığından, yurtdışına kapağı atma telaşı içinde olsun ve gün geçmesin ki “devletin en üst kademelerinde yer alanlarla hırsızlık, yolsuzluk, uyuşturucu kaçakçılığı ve bilimum suç şebekeleri arasındaki ilişkiler” ortaya dökülmesin…
Yirmi yıldır tek başına iktidarda olan bir siyasi iradenin yönettiği bir ülkede, bu tablonun o irade dışında bir sorumlusu olabilir mi? Halkın “kendisine tüm bunları yaşatan siyasi iradeyi değiştirmek istemesi”nden daha doğal ne olabilir?
Yukarıdaki tablo -fazlası var eksiği yoktur- bugünün Türkiye’sini resmetmektedir. Bu tablo bir anda değil, onlarca yılda adım adım ortaya çıkmış, ancak bu tablonun ortaya çıkmasını engelleyecek halk iradesi ortaya konulamamıştır. Yüz yıllık cumhuriyet döneminde halka -ideolojik ve baskı aygıtları kullanılarak- devletin bekâsının, kendi iradesinden üstün olduğunun kabullendirilmesi bunun nedenlerinden biridir. Bununla ilişkili diğer bir nedense halkının seçim sandığı dışında iradesini ortaya koyacak mekanizmaları (sokak eylemleri, boykot, genel grev vs) kullanma geleneğinin/becerisinin olmamasıdır. Bugüne kadar siyasi iktidarlar, devlet yönetimiyle birlikte ele geçirdikleri baskı aygıtları, propaganda araçları ve benzerleri aracılığıyla “devletin bekâsının halkın iradesinden üstün olduğu” algısını körüklemiş ve seçim sandığı dışındaki irade beyanı yollarını baskılayarak iktidarlarını devletle de özdeşleştirmiş ve kendi iktidarlarının bekâsı için halkın iradesini yok saymıştır.
Türkiye -erken, zamanında ya da gecikecek de olsa- bir seçim sürecinin içindedir. Yirmi yıldır iktidarda olan ve son beş yıldır otokratik rejimi inşa eden AKP, MHP ile kurduğu ittifak ile kendi bekâsının devletin bekâsıyla özdeş olduğu algısını güçlendirmek istemektedir. Bunun karşısında ise “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” savunusuyla otokratik rejime son vermeyi istediğini iddia eden Millet İttifakı ile demokrasi, insan hakları ve özgürlükleri parlamenter sistemle sınırlamadan savunan Emek ve Özgürlük İttifakı vardır.
Bu siyasi yapılaşma içinde yaşamın doğal seyrine uygun olan, yukarıdaki tablonun müsebbibi olan AKP’nin ilk seçimde iktidardan uzaklaşmasıdır. Gerek kamuoyu yoklamaları gerekse sokakta açık biçimde görünen, AKP’nin toplumsal desteğini kaybettiği ve toplumun geniş kesimlerinde artık iktidardan uzaklaştırılması konusunda bir ortak düşüncenin oluştuğudur. Ancak son günlerde Millet İttifakı içinde yaşanan tartışmalar, “toplumu ayrıştırarak sağlanabilen” devletin bekâsı anlayışının -geçen yüz yılda olduğu gibi- bugün de halkın iradesini yok saymanın gerekçesi haline getirileceğini göstermektedir.
Bu tartışmaların son örneği, CHP’li Gürsel Tekin’in bir televizyon programında yöneltilen “İktidar olursanız HDP’ye bakanlık verecek misiniz?” sorusuna verdiği “Yasal olarak faaliyet gösteren partileri kafamıza göre lanetleyemeyiz, cüzzamlı muamelesi yapamayız. 7 milyona yakın vatandaşımız oy veriyorsa saygı duyacağız. Elbette HDP’ye bakanlık verilebilir.” yanıtı üzerine yaşandı.
Gürsel Tekin’in bu sözlerine İYİ Parti’den sert tepkiler geldi. Meral Akşener bu tepkiler üzerine “HDP’nin olduğu masada biz olmayız. Bizim olduğumuz masada da HDP olmaz. Bu hassasiyetimiz devam edecek.” dedi. Ancak Akşener’in bu sözleri ikna edici olmamış ki İYİ Parti Yozgat İl Başkanı “’PKK’ya bakanlık verilebilir.’ diyen bir zihniyetle aynı masada olmayı kabullenmem mümkün değildir.” diyerek istifa etti.
CHP Sözcüsü Faik Öztrak, Tekin’in açıklamasını “Kendi kişisel görüşleridir. CHP’nin böyle bir görüşü yoktur. Buna altılı masa karar verecektir. Altılı masada kimler vardır, son derece açık. Dolayısıyla bu meselenin bu kadar tartışılmasını anlamak mümkün değil.” sözleriyle eleştirdi. Kılıçdaroğlu ise bir taraftan “Hiç kimsenin kimliğini, yaşam tarzını, inancını sorgulamadan bu ülkede herkesin 85 milyon insanın huzur içinde yaşayacağı bir Türkiye’yi inşa etmeye çalışıyoruz.” derken diğer taraftan üzerinde çalışıldığını belirterek konuyu yine altılı masaya havale etti.
Görünen odur ki, seçim süreci yaklaştıkça HDP ile yan yana gelme meselesi, Millet İttifakı içindeki gerilimi arttıracak, Kürt düşmanlığı üzerinden ayrımcılığın körüklendiği “devletin bekâsı” anlayışı, bir kez daha halkın iradesini ezmek için kullanılacaktır. AKP halkı açlığa, yoksulluğa sürükleyen; yolsuzluğun arsızlığın ayyuka çıktığı Türkiye tablosundaki sorumluluğunu, Millet İttifakı içinde yaşanan gerilim sayesinde örtbas ederek bunu, otokratik iktidarını sürdürmenin fırsatına dönüştürmeye çalışacaktır. Ama nihai olarak sonucu belirleyecek olan, “körüklenen ayrımcı zihniyet karşısında halkın kendi iradesine ne ölçüde sahip çıkacağı” olacaktır.