Son aday listesinin açıklanmasının sonrasında adaylıkla ilgili yürütülen tartışmalar, mücadele tarihimiz açısından yıpratıcıdır, yoldaşlık bütünlüğümüz açısından halk hareketi kimliğimize yakışmamaktadır
Ünal Yusufoğlu
Kürt Özgürlük Hareketi ortaya çıktığı andan bugüne dek çok yol katetti. Demokratik siyaset ise Kürt halkının özgürlük mücadelesi açısından başka bir eşik yarattı. Demokratik alan, özgürlük hareketinin toplumun en kılcal damarlarına kadar işlemesine, toplumsallaşmasına önemli katkılar sundu. Demokratik siyaset bugün milyonlarca insanı çatısının altında toplayan devasa bir yapıya dönüştü. Ancak, Kürtlerin özgürlük talebi ve direniş öncülüğü ile demokratik siyasetin diyalektiği sağlam ve eşgüdümlü gidemedi. Tam da bu durumlarda sancılı süreçler ve ayrışmalar kaçınılmaz olarak ortaya çıktı. Özgürlük Hareketi ve demokratik hareket arasındaki makas, bugün yaşadığımız sorunların esasını oluşturmaktadır. Yaşadığımız sorunun esas sebebi özgürlük perspektifinden uzaklaşmaktan başka bir şey değildir.
Demokratik siyasetin kaynağı
Direniş diyalektiği, mücadelenin çeşitliliği ve gelişim seyri, sorunun çözümü bakımından parlamenter mücadeleyi önemli kıldı. Yasal zeminde temel hak ve özgürlükleri dillendirmek, direniş diyalektiğine burayı dahil etmek ve yasal zeminde bunun altyapısını örmek bakımından önemli bir ihtiyaçtı. Genelde demokratik siyaset, özelde parlamenter mücadele atfedilen rolü önemli oranda oynadı. Esas alanın perspektifi ve öncülüğüyle parlamentoda, esneklik ve çeşitlilikle, toplumsal yapı temsiliyeti sağlandı. Kürd’ün inkarı ve yeminli Kürt düşmanlığı karşısında Kürd’ün özgürlük taleplerini haykırmak, sancılı ve büyük bedellerle gerçekleşti. Parlamentoda Kürtçe konuşmak, Kürt kültür ve motiflerini dile getirmek, devletin tüm kurucu kodlarına karşı inkarın merkezinde, direniş merkezine katkı sunmak açısından önemliydi ve bu önemli oranda karşılık buldu. Bu uğurda kuşkusuz sayısız bedeller ödendi. Vedat Aydın, Mehmet Sincar ve diğer demokrasi şehitlerinin ilkesel duruşu Kürtler açısından bu sürecin mücadele çizgisini oluşturdu. Burada unutulmaması gereken en önemli husus, demokratik siyaset zemininin beslendiği kaynaklar ve var olma gerekçesiydi.
Neydi bunlar: Birincisi direniş hattının halklaşması sebebiyle bir öncülük ihtiyacının bu alanda ortaya çıkmasıydı. Bu durum demokratik siyasal zeminde çalışacak bir partiyi zorunlu kıldı. Legal parti ve onun toplumsal yapıya öncülük etme ihtiyacı 90’lı yıllarla birlikte büyüyen mücadelenin tamamlayıcı unsuru olarak açığa çıktı. Kurdistan orjinli bütün partiler, bu direniş diyalektiğinin gelişim seyrine göre, politik ve kültürel hak arayışlarına yön verdi ve Kürd’ün demokratik siyaset zemininde sistemin yapı taşlarıyla oynamasına vesile oldu. Ancak bunlar Türkiye’deki faşizmin kurumsal yapısı, Kürd’ün inkarı, sol ve sosyalizm düşmanlığı ve diğer tüm halkların asimilasyonu karşısında yeterli olamadı.
Öcalan’ın perspektifi
Devletin yoğun baskıları, Türkiye’deki muhalefetin zayıflığı, solun parçalı duruşu, güçlü ve sonuç alıcı siyaseti engelleyen önemli faktörlerdi. Nihayetinde Sayın Öcalan’ın Mezopotamya ve Anadolu halklarının ortak perspektifini oluşturmak için ısrarlı ve uzun yıllara dayalı çabası sonuç vermeye başladı. Bu noktada Kurdistan’da Demokratik Toplum Kongresi, Türkiye’de ise Halkların Demokratik Kongresi zorunlu bir ihtiyaç olarak kendini açığa çıkardı. Demokratik Toplum Kongresi, Kurdistan’da ulusal birliği oluşturma hamlesini gerçekleştirirken Halkların Demokratik Kongresi ise Türkiye ve Kurdistan direniş hattı ile Türkiye’deki sol, sosyalist, demokratik güçler arasında mücadele birliğini sağlamak açısından önemli bir misyon üstlendi.
Parlamenter mücadele; mücadelenin bir parçası, konjonktürün bir ihtiyacı, halkların isyanının sesi olmanın ötesinde başka bir şey değildir. Taktiktir, stratejik mücadele merkezlerinin yani halkların sokak mücadelesinin üstünde değildir
Toplumsal örgütlenme
Kongreler toplumsal alanı örgütleme ve inşa hareketine öncülük etme, arayış ve çabalarına paralel olarak çatı partisi HDP’yi de misyonuna göre örgütledi. HDP de Türkiye halklarının ortak mücadele ve birlikte yaşama arayışının en önemli adresi ve dolayısıyla çekim merkezi olarak kendi kuruluşunu ilan etti. HDP fikriyatı Türkiye ve Kurdistan’da birbirinden habersiz karşılıklı ön yargılarla dolu mücadele güçlerini ve partileri yoldaş ve dost olma zemininde buluşturdu. Altı bileşeni, çok sayıda aktivist ve gönüllüsüyle yurtseverlerin, solun, sosyalist ve demokratların ve ötekilerin çatı partisi olarak Türkiye’deki parlamenter sistemin en önemli partisi olarak sahneye çıktı. Bileşen hukuku, birey ve tüm ötekilerin temsiliyeti ve çeşitliliği bakımından önemli bir güç odağı olmayı başardı. Özgürlük mücadelesinin çözüm süreci hamlesi ve onun yarattığı zeminle birlikte en çekici parti olarak tüm engelleri aştı ve parlamentoya olanca gücüyle girmeyi başardı. Yıllarca Kürtlere ve Türkiye sosyalist hareketine konulan yüzde 10 barajı engeli aşıldı.
Süreci doğru okuyamadık
Tabii ki Mazlumların, Mahirlerin, İbrahimlerin ve Denizlerin yaratmış olduğu mücadele birikimi ve direniş diyalektiğinin doğru ve zamanın ruhuna uygun örgütlenmesi bu sürecin en sonuç alıcı perspektifi oldu. Ortak mücadele ve adil temsiliyet, Türk ve Kürt halklarının ortak vatan ve birlikte mücadele azmi, devletin kurucu kodlarıyla oynadı. 7 Haziran 2015 bu sebeple tarihsel bir dönemeci ifade eder. Ancak şunu belirtmek gerekir ki 7 Haziran sonrasındaki süreci doğru okuyamadık ve doğru örgütleyemedik. Zira devrimci mücadelenin demokratik mücadeleyle bütünlüğünü ve ilişkisini sağlamak, demokratik cumhuriyet perspektifini adım adım gerçekleştirmek noktasında eksik kaldık.
Hatalar zincirinin başlangıcı
Bugün yaşadığımız seçim süreci ve bu sürece yaklaşımdaki yanlışlığın esas sebebi tam da burada başlıyor. HDP’yi ve bu fikriyatı bilmemek, doğru okumamak, ona göre davranmamak, esas olarak hatalar zincirinin başlangıcı olmaktadır. Bu fikriyatın öncüsü ve uygulayıcısı olmak en temel görev olması gerekirken parlamenter olmayı bunun önüne koymak en hafif deyimle bir perspektif kaymasıdır. Devrimcilik, yurtseverlik ve bu anlamda halk hareketine öncülük etmek, en kutsal görev olması gerekirken sadece milletvekilliğine dayalı olarak partiyle ilişkilenmek ve bunda ısrar etmek çok net bir ifadeyle kendi bulunduğu zemini ve pozisyonu yok saymaktır. Kuşkusuz demokratik siyaset zemininde her partilinin milletvekilliği talebi demokratik bir haktır ve tartışma götürmezdir. Ancak “Ya vekil olurum ya da ben yokum” demek, milletvekilliğini mücadele çeşitliğinin ve direniş hattının en tepesine koymak bir sapmadır, bu asla kabul edilmemelidir. Bu durum on binlerce şehidin ve tutsağın mücadelesine ve bedeline saygısızlıktır. Milletvekilliğini bütün bu kutsal davanın merkezine yerleştirmek geçmişe bir hakaret niteliğindedir. Parlamento ve milletvekilliği mücadelemizin bir parçasıdır, orada bulunan her arkadaşımız ise diğer zorlu mücadele alanlarında ne bir fazla ne de bir eksiktirler. Kendilerine verilen görevi en iyi şekilde yerine getirmekle yükümlüdürler, her parlamenter arkadaşımız bir halk insanı ve temsilcisi olarak bulunduğu yerde siyasal konjonktüre uygun olarak direnişi örgütlemek ve temsiliyete nitelik katmakla görevlidir. Aksisi sistem vekilliğinin etiket kaygısından başka bir şey değildir.
Bu harekete giren herkes büyük bir davanın parçası, bir fikrin taşıyıcısı, bir kavganın neferi olarak girmektedir. Kimsenin ikbal kapısı beklentisi olmamalıdır. Bulunduğumuz yer bir devlet dairesi değildir, bir holding binası da değildir
Kavganın neferi olmak
Bu harekete giren herkes büyük bir davanın parçası, bir fikrin taşıyıcısı, bir kavganın neferi olarak girmektedir. Kimsenin ikbal kapısı beklentisi olmamalıdır. Bulunduğumuz yer bir devlet dairesi değildir, bir holding binası da değildir. Çıkılan her basamak boşluktadır. Boşluğun altında halk vardır, halk çekildiği an herkes yere çakılır, bunun bilince çıkarılması gerekmektedir. Ancak partinin büyümesi, kamusal temsiliyet anlamında bazı alanların açılması, parti paradigmasını ve tarihini anlayamamış, kendi varlığını mücadelenin üstünde gören arkadaşlar tarafından yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermektedir. Mücadele zeminleri kariyer zeminlerine dönüşmektedir. Kadrolarımızda beklentiler oluşturmaktadır. Hepimiz şu gerçeği unutmamalıyız: Kürt Özgürlük Hareketi’nde milletvekili olmak, belediye başkanı olmak, bu görevlerde ilelebet kalınacağı anlamına gelmez. Buralara gelenler bu görevi taşıyamadıkları anlarda bu halk onları geri çeker ya da görevleri kendilerine bahşedilmiş bir hak olarak göremezler.
Parti yönetiminin rolü
Son aday listesinin açıklanmasının sonrasında adaylıkla ilgili yürütülen tartışmalar, mücadele tarihimiz açısından yıpratıcıdır, yoldaşlık bütünlüğümüz açısından halk hareketi kimliğimize yakışmamaktadır. Kuşkusuz parti içerisinde ve HDP’ye gönül veren toplumun çeşitli kesimlerinde milletvekilliğinin bu derece abartılı şekilde tartışılmasında biz parti yönetiminin önemli bir rolü olmuştur.
Parlamentarizmin zararları
Devrimci mücadele ve demokratik siyaset öncülüğü asıl olan iken milletvekilliğini bu mücadele içerisinde öncelemek biz parti yönetiminin yanlış konumlandırma ve eksik yansıtmamızla alakalıdır. Bu bakımdan milletvekilliğini, devrimcilikten ayrıştırıp genel mücadelenin önüne koymak topluma ve direnen tüm halklara böyle yansıtmak bizlerin yanlışlığından kaynaklanmaktadır. Parlamenter mücadele, mücadelenin bir parçası, siyasal konjonktürün bir ihtiyacı, halkların isyanının sesi olmanın ötesinde başka bir şey değildir. Taktiktir, stratejik mücadele merkezlerinin yani halkların sokak mücadelesinin üstünde değildir. Bu nedenle halkları yanlış yönlendirmek, milletvekili olmadığı için tepki örgütlemek, partiyi ve yönetimini hedef göstermek yoldaşlık hukukumuza zarar vermek kesinlikle kabul edilmemelidir.