Güney’den başlamak istiyorum.
Görece özgür olan bu parçada, iç gerilim ve problemleri bir yana bırakırsak, ABD ve Türkiye’nin eli hiç eksik olmuyor ve doğal olarak Bağdat’la olan ilişkiler de yaşamın her alanında önemli etken. Bilindiği gibi Irak, iki parçadan oluşan bir federal devlet, Araplar ve Kürtler kendi ‘iç işlerinde bağımsızlar.’ Bağımsızlıklarını tırnak içine aldım, zira bu söylem her iki bölge için de ne yazık ki kağıt üzerinde kalmış durumda. Bağdat’ın iç işlerine bir yandan İran, öte yandan da ABD alabildiğine müdahil durumda. Kürt bölgesine ise ABD, Türkiye, İran ve Bağdat’ın derinlikli müdahaleleri var. Bu müdahaleler de doğal olarak Irak ve Kürt bölgelerinin ilişkilerini oldukça olumsuz etkiliyor. ABD işin başından beri her iki yapı içinde de vardı. Şimdilerde Kürt bölgesine üç büyük üs kurma planıyla ve babasının toprağına yerleşir gibi ve daha kalıcı olarak yerleşmeyi tasarlıyor. Türkiye; Saddam döneminde ve arada bir ‘sınır ötesi harekat’ için gelir dönerdi, özellikle son on yıl içerisinde etkinliğini gerek ekonomik ve gerekse de askeri olarak artırmaya başladı. KDP ile geliştirdiği siyasi ilişkiler sayesinde uzun vadeli ve çok ucuza petrol anlaşmalarının yanı sıra, yolladığı binlerce şirket üzerinden, özellikle inşaat ve gıda sektörünü neredeyse tümden ele geçirdi. Almanya’dan sonraki en büyük ticari ilişkisinin Kürt Federe Bölgesi olduğuna dair birçok bilgi yazıldı çizildi ve rakamlar verildi. Türkiye bununla yetinmedi zira esas derdi bu değildi…
‘PKK ile mücadele’ söylemleriyle sınırdan çok içeriye girerek karakollar kurdu, askeri üsler oluşturdu, tanklar toplar getirip yerleştirdi, binlerce askerini yirmiden fazla alana yerleştirerek adeta bölgenin bir parçası haline geldi. Bölge yönetimi, bu emperyal girişime göz yummanın yanı sıra adeta çanak tuttu, destek mesajları yayınladı, Irak hükümeti ise arada bir ‘yapma, etme, suçtur’ demekle yetindi. Cesaretlenen AKP-MHP hükümeti, DAEŞ dönemini de fırsata çevirerek sözde koruma adı altında, Hewlêr’e çok yakın Selahattin kasabasındaki güçlerini artırdı, Musul’un burnunun dibindeki Başika bölgesine de çok sayıda tank, top ve asker yığarak bir üs oluşturdu, orada kendine yakın Sünni güçleri ‘heşdi vatani’ adı altında toparlayarak eğitmeye başladı. Kerkük’teki Türkmen partisini açıktan destekledi, 600 civarındaki Türkmen, MİT tarafından eğitilip kadro haline getirildi ve maaşa bağlandı. Kerkük havaalanı ile Türkiye arasında düzenli uçuşlar başladı, SADAT denilen ve Erdoğan’ın özel ordusu olduğu bilinen yapının yöneticileri ve MİT görevlileri bölgeyi adeta su yoluna çevirdi. Çok açık bir niyeti, Irak’ta ve Güney’de belli bölgeleri, belki de Güney’in tamamını sınırlarına dahil etmek isteyen bu işgalci gücü, yarattığı bu fiili durumu hem Irak merkezi hükümeti hem de bölge hükümeti görmezden geldiler, gelmeye devam ediyorlar.
Irak içerisinde federal ve ‘iç işlerinde bağımsız’ olan Güney bölgemizdeki durumun bir yanı böyle.
Diğer iki başlığa da sırasıyla bakalım.
Başlangıçta Bağdat’la işler iyi gidiyordu. Saddam sonrası yeni bir anayasa yapılmış, halkların hakları teslim edilmiş, merkezi hükümette nüfus oranına göre temsil edilecek olan Kürtler; Hewlêr’de kendi meclislerini, kendi bölge hükümetlerini kurmuş, valiliklerini, belediyelerini özyönetime almış, ana dilde eğitim, sağlık, imar vs kurumlarını, güvenlik güçlerinin düzenlemesini tamamlamış, yıllar süren ve yüzbinlerce insanın yaşamına mal olan savaş ve katliamlardan sonra, yeni bir yaşama başlamışlardı. Kürtler, Irak’taki toplam nüfusun %17’sini oluşturuyorlardı. Gerek Irak’ın gerekse de Kürdistan bölgesinin ana gelir kaynakları petrol ve doğalgaz. Bölge, kendi alanındaki petrolü merkeze aktaracak, Kürdistan petrolü ve gazı Irak’ın ki ile birleştirilip satılacak, satışlar Bağdat üzerinden yapılacak, gelirden bölgeler nüfusları oranında pay alacaklardı.
Epey bir süre böyle oldu, bölge insanı mutluydu, beyin göçü tersine dönmüş, Avrupa’ya göçmüş olan yığınla aydın, yazar çizer, üniversite hocaları, sağlıkçılar, mimarlar, mühendisler ülkeye geri gelmeye başlamışlardı. İşler iyi gidiyor, yollar yapılıyor, iş yerleri kuruluyor, şehit ailelerine sahip çıkılıp maaşlar veriliyor, muhtarlıklar aracılığıyla yoksul ailelere katkılar sağlanıyor, ihtiyaç maddeleri vergiden muaf tutulup halkın ucuza alışveriş yapması sağlanıyordu…
Ancak bu rahatlık (yönetim tarzından kaynaklı olarak) beraberinde çok büyük problemleri getirmeyi de ihmal etmedi. Öncelikli olarak yönetim kademeleri, kapitalizmin nimetlerinden düşen aslan payını ayırmaya başladı. Kısa zamanda kendilerinin ve çevrelerinin yaşam tarzı değişti. Banka hesapları kabarmaya, dünyanın değişik yerlerindeki mal mülkleri artmaya başladı. Emperyalizmin ve ‘komşu’ güçlerin çabalarıyla halk üretimden düşürüldü. Var olan fabrikalar peş peşe kapanmaya, her şey dışarıdan alınmaya başladı. Dolarlar, dinarlar bir cepten girip öbür cepten çıkarak komşu ülkelere, lüks araç gereçlere, gereksiz savurganlıklara doğru akıp gitti… Genellikle köylü toplumu olarak bilinen, kendi tüketeceğini bir biçimde üreterek yaşayan, şehirlere dahi yetecek üretimi sağlayan yapı, giderek domatesi, yumurtayı şehirden alan tüketici haline getirildi… Türkiye ile olan yakın siyasi ilişkiler Irak’la olan ilişkileri bozmaya başladı. Merkeze akması gereken petrol Türkiye’ye gitmeye başlayınca Irak da para akışını sınırlı hale getirdi. Önce; nüfus sayımında Kürtler %17’den 12’ye indirildi, sonra da ‘petrol yollamıyorsanız para da yok’, ‘petrolü kime veriyorsanız parayı da ondan alın, maaşları da o parayla ödersiniz’ dendi en yetkili ağızlardan. Kamu çalışanları en son ocak maaşını aldılar, dört maaşları içeride… Anlayacağınız, şimdilerde Irak’la işler iyi gitmiyor. Hem son söylediğim gerekçeyle hem de pandemiden kaynaklı olarak, dünyada düşen petrol tüketimi ve fiyatlarından dolayı.
Son aldığım duyum, ekonomik girdinin yarı yarıya azaldığı yönünde…
Üstüne üstlük Irak iç işlerinde de çok problemli. İstikrar sağlanamıyor, mezhepsel gerilimler, dış müdahaleler ülkeyi içinden çıkılmaz bunalımlara sürükledi. Kurulan hükümetler hükmedemeyerek peş peşe istifa ediyor. Yakın vadede bir düzelme ihtimali de görünmüyor. Irak’ta işlerin iyi gitmemesi, yakın vadede Güney’i oldukça derinden etkileyecek gibi görünüyor. Peki Güney parçamızın iyi gitmemedeki tek sorunu bu dış müdahaleler mi? Son günlerde gündemi kaplayan Zinî Wertê meselesi sadece ‘dış güçlerden’ mi kaynaklanıyor?
Haftaya bıraktığım yerden devam edeceğim…