Fatma Koçak-Bekir Avcı
Malva’nın resimlerindeki karanlık, dünyanın en karanlık yanına denk düşer. Tabloların toplamı bize sessiz bir çığlığı fısıldar. Francis Bacon’ın çığlık atan Papa’yı resmedişinde dehşet yaratan hiçbir öğe olmadığını, bu nedenle nötr haldeki dehşetin katbekat arttığını söyleyen Gilles Deleuze’ün formülü geçerlidir burada da. Onun tablolarında da dehşet bağırmaz. Dehşeti bağırmak istemez ressam; büzüşmüş beden, deriden fışkırmaya hazır kemikler, ağzı örten el ya da derin yüz çizgileri… Karanlık tablolarda dehşeti saklayan bir dinginlik vardır. Onun resimlerinde düalitenin o bildik karşıtlığı bozulur. Dehşet ve çığlık, huzur ve dinginliğin karşıtı değil birbirini tamamlayan öğelerdir. Sahi, yaşam da öyle değil midir? Kürt ressam Omer Hamdi, bilinen adıyla “Malva”, 1951 yılında Suriye’nin Hesekê kentinin Til Naif köyünde dünyaya gelir. Anton Çehov’un “Toprak Ana” hikayesini okuyan Omer, oradaki çiçeğin adı olan “Malva”yı kendine isim olarak seçer. Bunun iki nedeni vardır: Kürtçe’de “Xiro” denilen bu çiçeğin aşk hikayesi ve babasından resimlerini gizleme isteği.
Çocukluğu Til Naif ve Um Hamde köylerinde geçen sanatçının hayattaki en büyük çelişkisi babası olur. İlkokula gitmeye başladığı andan itibaren portreler çizen Malva’nın ilk resmettiği şeyde de onun izi vardır. Öğretmeni resim yeteneğini keşfettiğinde hüzünlü resimlerinin hikayesini sorar ona ancak o yaşadıklarını söze dökemez, hüznünü çizer, annesinin maruz kaldığı şiddeti tablolarına yansıtır. Babasının şiddetine maruz kalan ve kırık koluyla ekmek pişiren annesini resmeder örneğin. Yüksekokulda bu resmi ile bir yarışmaya katılır ve eseri epey ilgi çeker. Biyografisini yazan kendisi gibi Hasekêli şair Hanan Osman “Malva” isimli kitabında, “Sürekli şiddete maruz kalan annesinin dizinin dibinde çaresizce duran Malva için çocukluk, acı, ağıt ve hüzündü” diye yazar. Malva’nın bu hüznü sanatının da mayası olur. Hikayesinden de anlaşılacağı üzere onun tablolarının odağındaki şiddetin nedeni hem içeriden hem de dışarıdan olur; ev’den evrensel’e açılır, ev’deki dehşet devlet karanlığına uzanır, o da savaş, yıkım ve ölüm olarak tuvallere yansır.
Malva Viyana’da
Malva aldığı bir davet üzerine 1978 yılında Viyana’ya gider ancak orada umduğunu bulamaz. Öyle ki Viyana onun sanatında bir dönüşümün miladı olur. Doğu’da çocukluğundan itibaren karanlığı ve portreleri resmeden Malva’dan Batı’da istenen şey çiçek ve doğa resimleridir. Sipariş üzerine çizdiği, Rojava’daki imzalı eserlerinin aksine imzasız peyzaj tabloları ile sergiye katılır sanatçı. Resimlerini almak isteyen bir tüccar ile diyalogu ise her şeyi özetler niteliktedir: Tüccar: Neden resimlerinin üzerine ismini yazmıyorsun? Malva: Bu resimler benim ekmek param, ekmeğimin üzerine imza atmam.
Temsile karşı temsil
Bir tuvalin yüzeyi bize neyi verir? Dikdörtgenin ya da tablonun maddiliği, üzerine çizilen resimden önce bize ne anlatır? Eğer Foucault’nun sorularıyla Malva’nın tablolarına bakarsak onun çalışmalarında temsil sorunuyla karşılaşırız. Malva’nın ‘dehşet tabloları’nda resim içinde resim vardır, her biri ikiye bölünmüş gibidir. Yatay bir çizgi keser tabloları. Bu kesmeler bize tablonun sadece bir tablo olduğunu hatırlatır. Bu, temsile karşı duruştur. Ancak Malva’nın Viyana’da ürettiği peyzaj tablolar bu duruşun tam aksi yöndedir. Çünkü evvel daha çok yağlıboya portreler yapan Malva’nın resimlerinde annesi şahsında erkek şiddeti ile Suriye ve Türkiye’deki Kürtlere yönelik devlet şiddetini insan yüzü ve bedenine yansıyan çizgilerle görmek mümkünken, Viyana’da bu kompozisyonun değişmesi, basitçe, tablolardaki hikayelerin değil onun temsile karşı duruşunun da tersyüz olmasıdır. Rojava’dayken çizdiği resimlerinin özünde şiddet ve karanlık olan, bu tablolarındaki yatay kesmelerle bizi temsil sorununu düşünmeye buyuran ressam, Batı’da ise temsile dayalı resim geleneğini takip etmek zorunda kalmıştır aslında. Malva tabiri caizse peyzaja mecbur bırakılmıştır. Ancak yine de Malva’nın yaşamının eserleriyle bütünleştiğini belirtmek gerekir. Onun resimleriyle bütünleşen yaşam portresinde ev’den evrensele uzanan şiddeti, Doğu’dan Batı’ya uzanan temsil krizini, ancak her şeye rağmen düalitenin birliğinin bir parçası olarak dehşetle el ele giden dinginliği ve huzuru görür ve buluruz.
Memleket ısrarı ve ölümü
Malva, 16 yıl sonra memleketine dönse de çalışma imkanı bulamadığı için tekrar Viyana’ya döner. Yakalandığı kanser hastalığına yenik düşerek 18 Ekim 2015’te Viyana’da yaşama gözlerini yumar.
*Çevirideki yardımları için gazeteci Berivan Hiso’ya teşekkürler