Kürt Barış Enstitüsü’nün Direktörü Giran Özcan ile konuştuk: Türkiye’nin üyeliği acaba NATO’ya nasıl bir değer katıyor?’ tartışmasının başlaması bile ciddi bir eşiğin aşıldığını gösteriyor.
Hüseyin Kalkan
Kamuoyu Kuzey-Doğu Suriye’ye yönelik olası operasyonu tartışıyor. Erdoğan son dönemde yaptığı açıklamalarla konuyu gündeme taşıdı. Ancak iktidar istediği hamasi atmosferi yaratamıyor. Halk bütünü ile bilince çıkarmasa bile savaş ile yoksulluk arasındaki ilişkiyi hisseder hale geldi. O nedenle bütün hamasi nutuklara rağmen kimse çok fazla heyecanlanmıyor. Ayrıca savaş tamtamlarının Türkiye’yi dışarda da zor duruma soktuğunu halk da görüyor. Bu zorluklar sadece siyasi alanda kalan zorluklar da değil. Ekonomiyi ve işsizliği de körüklediği görülüyor. Erdoğan’ın manevraları dış ilişkilerini zor sokuyor. Bunun son örneği Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliği konusunda çıkardığı kriz tam aksi bir etki yaptı ve Türkiye’nin NATO üyeliği tartışılmaya başlandı. Bütün bu gelişmeleri ABD’deki Kürt Barış Enstitüsü direktörü Giran Özcan ile konuştuk.
- ABD kamuoyunun Kürt siyasetine bakışı nasıl?
Bir kelime ile anlatmak gerekirse son yıllarda Amerika kamuoyunda Kürtlere karşı bir minnettarlık söz konusu. Kürtlerin Ortadoğu’nun birçok bölgesinde bütün insanlığı tehdit eden güçlere karşı gösterdiği direniş birçok yerde olduğu gibi Amerika’da da bir minnettarlık hissiyatını oluşturdu. Özellikle halk nezdinde IŞİD’e karşı mücadelede Kürt güçlerinin başarısı, fedakarlığı ve ödediği bedel kamuoyunun gözünden kaçmadı.
- Kamuoyunun bu tutumu Amerika siyasetine ve entellektüel çevrelerine nasıl yansıyor?
Siyasi çevreler Kürt güçlerine karşı uzun zamandır aynı politikayı izliyorlardı. Bir NATO üyesi olduğu için Türkiye’yi Kürtlere karşı destekliyorlardı. ABD, PKK’ye karşı mücadelesinde Türkiye’ye çok ciddi destek verdi. Ama biraz önce sözünü ettiğimi kamuoyunda oluşan minnettarlık duygusu, saygı, sempati siyaset kademesinde, entelektüel çevrelerde etkide bulundu. Bunun en bariz örneği Trump’un 2019’da Türkiye’nin işgaline yeşil ışık yakmasının burada ihanet olarak nitelenmesi oldu. O kadar büyük bir tepki topladı ki Trump geri adım atmak zorunda kaldı. Siyaset çevrelerinde de, entelektüel çevrelerde de oluşan empatinin doğrudan kamuoyunda Kürtlere karşı oluşan sempatiye bağlı olduğunu söyleyebiliriz.
- Amerika bütün Kürt siyasetlerine aynı uzaklıkta mı?
Şöyle söyleyebiliriz. ABD’de Kürtlerle ilgili bilgiler Avrupa’daki gibi değil. Avrupa uzun yıllardır Kürtlerle birebir temas içinde. Ama Amerika’da öyle durum yoktu son yıllara kadar. ABD’nin yıllardır Güney Kürdistan’da Federe Kürt bölgesindeki güçlerle ilişkisi vardı. Bu kurumsal bir ilişkiydi. Ama IŞİD’e karşı mücadelede algı biraz alt üst oldu. Hatta Federe bölgedeki yolsuzlukların ayyuka çıkması, basın özgürlüğünün ayaklar altına alınması, burada antipati yaratırken, Rojava’daki yönetim modeline çok sempati ile bakıldığını söyleyebilirim. Aslında artık ABD’de Kürtlere karşı daha nüanslı, daha detaylara dikkat eden bir bakış açısı gelişiyor. Bunun dışavurumu da şöyle oluyor. ABD’nin kendi güçleri de Kürtlerin bölgesinde olduğu için Kürt güçleri arasındaki farkları daha iyi analiz edebiliyor. Kürt güçleri ile giderek daha fazla ilişkilendikçe bunlar arasındaki kültür farkını, siyaset farkını ve ideoloji farkını da artık görebiliyor.
- Bu yaklaşım farkı neden alana yansımıyor? Mesela Rojava’ya yönelik tehditlerde en azından bazı açıklamalar yapabiliyorlar. Ama Güney’de PKK’ye karşı savaşa belli ölçülerde destek veriyorlar.
Bunun iki türlü cevabını verebilirim. Birincisi, bu siyaset eski alışkanlıklara dayanıyor. Soğuk savaş döneminin siyasetine dayanıyor. ABD için Türkiye hala stratejik bir ortaktır. Bu fikriyat hala burda mevcut. Her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi Batı kampında, kendi kampında tutmak istiyor. NATO kampında tutmak istiyor. Son yıllarda Türkiye’nin Rusya gibi ülkelere yanaşmasını hiç benimsemiyor. Bu konuda ciddi rahatsızlıklar var. Ama en nihayetinde Türkiye’yi tümden kaybetmemek ABD için bir öncelik. ABD’li yetkililer, Türkiye’nin zayıf karnının Kürt meselesi olduğunu biliyorlar, Türkiye’deki Kürt meselesinin en dinamik gücünün PKK olduğunu biliyorlar, Türkiye’yi tamamen kaybetmemek için PKK’ye karşı operasyonlarda yeşil ışık yakma durumu var. Bunun ikinci boyutu da ideolojik boyuttudur. ABD küresel kapitalizmin motor gücü. Bu nedenle de PKK’nin ideolojik yaklaşımları, Rojava’daki yönetim modeline karşı da bir şüphe ile yaklaşma durumu var halen. Her ne kadar ideolojik ve ruhsal güç IŞİD’i yenilgiye uğratmış olsa da sunduğu çözüm önerilerini nasıl kendi sistemine angaje edebileceğinin hesabı içerisinde. Bu da tekrardan ABD’nin bazı konularda mesafeli davranmasına yol açıyor. Özellikle bu hareketin beyni, ruhu, ideolojik merkezi olan İmralı ve Kandil’e karşı operasyonlara yeşil ışık yakmakta sorun görmemektedir.
- Şimdi Türkiye’de çok tartışılan bir soruya gelmek istiyorum. Kuzey-Doğu Suriye’ye karşı bir operasyon yapma ihtimali ne kadar güçlü?
Ben her zaman böyle bir ihtimalin olduğunu düşünüyorum. Çünkü Erdoğan gibi liderler (Ki bunu Putin örneğinde de gördük) etraflarında çok aklıselim düşünecek insanlar bulundurmamaktadırlar. Özellikle Türk devletinde ciddi bir erime, ciddi bir yozlaşma görebiliyoruz. Türk devlet eliti içerisinden farklı kesimlerin birbiri ile yarıştıkları konu, kim daha fazla Kürt düşmanıdır konusu oluyor. Hem muhalefet cephesinde, hem iktidarın kendi içerisinde -İktidarın artık tek parça bir iktidar olmadığını biliyoruz- farklı kliklerin, farklı güç merkezlerinin bir araya toplanması olarak görmek gerekiyor. Bunların hepsinin ortak mücadele alanı ve ortak paydası Kürt düşmanlığı üzerinedir. Bundan dolayı her tür Kürt kazanımına karşı bu devletin her an her türlü saldırıyı gerçekleştirebileceğini göz önünde bulundurmak gerekiyor.
- Peki ABD’deki siyaset çevreleri buna nasıl bakıyor?
Evet ABD’de böyle bir ihtimalı görülüyor. ABD’de yönetim, Rusya’nın Ukrayna’ya karşı bir işgal hareketi başlatacağını neredeyse bir ay önce açıkladı. ABD de Erdoğan’ın yeniden Kuzey-Doğu Suriye’ye girebileceğini, yeni bir işgal süreci başlatabileceği görülüyor. Nitekim Dışişleri sözcülerinin son açıklamalarında da bu dışvuruldu. Erdoğan’a karşı uyarıları bundan kaynaklanıyor. -Bu açıklamaların bir tık daha sert olduğunu söyleyebiliriz- Bunun için uyarılarda bulunuyor. Hem kamuoyuna açık uyarılar hem de kapalı kapılar ardında ciddi uyarılar yapıldığını duyuyoruz.
- Benim sıradaki sorum bir operasyon durumunda ABD nasıl tavır alırdı olacaktı. Bir parça bu sorunun cevabını verdiniz. Ekleyeceğiniz bir şey var mı?
Saldırıda sonraki tavrının ne olabileceğini daha önceki saldırılar bize gösteriyor. Çok fazla durumu değiştirecek bir tavır göremiyorum. Yine muhtemelen sınırlı olsa da ekonomik yaptırımlar olur. Çok alışık olduğumuz kınamalar olur. Ama bunların alanda çok fazla bir etkide bulunmayacağını eskiden de görmüştük.
- Erdoğan her kritik anda NATO’yu bloke ediyor. Buna rağmen ABD ve Batı neden buna uygun bir karşılık vermiyor?
Aslında tavır belirlemeye çalışıyor. Bazı açıklamalarda bunu görüyoruz. ABD ilk başta topa hiç girmeyeceğini, bunun Türkiye ile İsveç ve Finlandiya arasında bir mesele olduğunu belirtti. Ama NATO hala Türkiye’yi önemsiyor, Türkiye’yi NATO içerisinde tutmak istiyor. Türkiye’nin NATO’dan uzaklaştığının ne kadar farkında olsa da Türkiye’yi tamamen kaybetmemek için çok yoğun bir çaba sarf ediyor. İlişkileri çok koparacak düzeye getirmeyeceğini görmek gerekiyor. Bundan dolayı da PKK’ye karşı yaklaşımını bir türlü değiştiremiyor. Çünkü ABD, PKK ile ilgili herhangi bir siyaset değişiminin Türkiye ile ilişkileri artık onarılamayacak şekilde koparacağını düşündüğü için bu konuda bir hamle yapmıyor.
- Finlandiya ve İsveç’in üyeliğine engel çıkarmaması için ABD Türkiye’ye taviz verebilir mi? Mesele Kuzey-Doğu Suriye’ye karşı bir harekata yeşil ışık yakabilir mi?
Bu üyelik konusunda Türkiye’nin asıl pazarlığa oturmak istediği gücün ABD olduğu biliniyordu. Bunun önünü erkenden alabilmek için bu sürecin tamamen Türkiye, İsveç ve Finlandiya arasında bir sorun olduğunu belirterek kendilerinin bu süreç ile ilgili herhangi bir adım atamayacaklarını açıkladılar. Bu nedenle Türkiye’nin Kuzey-Doğu Suriye’ye girmesine ışık yakacağına inanmıyorum. Çünkü ABD Erdoğan’ın şantajcı bir politikacı olduğunu gördü. Erdoğan’ın rehine diplomasisi yaptığını… ABD Türkiye’nin Suriye’de bulunmasını istemiyor çünkü bu IŞİD’i güçlendiriyor. Ayrıca yerinden edilen milyonlarca Suriyeliyi de Avrupa’ya karşı bir koz olarak kullandığını yeterince açık olarak gördü. Bundan dolayı tekrar Suriye’ye girip daha fazla bölgeye hakim olmasını istemeyecektir. Çünkü bunun ilerde tekrar ABD ve Batıya karşı bir koz olarak kullanılacağı açık.
- ABD, Batı ve NATO Türkiye’den ne bekliyor? Neden hala Türkiye’nin bir NATO üyesi olarak kalması bu kadar önemli?
Bu konu burda da tartışılıyor. Türkiye’nin NATO üyeliğinin ne getirdiği burda da tartışılıyor. 70 yıl boyunca NATO’nun Türkiye ile ilişkisi çok ciddi stratejik öneme sahipti. Ama bunun bugün tartışılıyor olması önemli. ‘Türkiye’nin üyeliği acaba NATO’ya nasıl bir değer katıyor?’ tartışmasının başlamasının bile ciddi bir eşik olduğunu görmek gerekiyor. Yani 70 yıl tartışmaya açık olmayan bir konunun şu an enine boyuna tartışılıyor olmasının bile ciddi bir evre olduğunu belirtmek gerekiyor.
- Bu durum S 400’ler ve Finlandiya ve İsveç’in üyeliği konusunda aldığı tutuma ilgili mi?
Birçok nedeni var. Türkiye son 10-15 yılda ABD’nin ve NATO’nun bölgedeki hiçbir müdahalesinde NATO cephesinde yer almadı. NATO gündemini boş çıkaracak hamleler yaptı. Sizin de belirttiğiniz gibi S-400 alımı ABD için ciddi bir kırmızı çizgiydi. Türkiye’deki insan hakları ihlalleri, Kürtlere karşı işlenen suçlar ABD için sorun değildi ama ABD’den değil, Rusya’dan silah almasının kırmızı çizgi olmuş olması çok manidar. Kapitalist devletlerin kendi menfaatlerine nasıl önem verdiklerinin göstergesidir. Türkiye’nin Batı ve NATO’nun menfaatleri karşısında durması ‘Türkiye’nin NATO için ne değeri var’ tartışmasını başlatmıştır.
Kürt barışı için bir enstitü
Giran Özcan, ABD’de kurulan Kürt Barış Enstitüsü’nün direktörü. Neden böyle bir kuruluşa gerek görüldüğünü Giran Özcan şu cümlelerle anlatıyor: “Kürt Barış Enstitüsü biraz ismi ile müsemma bir kuruluş. ABD’de ciddi bir bilgi eksikliği vardı Kürtler ve Kürdistan hakkında. Kürtler ve Kürdistan hakkında bilgiler daha çok Kürdistan’ı ezen devletlerin lobi faaliyetleri üzerinden ediniliyor olması ciddi bir sorun ettik kendimize. Bundan dolayı ABD’li yetkililer Kürt halkını, Kürt siyasi ve askeri aktörlerini ve bir bütünen Kürdistan’ı direkt tanıtabilmek, kendi öz iradesi ile tanıtabilmenin zemini olarak kurduk. Bu temelde çalışmalarımızı sürdüreceğiz. 18 Mayıs’ta Kürt Barış Enstitüsü’nün web sayfasını kamuoyuna açtık. Kürdistan’ın dört parçasında, Kürtlerin siyasi örgütlenmelerini temsil edebilecek, bunların fikriyatlarını, çalışmalarını, hatta çözüm modellerini direkt aktarabilecek analiz yazılarımız yer alacak. 1 Haziran itibari ile de seminerlerimiz ve konferanslarımız başladı. Danışma kurulunda Kürdistan’ın dört parçasında önemli isimler var. Prof. Abbas Vali, Prof. Hamit Bozarslan, Süleymaniye Üniversitesi’nde Coman Hardı, Henri Barkey, İngiltereli Milletvekili Feryal Clark gibi arkadaşlar ekibimizde bulunmaktadır.